Paylaş
En çok tatil yapan ülkelerde Avrupa ikinciliğini kazanmışız. Sanırım tatildekiler bu habere sevineceklerdir. Kültür sanat alanında, yazma özgürlüğü konusunda alt derecelerdeyiz ama tatilde başarılıyız. Yıl hesabına göre sıralama şöyle:
Slovenya 15 gün, Türkiye 13.5 gün.
Listede üçüncü, dördüncü sırayı Avusturya ve İtalya alıyor.
Genellikle Türkiye’de birçok kişiden şu cümleyi çok duyarım:
Bu hafta tatil yapamadım. Peki tersini söyleyen, bu hafta çalışamadım, verimli olamadım diyen var mı? Hatırlayamıyorum. Bayramda, resmi tatillerde acıdığım çalışanlar vardır.
Şoförler, emniyet görevlileri, trafikte çalışanlar, itfaiyeciler, alışveriş merkezindekiler... Unuttuklarım varsa beni bağışlasınlar. Onlar bayram hakkında ne düşünürler bilemiyorum.
Bir önerim var:
Bayramda tatil yapmadan çalışan bu kitleye, bayram tatili kadar gün izinlerine eklenmeli. Hadi diyelim özel teşebbüste fazla mesai kavramı var, peki devlet memuruna emeğinin karşılığı nasıl ödeniyor?
Bence bayram tatili kadar onlara da tatil verilmeli, bu eşitliği gerçekleştirmeliyiz.
Gazete her gün yayımlandığı için gazeteci tatil yapamıyor. Eskiden Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Bayram Gazetesi adıyla gazete çıkarırdı. Böylece hem gazeteciler dinlenir hem de cemiyet bir gelir elde ederdi. Bence iyi bir uygulamaydı.
Seyahate çıkacaklara, çıkanlara da bir hatırlatmada bulunacağım.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Haşim’e bakın ne demiş: “Seyahate giderken, mutlaka pahalı bir valiz al. Çünkü ona göre itibar görürsün.”
Bundan sonra, insanlara valizine göre muamele edeceğim.
***
YAZARLARIN tatiline gelince... Uzun yaz tatilleri, bayram tatilleri neden yazmayı engellesin. Günlük stresten uzaklaşma sözü bana inandırıcı gelmiyor.
Ben yazmanın ara verilemeyecek bir uğraş olduğu kanısındayım. Elbette birkaç gün hariç.
Kesin bir hesaplama yapmadım ama tatillerde, bayramlarda aralıksız yazan iki kişi var.
Biri Ertuğrul Özkök, diğeri de ben. Biz, gündelik yaşamımızda okuduklarımızı, seyrettiklerimizi, gördüklerimizi hemen okura iletmek istiyoruz. Okurun bunu merak ettiği, beklediği kanısındayız. Kimileri de bunu bir hüsnükuruntu olarak görebilirler. Üstelik şimdi teknoloji öylesine gelişti ki, her yerden yazı gönderebilirsiniz.
Zaman zaman arkadaşlara imreniyorum. Onların “Tatile çıkıyoruz” notlarını görünce John Patrick’in ‘Çayhane’ (The Teahouse in the August Moon) oyununu anımsarım. Sonradan sinemaya da aktarıldı.
Bir grup ellerinde valizleriyle birlikte geziye giderken biri gelir, nereye diye sorduklarında, benim canım çekti der.
Yanlış anımsamıyorsam Zeki Müren de o piyeste oynamıştı.
Yazmaya gelince...
Nurullah Ataç, bir edebiyat adamının yirmi dört saat edebiyatı düşündüğünü, yaşadığını yazmıştı.
Demek ki yazıya ara vermeyeceksiniz.
Anton Çehov’un öğüdünde doğruluk payı yüksek.
“Yazın, yazacak bir şeyiniz yoksa, yazacak bir şeyim yok deyin gene yazın.”
Ya Sait Faik Abasıyanık’ın öyküsünü umarım okumuşsunuzdur.
Yazmamaya karar verir, sonra da yazmadan edemeyeceğini anlayıp, bakkaldan bir kâğıt, bir de kalem alır, çakısıyla kurşunkalemi açar ve yazmaya başlar.
***
UÇAKTA yolculara birer anket formu dağıtmalı.
Sorulardan bazıları şöyle olabilir:
Çantanıza hangi kitapları koydunuz?
Tatilde hangi kitapları, CD’leri aldınız?
Hangi müzelere gittiniz?
Yoksa gittiğiniz gibi mi döndünüz?
Sanırım istatistikler ilerideki çalışmalar için yararlı bir kaynak niteliği taşır.
Paylaş