Bir koleksiyonerin hırsızdan ricası

Zaman zaman gazetelerde, ünlü bir tablonun ünlü bir müzeden çalındığı haberini okuruz. Fiyatı yazılır, ressamın yaşamı, resmin önemi hakkında bilgi verilir. Bulunduktan sonra bu merak aynı oranda değildir.

Kayıp Eserler Müzesi’ni okurken, bazen bir polisiye kitap hissi uyanıyor, bazen de savaşlar yüzünden kaybolan, el konulan koleksiyonların öyküsü acı veriyor.

Meraklısının, ilgilisinin en çok merak ettiği, tablo bulunduğunda zarar görmemiş olmasıdır.

Sanata, aldığı esere öylesine tutkuyla bağlı koleksiyoncular var ki, müzesinden çalınan esere iyi bakmaları için hırsızlardan ricada bulunurlar.

Isabella Stewart Gardner Müzesi soygununun on beşinci yıldönümünde bir basın bülteniyle eserleri ellerinde tutanlara seslenip çaldıkları eserleri buldukları gibi korumalarını rica etti: "Sanat eserlerinin iyi korunması için ısı ve nem değişikliklerine maruz kalmamaları gerekir. İdeal ısı 21 derece ve yüzde 50 nemdir."

Hırsızların buna ne derece dikkat ettikleri bilinmiyor elbette.

Koleksiyonerlerin en büyük derdi nedir? Müzayedelerde satılan eserlerin hırsızlık malı olup olmadığını bilmek. Artık veri tabanıyla bu iş en aza indirgenmiş gibi görünüyor, eskiden hüsnüniyetli üçüncü şahıs korunurdu, bugün artık alıcı bilmeli deniyor. Ünlü müzayede salonları da, bu hususa dikkat ediyor.

Bu kitapta, çalınma, el konma gibi olayların arasında, sanat tarihinin, müzeciliğin önemli hırsızlıkları, kaybolan koleksiyonlar söz konusu ediliyor.

Satıcının önemini de vurguluyor bu çalışma, sözgelimi Çıkarlarını Çok İyi Bilen Bir Oportünist başlıklı bölümde, Joseph Duveen için, "Cengeldeki en vahşi hayvanlar kadar yırtıcı bir adam" tanımı kullanılıyor.

Onun yaşamı da, S.N.Behrman’ın yazdığı Antikacıların Piri Duveen (Çeviren: Celal Üster, P Yayınevi) kitabında anlatılmıştı.

Kendine, ben sanatın kölesiyim diyen Stephane Breitwieeser, 1990’ların başından itibaren epeyce hırsızlık yaptı, özellikle korumasız müzelerden, mekanlardan tabloları rulo yaparak çaldı. Yakalandığında ise sadece 26 ay hapis yattı.

Zaman zaman kız arkadaşı da yardım ediyordu. Uzmanlar onun bir kleptoman olduğu kanısındaydılar.

Hırsızlık örneklerinin çoğunda iş paraya dayansa da, hepsinin başka türlü, doğru ya da yanlış, belki de cezadan kurtulmak için ileri sürdükleri birtakım gerekçeler vardı. Zaten çoğunun az ceza alması, bu gerekçeleri çok iyi uydurmuş olmalarından kaynaklanıyordu.

Vincenco Peruggia adlı biri Louvre’dan Mona Lisa’yı çaldı, iki yıl dairesinde saklamayı başardı, bir gün satmaya kalkışınca yakayı ele verdi.

Sanat dünyasında yaşanan sahtekarlıklar, sigorta oyunları, bu dünyanın estetik vitrinin ardındaki karanlık odada geçenleri anlatıyor.

Ya koleksiyonerlerin durumu nedir?

Çoğu bilgisizliklerinin, ilgilerinin, tutkularının kurbanı olurlar ve aldatılırlar.

Tokeley-Parry hayali bir Thomas Alcock Koleksiyonu yaratarak, heykelleri süsleyip sattı. Sonunda yakalandı elbette, ama bunu başarmış olması bile önemli.

Sanat eserlerini çalanlar, sadece profesyonel hırsız veya kleptomanlar değil. Bir zenginin kızı da siyasal amaçla para bulabilmek için aristokrat babasının evinden tablo çalabiliyor.

Müzesini zenginleştirmek için çalıntı mal alan küratörlerin durumuna ne demeli?

Paul Getty Müzesi’nin küratörünün durumu buna iyi bir örnek.

Hırsızların çoğu satarken yakalanıyor, FBI’dan müfettiş Robert Wittman’ın sözüne kulak vermeli: "Sanat soygununda asıl hüner, çalmak değil satmaktır."

Bir hırsızlığın bulunmasına kendini adayanlar da vardır.

İşte sanat dedektifi Harold J.Smith’in, Rebecca Dreyfus’un belgesel filmi Stolen’daki fotoğrafı kitapta yer alıyor. Yetmiş sekiz yaşında ölen Smith’in takıntı haline getirdiği Gardner soyguncularını bulma işini oğlu ve torunu sürdürüyor.

Savaşların etkisini unutmamak gerek. Savaşların galipleri de değerli eserleri çaldılar. Kimileri kendi ülkelerinin müzelerine götürdüler, kimileri bir başkalarına sattılar.

Napolyon dönemindeki birçok eser böyle çalındı.

Nazizm döneminde, Hitler’in işgal ettiği yerlerde, birçok üst düzey komutan tabloları çaldı, müzeleri yağmaladı. Özellikle Musevilerin koleksiyonlarına el koydular.

Son talan da Irak işgalinde yaşandı.

Şimdi çalınmaması için önlemler alınıyor, ama ne kadar başarılı olunuyor bilinmez. Oslo’daki Munch Müzesi’ndeki eserler kurşun geçirmez camlarla korunuyor.

Kitabın sonunda, Kayıp Sanat Eserleri Galerisi var.

Hem bilgilendiren, hem eğlendiren bir kitap.

Sanırım koleksiyoncular için okunması gereken bir çalışma.

KİTAPTAN

Halk için sanat

Üçüncü Reich’ın modern sanatçıları kötüleyen "Yoz Sanat" sergisinin açılışından bir gün önce, 18 Temmuz 1937’de Hitler, yeni Alman Sanat Evi’nin açılış törenine başkanlık etti. Bu sade ve keskin hatlı anıt Ári mimari stilinde tasarlanmış, Hitler’in kendi sıradan ve gerici beğenisine göre seçtiği, en iyi Alman sanatını sergileme iddiasıyla inşa edilmişti. Hitler bunu kutlamak için bir Alman Sanatı Günü ilan etti. "Alman Kültürünün İki Bin Yılı" başlıklı garip bir alay Münih sokaklarında dolaştı. Yedi bini aşkın kişi, asker adımlarıyla ülkenin tarihini betimleyen tuhaf bir sahneler silsilesini canlandırdı. Viking savaşçıları, Aslan Henry, Şarlman, Wehrmacht ve SS taburları.

Yeni müzenin içinde davetliler Nazi liderlerinin portrelerini gördüler. Bunlar arasında Führer’i gümüş zırh giymiş bir şövalye olarak gösteren tablo da vardı. Folklorik sanat ve kırsal manzaraların yanı sıra kadın nüleri de başarıyla temsil edilmişlerdi. 1944’e kadar her temmuzda yeni bir sergi açıldı. Bunların çoğu bir öncekine güldürecek denli benzeyen sergilerdi.

Hitler müzenin açılışını yaparken "Sanatçı kendisi için sanat yapmaz, halk için sanat yapar, diğer herkes gibi!" diye bildirdi. "Ve biz bundan sonra sanatı yargılayacak olanların yeniden halkın kendisi olmasını sağlayacağız..." Gerçekten de halk yüksek sesle ve net olarak konuştu, büyük olasılıkla onun duymak istemediği bir mesaj iletti: 19 Temmuz 1937’de açılan "Yoz Sanat" sergisi rekor sayıda izleyici çekti. Ama En İyi Alman Sanatı Sergisi’nin açılışına çok az kişi katıldı ve son derece kötüydü.

Savaş koleksiyonları

1939’da merhum sanatsever Adolphe Schloss’un çocukları, koleksiyonunu Tulle yakınında Laguenne’deki bir şatoda saklanmak üzere gönderdiler. Geniş yelpazesi ve kalitesiyle bilinen bu koleksiyonda, ağırlık Hollanda ve Flaman resimlerinde olmak üzere 333 tablo bulunuyordu. Özel kişiye ait en ünlü koleksiyonlardan biri olan bu koleksiyonda Jan Brueghel, Rembrandt, Aert van der Neer ve Frans Hals’ın eserleri de yer alıyordu. Ne var ki, koleksiyonun ünü başına bela olmuştu. Almanlar Fransa’ya ayak bastıkları andan itibaren bu koleksiyonu aramaya koyuldular. Sonunda, 1943’te şatodaki koleksiyonun kokusunu aldılar ve ele geçirip çeşitli birimler arasında bölüştürdüler. Louvre, politik sermayesinin bir kısmını harcayarak 49 eseri tutabilmişti, ama diğerleri Almanya’ya götürülmüştü. Bunlardan 262 tanesi Hitler’in kendisine teslim edilmişti.

Koleksiyonerlerin etkileri

Yıllar içinde birçok eser sırf satış fiyatlarından dolayı şüpheli bir üne kavuştu. Pablo Picasso’nun Pembe döneminden bir başyapıt olan Pipolu Genç, 2004 ilkbaharında dünyanın dört bir yanında haber olana kadar, bu resmi bilen çok az kişi vardı. Bu resmi televizyonda görenlerin çoğu büyük olasılıkla bir Picasso ile bir Pollock’u birbirinden ayıramazdı. Ama tablo 104 milyon dolara satılıp şimdiye kadar müzayedelerde satılan en pahalı eser olunca, eserin büyüklüğü -en azından parasal anlamda- gözardı edilemezdi. Yine de, hırslı soyguncuların bu resimle hiç şansları olamaz, çünkü alan kişinin kimliği saklı tutuldu, hálá da bilinmiyor.

Sanat eserlerini hırsızlara cazip hale getirmede suçun bir kısmını fiyatların çok yükselmesine neden olan koleksiyonerlere yüklesek de, haklarını da vermemiz gerekir. Çünkü koleksiyonerler sanat sanat içindir nosyonunun, bu modern anlayışın yerleşmesini ve böylece sanatçıların daha önce hiç görülmemiş yollara sapıp ilham perilerini takip edebilme serbestliği kazanmalarını sağladılar.

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ

Deniz KavukçuoğluKomik Şeyler YazmakCan

Deniz GürsoyNargileOğlak

A.J. RacyArap Dünyasında MüzikAyrıntı

Hıfzı TopuzÖzgürlüğe KurşunRemzi

Orhan KahyaoğluRahimdeki OtMetis
Yazarın Tüm Yazıları