Paylaş
Daha doğrusu, düşündüklerimi yeniden gözden geçirme gereğini duyurdu.
Biri, Hıfzı Topuz’un yazısı*, diğeri de Selçuk Altun’un ‘32 Şairin İmzaladığı Kitap’** başlıklı yazısı.
Hıfzı Topuz, yazarların çoğunun karşılaştığı soruyu bize iletiyor:
“İmza günlerinde okuyucularım bana sık sık, ‘Hıfzı Bey anılarınızı yazmayacak mısınız diye soruyor. Ben de yazdım ya, diyorum: ‘Parisli Yıllar’, ‘Eski Dostlar’, ‘Elveda Afrika’, ‘Hoşça Kal Paris’, ‘Gülümseyen Anılar’, ‘Ardından Yıllar Geçti’ (Söyleşi), ‘Paris 1968’, ‘Nişantaşı Anıları’, ‘Gizli Aşklar’.
Bunlar birer anı kitabı değil mi?”
Nedense çoğu okur, anlatılan anıların biraz daha derinlerdeki detaylarını okumak istiyor. Bir serüven gibi... Oysa insanların söylemek istemediği, yazmak istemediği kendine kalması gereken anılar da olmalı.
Hıfzı Topuz’un yazısı bundan sonra anılarını yazacaklar için de yol gösterici bilgiler içeriyor. Öyle zengin kaynaklar sunuyor ki... Bu yazıdan, anılarımı yazmama gerekçesini, sağlam dayanakları bulduğum için sevgili Hıfzı Topuz’a teşekkür borçluyum.
Zaten yaşamını bütün yönleriyle kâğıda döken kaç kişi var.
Çünkü anılar sadece bize ait değildir, başkalarının da o anılarda yeri, hakkı vardır. Ne hakkımız var, onu da kişisel hayatımızın içine tıkıştırmanın.
Hiç kuşkusuz edebi anıları severim, onun içinde dostlarınız, edebiyat tarihinin önemli anları vardır. Hepimizin yazılarında anı kırıntıları var, onları dikkatle okuyanlar bütüne ulaşabilir. Ancak, ‘anı’ adı altında her şeyi yazmanın da doğru olmadığı kanısındayım.
Hıfzı Topuz’un yazısında paylaştığı, Alfred de Musset’nin görüşünü öylesine benimsedim ki anılarımı yazmamı isteyenlere bu yazıyı okutacağım: “Anıların ne değeri var? Budalalıktır anılar...
Her şeyi söyleyemezsiniz. Yarı gerçek, yarı uydurma şeyler çıkar ortaya...”
Kanaatimce, bu yazı anı türünün niteliği üzerine de düşündürecek bizi.
Tabii Batı edebiyatında karşımıza çıkan ‘itiraflar’ın anıdan farklı özelliği olduğunu, ‘kişisel’ çerçeveden kaleme alındığını belirtmek gerek...
*
SELÇUK ALTUN’un OT’taki yazılarının da takipçisiyim. Altun’un başka dergilerdeki yazı ‘konsepti’ de özeldir. OT’taki yazılar iyi edebiyat magazininin nasıl yapıldığını gösteriyor.
Hem bütün dünyadaki akımları, kitapları bu yazılardan izleyebilirsiniz hem aradığınız, farkında olmadığınız bilgileri ondan öğrenebilirsiniz hem de küresel ölçekte edebiyat dünyasında gerçekleşen hadiseleri okursunuz.
Soluk soluğa bir edebiyat takipçisidir o.
İmzalı, ender bulunan kitaplar için, Selçuk Altun Çin Seddi’ni aşabilir.
Yazının başından bir cümle: “Kitaplığımdaki her imzalı kitabın yazar veya şairinin ruhundan bir parça taşıdığını düşünürüm. Onları ailemin, hatta bedenimin bir parçası bellerim.”
Altun’un beni ilgilendiren yöntemi, bir kitabın arkasındaki serüveni araştırmasıdır.
Yazıda Kingsley Amis’in kitaplarının satılması, bir ailenin kitabın aidiyeti konusundaki ilgisi ya da ilgisizliğini ortaya koyuyor. Altun’un kitabın aidiyetine dair duygusal, ruhsal bağlantının nasıl işlediğini gösteren yazısını okumalısınız.
Thomas Bernhard’ın bir imzalı fotoğrafını bulduğunda nasıl sevindiğini öğreneceksiniz yazıda. Aynı sayfada, Enis Batur’un kendisine armağan ettiği bir haritadan nasıl Nâzım Hikmet’e vardığını da okuyacaksınız.
Kitabın ötesindeki ruhu keşfeden bir medyumdur Selçuk Altun.
*
İKİ yazı da sizi edebiyatın, yaşamın içine çekecek.
..............................
(1) Tuhaf, Temmuz 2017
(2) OT, Temmuz 2017
Paylaş