Paylaş
BEYOĞLU'na mutlaka uğradınız. İstiklál Caddesi'ni Sezer Tansuğ'un deyişiyle kazıdınız. Sinema saatini beklerken, bir aşağı bir yukarı gidip gelerek vakit öldürdünüz.
Eski binaların anlattıklarını yarı anladınız, yarı dinlemeden geçip gittiniz. Grilik kaldı gözünüzün önünde.
Beyoğlu efsanesini duymayan var mıdır?
Her kuşak bu semtte ya başrolü üstlenmiştir ya da bir figüran kimliğiyle ölüp gitmiştir.
Bir İstanbullunun mutlaka Beyoğlu üzerine söyleyecekleri vardır, anılar bohçasında bir iki Beyoğlu işlemeli beyaz mendili bulunur.
Galatasaray'la Tünel arasında bir mağazadan mutlaka alışveriş yapmıştır.
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık'ın hazırladığı, '1870 Beyoğlu 2000
Bir Efsanenin Monografisi' sergisi, taşından, toprağından binasına, insanına kadar ayrıntılı bir Beyoğlu tarihini bize sunuyor.
Galatasaray'daki sergileri gezdikten sonra, hemen sokağa çıkın, Galatasaray'dan Tünel'e kadar yürüyün, caddede panolardaki fotoğrafı görmeden, açıklamaları okumadan geçmeyin.
Beyoğlu ilk kez size tarihini doğrudan anlatıyor.
Görüp hayran olduğunuz, yarı bakımsız, yarı bakımlı apartmanların, bizim ilgisizliğimiz yüzünden şehrin lanetini simgeleyen, iş hanı gibi kullanılan yapıların tarihini öğrenirsiniz.
Şehrin tarihinin, uygarlığının ne demek olduğunu o zaman algılarsınız. İş işten geçti diye dövünür, utanır, biraz sonra umursamaz kalabalığa karışırsınız.
Beyoğlu'nun dününü bilmeden bugünü üzerine fikir yürütüyoruz.
Belgelere, bilgilere itibar etmeden, anı kırıntılarında onu zihnimizde yeniden kurmak istiyoruz.
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, sergiyle, caddelere koyduğu panolarla, kitaplarla, Demir Özlü'nün çok sevdiğim kitabını anarak yazmalıyım, 'Bir Beyoğlu Düşü'nü gerçekleştirdi.
Anıların öznelliğine, kişisel belleklerin unutkanlıklarına karşılık, tarihin nesnel varlığını koyuyor bu çalışmalarıyla.
GEZMEK, dolaşmak, öğrenerek yaşamak ya da yaşayarak öğrenmek.
İkisinin de yanısıra Beyoğlu üzerine yayınladıkları kitaplardan, bir efsanenin edebiyatını, semtin fotoğrafını, ünlülerini, geçmişten bugüne yaşayışını ayrıntılarıyla okumak gerekiyor.
Fırsattır, Beyoğlu'nu söylentilerden, kulaktan kulağa aktarılandan kitap sayfalarına taşımak.
Selahattin Özpalabıyıklar'ın hazırladığı 'Türk Edebiyatında Beyoğlu', yetmiş iki yazarın değişik türlerdeki eserinden seçmeleri içeriyor. 1870'den 2000'e kadar uzanan zaman diliminde Ahmed Mithat Efendi'den küçük İskender'e kadar edebiyatın penceresinden Beyoğlu'nu izlemek, gözlemek gerçekten tadına doyulmaz bir gezidir benim için.
Her yazarın ayrı Beyoğlu'su var, sizin uyuşacağınız, seveceğiniz bir Beyoğlu'yu bu kitapta bulabilirsiniz.
Sevdiğiniz yazarla, şairle birlikte çıkarsınız artık Beyoğlu turlarına.
'Bir Beyoğlu Fotoromanı'nda adım adım, nerdeyse bu semtin santimetrekaresinin öyküsünü, tiplerini okuyunca, gerçekten de oranın ölmeyen yanının nereden kaynaklandığını herkes kendince keşfedecek.
'Beyoğlu Müzesi İçin Öneriler'de, böyle bir müzenin gerçekleşebilmesi için ilk malzemeleri bulabilirsiniz.
Her kuşağın, yalnız İstanbul'da yaşayanların değil, bütün Türkiye’dekilerin ihtiyacı var bu müzeye.
Çünkü bugünle dünü karşılaştırmak, Kozmopolit İstanbul'u nostaljik bir kavram değil, gerçek yerine oturtmak için de bu müze mutlaka kurulmalıdır.
Murat Germen'in fotoğraflarından oluşan 'Duvarların Arkasında -Cadde-i Kebir'in İçyüzleri' fotoğraf sergisini görünce, kafanızdaki bilgiyle görüntü örtüşür.
* * *
MÜNİR NURETTİN SELÇUK'un tanburunu gördüm sergide.
Saray Sineması’ndaki konserini anımsadım. Çocukluk günlerimin tülleri arasından.
Frakla, iskemleye oturmuş, frağının kuyruğunu düzeltmiş, kendi bestesinin anonsunu yapmış, tanbur çalıp söylemişti.
Kaç yüzü vardır bu Beyoğlu'nun.
Hatırlayana aşk olsun.
Paylaş