Dün aslında kimi sevindirdiniz?

ÇOĞUNUZUN bir koro halinde ne diyeceğinizi kestiriyorum.

Haberin Devamı

Elbette sevgilimizi, diyeceksiniz.
Benin yanıtım başka.
Reklamcıları, kuyumcuları, çiçekçileri, uzun lafın kısası ticaret erbabını sevindirdiniz.
Siz aşkınızı canlandırdığınızı sanıyorsunuz ama aslında piyasayı hareketlendiriyorsunuz. Size kapitalizm teranelerinden dem vurmayacağım, çünkü bunları zaten biliyorsunuz...
Şahsen, oldum olası belli günleri sevmem. O güne özgü yapay hatırlamalardan/hatırlatmalardan sahte ne olabilir. Hele ki “aşk”, “sevgi” gibi kavramları belli günlere sıkıştırmak... 364 gün aşkınızı, sevginizi, bağlığınızı söylemiyorsunuz da bir gün yoğunlaştırılmış sevgi kampanyasının bir ferdi oluyorsunuz!
Biraz aşka dair, aşkın ne olduğuna dair kitaplar okumanızı tavsiye edeceğim.
Aşkı yücelten kitaplardan çok, aşkı yerli yerine oturtan kitapları severim ben.
Elbette listenin başında Schopenhauer’in Aşkın Metafiziği kitabı gelir.
Karasevda hikâyelerini okumak hoşuma gider ama gerçekte kaç kişinin başına geldiğini sorarım kendi kendime.
Halk hikâyelerinin örneklerini sıralamanın anlamı yok. Ama gene de bir araştırma yapmak isterdim, hangi kitabı kim aldı. Çünkü yayın dünyası, müzik dünyası da bu yapay günden nasibini almak için epey çaba gösterdi!
Ama kim Cemal Süreya okudu, kim Shakespeare’in kahramanlarına bir göz attı?
Kırtasiye mağazalarını gezerken, özellikle AVM’lerde alışverişimi yapıp kaçmak için sabırsızlandım. Gazetelerde, televizyonlarda gelip geçenlere yöneltilen soruları duyunca hemen ekranı kapattım.
Aşkla tüketicilik arasında kurulan bu istismarcı bağlantıyı koparmak için, bütün yazarlar, şairler çaba harcamalı. Hatta yapıtlarına şöyle bir not düşmeli:
“Bu yazdıklarımın Sevgililer Günü ile bir ilgisi yoktur.”
Zaten böyle günlerin de şairler için esin kaynağı olduğunu sanmam.
Belli günlerin, zorlayıcılığı var ya, irademi hiçe sayan bir davranış. Şöyle konuşmaları duymak bile beni çıldırtır, birisini eleştirirken doğum gününü veya evlilik yıldönümünü unuttuğundan söz edilir. Davranışlar, aşklar bir zamanı kapsamıyorsa, bu gün daha da gülünçtür!


* * *

Haberin Devamı


MEHMET Y.YILMAZ’ın hafta sonu yazıları kadına, aşka dairdir.
Ünlü yazarlardan örneklerle bezediği yazılar, bizi aşk üzerine düşünmeye çağırır. Bazen onları okurken, Cemal Süreya’nın dizesini mırıldanırım:
“Daha nen olayım isterdin
Onursuzunum senin.”
Mehmet Y. Yılmaz, Aşk Her Şeyi Affeder mi?* kitabında, aşkın bazı tutkular, kavramlar ışığında anatomisini çıkarmaya çalışıyor.
Bir Uzun Hikâye denilen kapaktaki yazı gerçeklerle, umutlarla, hayallerle, aşk tutkusunun derecesi, aşk kırgınlıkları ve aldatmalar üzerine düşündürüyor. Arka kapak yazısından bir cümle kitabın ruhunu yansıttığı için yazıma alacağım: “Aşk bir dengesizlik işidir ama o kadar da değil!”
Ah sevgili arkadaşım Mehmet, aşk bahsinde “o kadar” sözü kadar oynak bir kelime yoktur. Tutkuların, aşkın bizi nerelere götüreceğini bilinçle hesaplarsak o da aşk olmaz.
Aşktaki ihanetler hatırlanır mı?
Kitaptaki bir Bukowski pasajı hoşuma gitti. Eşini baştan savma öpünce, “Beni Lilly’yi öptüğün gibi öp” diyor. İhanetin acısını çıkarıyor.
Ben de ihanetleri unutmam, Bukowski’nin kahramanı gibi beklerim.
Hastalıklı kıskançlıktan uzak durmamızı salık veriyor yazar. Ama Freud’un sözünü de unutmuyor: “Sevdiğim zaman, sevdiğim dışında her şeyi dışlarım.”


* * *

Haberin Devamı


BEN biten aşklar için Edith Piaf’ı dinlerdim: “Hiç pişman değilim.” (Non, je ne regrette vien.) Daha iyi bir “aşk” şarkısı bilen varsa söylesin...

(*) Kitap ELLE dergisinin okurlara hediyesidir.

Yazarın Tüm Yazıları