Paylaş
Türk öyküsünün yarım yüzyıllık tarihinde Adnan Özyalçıner, belirleyici adlardan, nirengi noktalarından biridir.
1950 kuşağının bu gerçekçi yazarı, olayların ve sıradan insanın ardındaki bütün edebi tadları görebilme ve yazabilme ustalığına erişmiştir.
Nedense öykücülere sık sorulan bir sorunun cevabını sanırım Özyalçıner, hayır diye yanıtlamıştır.
Ne zaman roman yazacaksınız?
Çünkü edebi saplantılarımızdan biri de, öykücülerin bir gün roman aşamasına gelmelerini ummak ve beklemektir.
Adnan Özyalçıner'in Toplu Öyküler'i dört cilt olarak yayınlandı:
Panayır-Sur, Gözleri Bağlı Adam-Yağma, Cambazlar Savaşı Yitirdi - Sağanak, Alaycı Öyküler-Aradakiler.
Aradakiler, ilk kez yayınlanıyor.
Aradakiler'in başında bir Sunu'su var Özyalçıner'in, ister öyküleri okuduktan sonra ona bakın ister okumadan önce:
‘‘Aradakiler, arada kalan, sıkışan, sıkıştırılan kişilerin serüveni olduğu gibi, öyküler bakımından da, yayımlanmadan çekmecelerde bekledikleri için arada kalmış oluyorlar.
Yarım yüzyıllık bir dönemden önemli kesitlerin irdelendiği bu öykülerde aradakilerin ezilseler de umutlarının, dirençlerinin kırılamayacağı vurgulanıyor.’’
İstanbul taşrasının, kenar mahallelerinin, burada yaşayan, mücadele veren insanlarının öyküsünü yalın bir dille yazdı.
Söz sanatlarına, abartıya kaçmadan, yalınlığın da kendine özgü bir üslup yaratabileceğini kanıtladı.
Ezilen insanların kaybolmayan umudu öykülerinde hep ışıdı. Yarınsız insanlar değildi hiç biri. Aksine yarını kuracaklarına inançları sonsuzdu.
Aradakiler, ustalığın izinde somut dönemlerin, olayların öyküleri.
Somut sözünü yaşamın içinden kesitler biçiminde algılamak gerekiyor.
Onun kahramanları çıkmazdadır.
Neden?
Yoksulluklarından, terkedilmişliklerinden ve toplumsal sınıflamada bırakıldıkları yerlerden ötürü.
Batak, gerçekçiliğin izinde, psikolojik sıkıştırmanın bir toplum polisindeki yansımalarıdır.
Gezginci Seyfo'yu okuduğunuzda, etnik kavramının insanlardaki izdüşümünün günümüzün bir çok olayını, kişisini aydınlattığını anlayabilirsiniz.
Büyük bir gözlemcidir.
Yukarıdaki yargı bir çok yazar için, hatta her yazar için söylenebilir. Görünenin ardındakini yazmak, ayrıntıyı yakalamak ve onu yalınlaştırabilmek.
Edebiyat elbet yeniden yaratma işleminin en yoğun yapıldığı türdür. Ancak bunu yaparken Özyalçıner'de yalınlık fire vermez.
Modern klasiklerimizden sayılan Sur'dan bir girişi yazıma almalıyım.
İyi bir öykünün yarım yüzyıldır edebi değerini kaybetmediğini, insan özüne olağanüstü ustalıktaki yaklaşımının sürdüğünü siz de kabul edeceksiniz:
‘‘Surlarla çevrili şehrimiz. Aşılması güç eski zaman surlarıyla. Her surda olduğu gibi, bizim surların da tarihi değeri olan birkaç kapısı var. Ve kapılara gidip gelen onlarca şehir otobüsümüz.
Her gün yüzlerce şehirli, sur kapılarına giden bu otobüslere biner, sonra da durağa varır varmaz, niçin geldiklerini büsbütün unuttuklarından olacak, kapının yanına varıp oralarda dolaşmak şöyle dursun, o yöne göz atmak gereğini bile duymadan ya aynı otobüsle ya da bir sonrakiyle gerisin geriye döner.’’
Gerçeküstünün gerçeğin içinde eritilişinin de iyi bir örneğidir Sur öyküsü.
Sahi, cambazlar savaşı neden yitirdi? Öyküyü okuyunca, bir şehrin değişim renklerini de seyredebilirsiniz.
Unutmayın Adnan Özyalçıner, köşe bucak İstanbul'u yazmış iyi bir İstanbul yazarıdır aynı zamanda.
DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ
Yaşam Soruları Fernando Savater İletişim
Mehmed Rauf'un Anıları Rahim Tarım Özgür
Romantik Yalan... Rene Girard Metis
Resimli Ahmetler Tarihi Ahmet Erhan Bilgi
Muhteşem Süleyman Louis Gardel Can
Paylaş