Samatya’yı Orhan Türker’in kitabından detaylarıyla öğreneceksiniz. Bu kitap İstanbul’un kozmopolit renkliliğini yok eden 6-7 Eylül Olayları’nın zararını da sergiliyor.
Semt monografileriyle tanıdığım Orhan Türker’in Psomatia’dan Samatya’ya - Bir Bizans Semtinin Hikâyesi kitabını okurken çocukluğumun geçtiği semtteki anılarım canlanmaya başladı. Rumların, Ermenilerin, Türklerin bir arada yaşadığı bu semtte, bizim komşularımızın çoğu Ermeniydi. Kitapta yer alan kiliselerin birçoğunu gördüm, gezdim. Sulu Manastır’ın önünden yüzlerce kez geçtim. Bu kitap İstanbul’un kozmopolit yapısını, renkliliğini yok eden 6-7 Eylül Olayları’nın, dolaylı da olsa, zararını sergiliyor. Nasıl bir semtti? Coğrafi durumu neydi? “Yeni İstanbullular tarafından pek bilinmeyen ve fazla itibar edilmeyen bu bölge Bizans’tan günümüze Rumların Konstantinopolis’inin ve onun kesintisiz devamı olarak Osmanlıların İstanbul’unun en eski yerleşim alanlarından birini oluşturmaktadır. (...) İstanbul’un fethinden sonra, Osmanlıların ilginç yerleşim ve iskan politikalarının bir sonucu olarak, Türkler şehrin denizden uzak, yüksek ve düz iç bölgelerine yerleşirken; tıpkı Haliç sahillerinde olduğu gibi Marmara Denizi’ne dönük surlar boyunca da, Rum ve Ermeni ağırlıklı Hıristiyan nüfus yerleştirilmiş ve şehir bu yapısını 1960’lara kadar önemli ölçüde korumuştur. (...) Bu bölgenin de Müslüman halkı sahil kesimini neredeyse tamamen Rumlara ve Ermenilere bırakmış ve iç kesimdeki Kocamustafapaşa semtine toplanmıştır. Camisi, tekkesi, yatırı, türbesi bol olan bu kalabalık geleneksel Müslüman semti hemen yanıbaşındaki kalabalık Hıristiyan semti ile yüzyıllarca yan yana yaşamıştır. (...) 1960’larda Samatya tren istasyonunun isminin bir günde Kocamustafapaşa istasyonuna çevrilmesi, bölgenin Türkleştirilmesi konusunda atılan ilk kararlı adımlardan biri olmuştur...”
SAHİL YOLU YAPILINCA
Samatya’yı Orhan Türker’in kitabından detaylarıyla öğreneceksiniz. Ben daha çok burada yaşadıklarımı aktaracağım. Sonradan yapılan Sahil Yolu’nun buranın doğal güzelliğini bozduğu konusunda ben de yazarla aynı fikirdeyim. “(...) Burada göz ardı edilen, İstanbul’un Bizans’tan 1950’lere kadar bozulmadan gelen doğal yapısının yok oluşudur. Marmara Denizi’nin ve özellikle lodosun binlerce yılda oluşturduğu kayalık ve kumsallar geri dönülemeyecek şekilde yok olmuştur. Samatya gibi denizle iç içe yaşayan bir semt bir anda denizden uzaklaşmıştır. Burasının eski hali hakkında değerli bilgiler veren bayan Margarita Hristidu, 1955 öncesi Narlıkapı kumsalında her yılın 6 Ocak günü büyük bir kalabalığın toplandığını ve denize haç atma törenlerinin yapıldığını belirtmiştir. Nitekim yolun yapımı ile kayalıklar üzerine ahşap malzeme ile inşa edilmiş salaş balık lokantaları ve meyhaneler, yemeni yıkayan Ermeni kadınlar ile çiroz kurutan Rum balıkçılar da tarih olmuştur.” Bakırköy’deki yalıları, deniz kenarındaki evleri düşündükçe sahil yolunun anlamsızlığını şimdi daha iyi algılayabiliyorum. Sahil Yolu olmadan önce deniz kıyısında, sahil gazinoları vardı, ailem, teyzelerim beni buraya akşam beş çayımı içmek için getirirlerdi. Sahildeki gazinolara herkes gelirdi. Eve dönerken de, kasaptan et ya da balıkçılardan balık alırdık. Samatya tramvay yolundan aşağıya indiğimizde dükkânlar ve bir de meyhane vardı. Ermeni ve Rum komşularımızla ne kadar dost olduğumuzu hâlâ anımsıyorum. Hepimiz kutsal günlerde birbirimizi kutlardık.
NARLIKAPI GAZİNOSU
Kocamustafapaşa’nın kıyısı Samatya idi. Evimizin bahçesinde müsamereler, konserler düzenlerdim. Bahçeye komşuları çağırır konserler verirdik. O günlerden bir fotoğraf her zaman aklımdadır. Bu fotoğrafta kimler var? Ali Tanyeri, Konur Ertop, Dr. Uğur Akbulut ve ben. Samatya sahilinde Narlıkapı’nın da ayrı bir anlamı var benim için. Narlıkapı Gazinosu’nda Behçet Necatigil, Kâmuran Şipal, Ali Tanyeri toplanırlardı. Meyhane idi orası. Seyrek de olsa bu toplantılara ben de katılırdım. Behçet Necatigil, yeni şiirini okur Tanyeri ile Şipal de düşüncelerini söylerlerdi. Narlıkapı Gazinosu’na sevgili hocam Prof. Dr. İsmet Sungurbey ile birlikte giderdim. Oradaki bir geceyi unutmayacağım. Afşar Timuçin, Eray Canberk, Orhan Tercan -yaşıyorsa uzun ömürler diliyorum öldüyse rahmet olsun, Kök Yayınları’nı kurmuş çok iyi kitaplar yayımlamıştı- birlikte yedik içtik. Aralarında şarkı söylüyorlardı, onları sahneye çıkardım, sanki meşhur bir koroymuş gibi sundum, mecbur çıkıp şarkı söylediler. Samatya, Türklerin, Ermenilerin, Rumların bir arada yaşadığı, kaynaştığı bir semtti. Dünden bugüne bir semti okuyun, eski İstanbul’un bir özelliğini daha tanıyın. (Psomatia’dan Samatya’ya - Bir Bizans Semtinin Hikâyesi, Orhan Türker, Sel Yayıncılık.)
6-7 EYLÜL OLAYLARI
Tüm İstanbul’da yaşanan ve hiçbir zaman unutulmayan o korkunç gecenin ağırlığı Samatya-Yedikule bölgesinde inanılmaz boyutlarda hissedilmişti ve şehrin yüzyıllardır geleneksel bir Hıristiyan yerleşim bölgesi olan bu yerde taşlar yerinden oynamıştır. (...) O geceyi yaşayan Bay Margaridis, evlerinde bir köşede kaldığı için tesadüfen kırılmamış bir tek taş plaktan başka kırılmadık hiçbir şey kalmadığını belirterek, birkaç gün sonra Beyoğlu Yeni Çarşı’ya taşındıklarını anlatmıştır. Yine o geceyi bir genç kız olarak korkuyla geçiren Bayan Hristidu evlerinin camlarının ve kapısının kırıldığını, içeri giren çapulcuların evin giriş katında bulunan yemek odası ile dikiş makinesini tahrip ettiklerini anlatmıştır. Bayan Hristidu evlerinde daha kötü olayların olmasını komşuları Cemal isimli bakkalın önlediğini ve çapulcuları evden dışarı çıkardığını belirtmiştir. 6-7 Eylül olaylarını işleyen İ Niha Ton Kristallon Tu Ellinizmu Tis Polis (İstanbul Rumlarının Kristal Gecesi) isimli kitabın 99. sayfasında olayları Yedikule’de yaşayan, İstanbullu bir Rum hanım aşağıdaki bilgileri vermektedir: Biz Ayios Konstantinos Kilisesi’nin karşısında oturuyorduk. Sonradan öğrendiğimize göre Rum evlerini önceden işaretlemişler ve bulmakta zorluk çekmemişlerdi. Akşam saat 19 civarında astığım çamaşırları toplamak için bahçeye indiğim sırada evimiz taşlanmaya başladı. Ne olduğunu anlamak için ailece ön cama koştuğumuz sırada, sokak kapısı kırıldı. Korkunç görünümlü bir sürü insan içeri doldu. Bizi itip kakarak küfürler ediyorlardı. Evde ne buldularsa, buzdolabı da dahil olmak üzere pencerelerden sokağa attılar. Mutfak ve kilerde bulunan erzaklar da aynı akıbete uğradı. Çevre evlerden atılanlarla birlikte ana cadde trafiğe kapanmıştı. ‘Artık burada oturacak eviniz kalmadı. Haydi şimdi defolup Atina’ya gidin,’ diye bağırarak gittiler... Olayların yatışmasından sonra Samatya ve Yedikule’de bir daha artık hiçbir şey eskisi gibi olmamıştır.
DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERi
Emre Aracı / Naum Tİyatrosu / YKY Philip Mansel / Sultanların İhtişamı / Everest Simon Kuper, Stefan Szymanski / Futbolun Şifreleri / İthaki Yayınları Zülfü Livaneli / Sanat Uzun, Hayat Kısa / Remzi Kitabevi Tamer Timur / Osmanlı Kimliği / İmge Kitabevi