Giovanni Scognamillo adını sinema eleştirilerinden bilirsiniz, Beyoğlu üzerine yazılarından tanırsınız.
Gerek sinemamızı, gerek Beyoğlu’nun coğrafyasını, tarihini onun tanıklığından okumadıysanız, sinema ve Beyoğlu hakkındaki bilgileriniz eksiktir.
"Giovanni Scognamillo Kitabı", Bir Levanten Şövalye’yi lezzetle okudum. Söyleşiyi Emel Armutçu yapmış. Armutçu iyi hazırlanmış, güzel, onu deşen sorular sormuş.
Çok kullandığımız levanten sözünün anlamı nedir? En doğru bilgiyi bir levanten, Scognamillo veriyor: "Bu sadece bizde sorun değil. Mesela birkaç ay önce bir Fransız yayıncısı geldi. Anılarımı çevirtmek istediğini söyledi. Ben de, ’Çevirtmeye gerek yok, ben Fransızca yazabilirim’ dedim. İstanbul’un Gizemleri adlı kitabım için de aynı şey olmuştu. Bir İtalyan yayıncı ilgilenmiş, çevirtmek istemişti, ona da hayır demiştim: Ben İtalyan okuru için yeniden yazabilirim. Çünkü İstanbullu okura başka şeyler anlatılır, İtalyan okura başka... Bir İtalyan, İstanbul’un nerede olduğunu bile bilmeyebilir, yani Mısır’a yakın bir yer de sanabilir. Ya da Afrika’da bir yerde olduğunu...
Neyse, İtalyan yayıncı dedi ki, ’Yalnız, başta şu levantenin ne olduğunu bir tanımlayın, çünkü bizimkiler bilmiyorlar.’ Belki Fransızlar da bilmiyorlar. Diyeceğim, bu bana sadece Türkiye’de sorulan bir soru değil.
Şimdi cevabına gelelim. Levanten, sözlük anlamıyla ’doğulu’dur ama tam doğulu değil, Batı’dan gelip Doğu’ya, Yakın Doğu’ya, Ortadoğu’ya yerleşen yabancı uyruklu kimsedir. Yerleşen ve kök salan... Bu yerleşim 19. yüzyılda olabilir, Bizans döneminden kalabilir, hatta Romalılardan kalabilir. Tabii onlar çok az örnek teşkil ediyor. Genelde 19. yüzyıldır."
KOZMOPOLİT İSTANBUL’UN KİMYASIScognamillo’nun yaşamını okuduğunuzda, sinema tutkunu birinin ne yaparsa yapsın, sonuçta ona kendini adadığını göreceksiniz.
Kitapta aşklar var, mesleki hayatın ayrıntıları var ve hepsinde İstanbul, özellikle Beyoğlu var.
Doğumundan beri Beyoğlu’nda yaşıyor, levanten bir aile.
Bu kitap İstanbul’un kozmopolit kimyasını göstermesi yönünden de okunmalı. Bir ailenin çizelgesinde gerçek İstanbul.
Her meslekte yaşadıkları ayrı birer öykü ya da roman konusu.
Scognamillo ile kitaptan öğrendiğime göre yolumuz bir yerde kesişmiş.
Cemal Dündar bir çizgi romanında birlikte çizmiş bizi.
Yıllarca yapılan bankacılık, denenen işler ve sonunda sinema eleştirmenliği.
Sinema eleştirmenliğine geçiş serüvenini şöyle anlatıyor:
"Türk basınına girişim 1961 yılında Malik Yolaç’ın sahibi olduğu Akşam Gazetesi’yle oldu. Teklif o zamanlar yeni tanıdığım ve daha önce Akşam’da yazmış olan Halit Refiğ’den geldi. Onun ve Osman Karaca’nın destek ve ilgisi sayesinde gazetede ilk eleştiri yazılarımı ve sinema haberlerimi yazmaya başladım. O zaman akşam önemli bir gezeteydi; Aziz Nesin yazıyordu, Yaşar Kemal, Çetin Altan yazıyordu, karikatürist olarak Nehar Tüblek vardı. Sol eğilimli bir gazeteydi."
Bir levantenin sorunları arasında hangi dilde yazacağı başta gelir.
Onun da başına geldi:
"Yazma serüveni, herkes gibi ’çocukluğunda başladı.’ İşte, ortaokul öğrencisiyken bir şeyler karalamıştı. O zamanlar ya Fransızca ya İtalyanca yazıyordu. Türkçe çok daha sonra geldi, daha doğrusu Türk basınına girdiğinde, 1961 yılında... Onda hep bir dil karmaşası vardı: ’Hangi dilde yazayım’ diye düşünüyordu. Mesela ilk öykülerini İtalyanca yazdı, ortaokul öğrencisiyken. Ondan sonrakiler, korku öyküleri denemesi olanlar Fransızca’ydı."
HER İNSANIN İÇİNDE BİR MELEKLE CANAVAR YATIYORSinema eleştirmenliği nasıl bir meslektir? Dönemin eleştiri anlayışı nasıldı? Sanırım bugüne ışık tutacak bilgiler var bu kitapta.
Bir Korku Tutkunu olan Scognamillo, "Kabul edelim ya da etmeyelim (ama bence kabul edersek rahatlarız) her insanın içinde bir melekle canavar yatıyor" diyor.
Kitabın sonunda yaşam öyküsü, filmografisi, telif ve çevirilerinin listesi, ad dizini yer alıyor.
İlgi çekici bir kişilik; sinemacı, eleştirmen, Beyoğlu ve korku yazarı... Okumak için çok nedeniniz var kısaca.
KİTAPTAN
ATATÜRK’LE İKİ KARŞILAŞMA: BİRİ YOLDA, BİRİ DENİZDE
Çocukluk yıllarınız Cumhuriyet’in de yeni yılları, gelişmeye, serpilmeye başladığı dönem. Cumhuriyet’i nasıl yaşadınız evde, sokakta ve okulda?
- Asmalımescit’te otururken bir gün Atatürk’le karşı karşıya geldik.
Nasıl yani, Asmalımescit’e mi geldi?
- Evet, bir gün annemle sokağa çıktık. Annem biraz dalgın bir kadındı. Sokağın Tepebaşı’na açılan ucundan bir grup insan geliyordu. Aralarında birkaç tane subay vardı. Annem ilerleyip devam ediyordu ki bir subay onu durdurdu. Karşımızda bir adam duruyordu, yakışıklı bir adam, redingot giymiş...
Siz kaç yaşındaydınız o zaman?
- Dört beş filan... Annem birden redingot giymiş yakışıklı adama "ekselans" dedi. Atatürk eğildi, "Buyrun Madam" dedi, yol verdi.
Siz ne düşündünüz?
- Valla ben çok anlamamıştım, yani o zaman bir sürü ağabeyler vardı, onlardan biri gibiydi. Atatürk’le daha sonra bir kez daha karşılaştık. Denizin ortasında!
Denizin ortasında mı?
- Artık ilkokula gidiyordum. Florya’da eniştemin yazları gittiği bir otel vardı, deniz kenarında. Biz de annemle oraya gitmiştik, denize girdik. Bayağı uzaklaşmışız. Annem beni kucağında taşıyordu. Bir ara yoruldu. Kıyıya da epey yol vardı. Annem etrafına bakındı, ilerde bir sandal gördü, ona doğru yüzmeye başladı. Yaklaşınca kolunu sandala attı ve yine "ekselansları" diye çığlık attı.
Yine mi! Bu hikayeden Atatürk’ün sizin hayatınızı kurtarmış olduğu sonucuna varılabilir mi?
- Tam kurtardı denebilir mi bilmiyorum. Annem açıldı, açıldı, kucağında beni taşıyor. Tabii yoruldu, sandalı görünce ona doğru yüzüp tutundu.
Yani sansasyonel bir gazetecilik yapmak istesek, "O sandal orada olmasaydı, belki de ölecektiniz" diyebilir miyiz?
- Yoo, geri dönecekti annem ama biraz zor geri dönecekti, çünkü bir hayli açılmıştı.
O zaman bir şekilde kurtarmış sayılır diyebiliriz...
- Bilmiyorum, o biraz fazla manşettir, sansasyonel bir manşet... Ben hayatımda iki kez Atatürk’ü gördüm, diyorum.
VAMPİRLE TANIŞMABir defasında asistanım Nalan, daha üniversite öğrencisi iken, bir iki sınıf arkadaşını eve getirdi. Beni bir vampir olarak tanıtarak... Kızlar da inanıp heyecanlar içinde geldiler, bana tuhaf tuhaf bakıyorlardı. Bir ara Nalan ile mutfağa çekildik, mendillerimize ketçap döktük ve dudaklarımızı silerek oturma odasına döndük. Kızlar şok geçirdi ve biri gerçekten inandı. Bir başka sefer Orkun (Uçar) ikisi erkek, biri kız üç lise öğrencisini getirdi. Bir rock konserine katılmak için İzmir’den gelmişlerdi. Hepsi de siyahlara bürünmüştü ve Orkun onları "Vampir"le tanıştıracağına söz vermişti. Zavallı çocuklar panik içinde idiler, divanda yan yana oturdular, birbirine yapışmış ve gözlerini benden ayırmadan bakıyorlardı. Bir süre sonra Orkun bana, "Üstat dozunuzu aldınız mı" diye sordu. Ben evet anlamında başımı ciddi ciddi salladım. "Gevşeyin çocuklar" dedi Orkun, "Tehlike yok, üstat tok." Ve çocuklar rahatladı. Bir başka gece, aynı nedenle, Orkun bir barda çalışan bir kızı getirdi, vampirle tanıştırmak için. Kız hem kuşkucu hem tedirgindi, bakışlarını hep benden kaçırıyordu. Orkun konuyu vampirlere ve kurbanlarına getirdi. Bir süre lafladık sonra kıza dönüp "Sen bu gece kalabilirsin" dedi. ""Üstat seni kabul etti." Ama kız kalmadı, aksine koşa koşa kaçtı. Evet, hoş şakalar değildi bunlar ama gerçekten bu gençlerin saflığı bazen beni çileden çıkarıyordu.
EŞİM FATMA GİRİK’İ KISKANDIŞimdi ben o dönem hem bankada çalışıyordum, biliyorsunuz, hem de Akşam Gazetesi’nde yazıyordum. E yeni çıkmış bir eleştirmen; insanlar merak ediyordu, bu gavur ismindeki insan kim diye... Sık sık bir yerlere davet ediliyordum, filmlerin galalarına, ne bileyim, çekimlere... Ben gitmek zorundaydım. Bu benim işimdi. Bizim hanım buna bozuluyordu. Sonra bir gün, bir pazar günü, İstiklal Caddesi’nde nereye gittiğimi hatırlamıyorum, karşıma Fatma Girik çıktı (ben daha önce Fatma’yla tanışmıştım), koluma girdi, caddede yürüdük, Galatasaray’a kadar. Meğer eşimin bir tanıdığı beni görmüş. Ondan sonra tabii olay koptu. "Sen Fatma Girik’le kol kola İstiklal Caddesi’nde dolaşıyorsun" diye... Bir seferinde Şan Sineması’nda Memduh Ün’ün bir filminin galası vardı. Dört kişi gittik; Halit Refiğ, eşi Nilüfer Aydan, Fatma ve ben. Resimler çekildi. Artist dergisinde resimler basıldı. Bir de o resimleri gördü...