SADRİ SEMA'nın Eski İstanbul Hatıraları, iki gerçeği inkár etmenin boşunalığını gösteriyor.
Eğlencesinden çalışmasına kadar İstanbul hayatı, İmparatorluktan bugüne kadar yüzyıldır değişmeyen bir yaşam biçimine sahip.
Bürokrasinin çarkı da her zaman ve her dönemde aynı ağır ritimde dönüyor. Ali Şükrü Çoruk'un hazırladığı hatıraların yazarı Sadri Sema kimdir?
Sadri Sema (Mehmed Sadreddin Aydoğdu) 1880 yılında Üsküdar'da doğdu. Devlet memurluğunda bulundu, 23 Ocak 1964 tarihinde gene İstanbul'da öldü. Anılarını 1955-1956 yıllarında Vakit gazetesinde yayımlandı. İşte o anılardan yapılan kitap iki bölümden, İstibdatta İstanbul ve Meşrutiyette İstanbul'dan oluşuyor.
Anılar; görgü tanıklığı açısından önemlidir, tartışılır bir belgesellik özelliği de taşır. Sadri Sema gibi, çeşitli devlet görevlerinde bulunmuş birinin, bürokrasiyi, bürokratları sert eleştirilerle tanıtması, anıların en eğlenceli bölümleri bence. Çalışmadan devletten para alanların, İmparatorluk döneminde, bugünle mukayese edilemez biçimde sayısının yüksek olduğu gerçeğini belirtmek, haksızlık yapmak istemeyen bir yazara yakışır.
Ancak bürokratların yaşama biçiminin bugün de izdüşümlerini hepimiz hálá hissediyoruz.
‘‘İmparatorluk devrinde, istibdat günlerinde hükûmet dairelerinin adı halk arasında kalem idi, kapı idi.
Bey kaleme gitti.
-Efendi kalemden gelmedi.
-Damat bey bugün kapıya gitmeyecek.
Denilirdi. Ben o günün dairelerinden burada bir iki örnek vereceğim.’’
Mesleğinden verdiği örnekler, bugün de devlet dairelerinde başımıza gelenlerle paralellik kuracağımız gülünçlükte ve gerçekliktedir. Yaşı mahkeme kararıyla büyütülen Sadri Sema memuriyete başlayışını şöyle anlatıyor:
‘‘İşte bu suretle memurluk denilen yaldızlı mezarlığa girdim ve sonra çıkıncaya kadar canımın çıkmadığına hálá şaşar, şaşalar, şaşkınlaşırım.
Bir hayat ki eşiğinden geçtikten ve içine düştükten sonra yıllarca ve yıllarca bulunduğum her vazifede beni hüsrandan hüsrana, feryattan feryada atmıştır.
Ben mektepte iken memur olursam, bir daireye girersem birbirinden ince işlerle uğraşacağım, birbirinden bakir yazılarla karşılaşacağım kanaatinde idim. Bu düşünceler renkli hayaller imiş.
Káğıt geldi, káğıt gitti. Kara kaplı defter, ámed ü reft (gelen giden) bunlar benim için birer dikenli işkence....’’
Her memur böyle değil tabii... Yüksek mevkilerden birinin adamıysanız, maaşınızı alır, keyfinize bakarsınız. Zavallı birkaç kişi de bütün yükü çeker.
Sadri Sema'nın anılarını okurken, daha önce okuduğum kitapları düşündüm.
Musahipzade Celál'in ünlü oyunu Pazartesi Perşembe'yi, Refik Halit Karay'ın Memleket Hikáyeleri'ni, Erhan Bener'in Bürokratlar'ını.
Sadri Sema, Abdülhamit dönemini sert bir dille eleştiriyor. Abdülhamid'i ondan okursanız, gelmiş geçmiş en zalim padişahın o olduğu kanısına varabilirsiniz.
İstibdat Dönemindeki İstanbul'un eğlencesinden ev baskınlarına, hafiyelerine kadar geniş bir insan portreleri galerisi var bu anılarda.
Osmanlı nesnel ve tarafsız olamamıştır.
Sadri Sema da bunun tipik bir örneği. Sevdiklerini yere göğe sığdıramıyor, nefret derecesindeki sevmediklerini ise yerin dibine batırıyor.
İbnülemin Mahmud Kemal Bey'i öven satırlarını okuyunca ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Üslubundaki alaycı tavrını çok sevdim.
Çevresindeki insanların olumlu bir özelliğini de ben aktarayım size. Hepsi de kendince şiir yazıyor, müzik biliyor. Sanırım dünle bugün arasındaki en büyük fark bu kültür birikimi.
Sadri Sema'nın, zamanın yönetimine ağır eleştiriler yöneltmesinin başlıca nedeni, eşitsizlik. Eşitsizliği sert, alaycı bir dille anlatmış:
‘‘Hükümdarın bir veledi yumurtadan çıktı mı, çıktı. Cılk olsun, sağlam olsun biçimine göre topçu mülázımı, süvari yüzbaşısı, piyade kolağası oluverirler.’’
Cemal Paşa anısı da yazıya alınmaya değer.
Sadri Sema, tanınmış ressam Hoca Ali Rıza ile bir evde oturuyormuş. Civardaki Şeyh Mehmed Efendi'nin kahvesine Cemal Bey adında bir zabit gelirmiş ama resmi kıyafetiyle değil. Sırtında hırkası sivil kıyafetiyle, kahvede tavla oynarmış.
Meşrutiyet ilan edilince Üsküdar'a Cemal Bey adında bir mutasarrıf geliyor. Her şeyi yasaklıyor.
Önce sırtında hırka ile kahveye gelen, sonra da Üsküdar'ın ceberrut mutasarrıfı, sonrasının Cemal Paşa'sı bu zat.