Ara olmak kolay değil

Nezih Tavlaş’ın kitabı Foto Muhabiri Ara Güler, büyük ustanın yaşamını kaleme getiren bir çalışma.

Tavlaş, Ara üzerine araştırma yapmış, dönemlerin siyasal olaylarının kısa tarihini yazmış. Ara’ya da yönelttiği sorularla, zengin meslek yaşamından önemli anekdotlar aktarmış.

Ara, ısrarla ‘Ben foto muhabiriyim’ der. Gerçekten de ulusal ya da uluslararası olayların hepsinde bulunmuştur.

Foto muhabiri, toplumun/toplumların tanığıdır. Tarihin önemli olaylarını, görsel malzemelerle belgelerler bizim için.

Biyografisinde, bir kare uğruna çektiği cefaları okuduğunuzda, heyecanlı bir filmden sahneler seyreder gibi hissedeceksiniz kendinizi.
Ara’nın kendine özgü ince alayı, insanı gülümsetiyor hatta kimi yerlerde belki de kahkahayla güldürüyor.

Bir İstanbul çocuğunun bütün zarifliği vardır onda. İyi, büyük sanatçıların alçakgönüllüğünü de onda görürsünüz.

Foto Muhabiri Ara Güler’de dünyaca ünlü bir foto muhabirinin yükseliş serüveninin yanı sıra, Türkiye’deki ve dünyadaki ihtilallerin, darbelerin de öyküsünü bulacaksınız.

Ara Güler’i elbette tanıyorsunuz ama yıl yıl yaşamını okumamışsınızdır, bu açıdan da ilgi çekici bir çalışma.

Hasan Şenyüksel, Önsöz’ünde önemli tespitlerde bulunuyor: “Dünya üzerinde fotoğraftaki gerçeklik akımının temsilcileri Alfred Stieglitz, Ansel Adams, Edward Weston, Henri Cartier Bresson ve Paul Strand’ın ardından Türkiye topraklarında yetişen Ara Güler büyük yankı uyandıran foto-röportajlarında, objektifinin odağına oturttuğu insanı; var olduğu gerçeklikten koparmadan ancak aynı oranda da estetik bir biçimde fotoğraflayarak bu efsane isimlerin arasında hak ettiği yeri almıştır. (...)

10 yıldır birlikte çalışma onurunu yaşadığım Ara Güler gibi bir efsanenin hayatını okurken, çevirdiğiniz her sayfada, Ara Usta’nın hayata bakışındaki o müthiş ‘sense of humour’u hissedecek, beyinlerimize kazınan unutulmaz karelerin de aslında hiçbir şekilde şans veya rastlantıyla oluşmadığını göreceksiniz.”

Türk ve dünya ünlülerinin fotoğraflarını çekmek için verdiği emeği, gösterdiği tahammülü ancak meslek aşkına bağlayabilirsiniz.
Yoksa üç gün birinin kapısında beklenir mi?

Babası eczacı Dacat Bey, Çanakkale Savaşı’na katılmış, iki kere bacağından yaralanmış, bakın kızdığı zaman ne dermiş: “Babam bazen çevresinde ‘Siz Ermeniler’ filan muhabbeti döndüğünde kızıp küfrü bastıktan sonra, ‘Sizin babanız nalbantlık yaparken ben Çanakkale’de harpteydim. Bu vatan için Çanakkale’de kan döktüm, gazi oldum, peki sen ne halt yedin’ diye gururla çıkışırdı.”
Kültür-sanat gazetelere nasıl girdi? Zamanın edebiyatçı toplantıları her anıda yer bulur. Ara’nın çektiği fotoğraflara, o yazarın, şairin içi yansır. Çünkü onu tanımış, onun kitabını okumuştur.

Eyüboğlu Faktörü bölümü, Türkiye’de aydın kıyımına bir örnek olduğundan bazı satırları okumalısınız: “Sabahattin’in evine bir şey yapmak, bir şey öğrenmek, bir şey danışmak için gidilirdi. Her gün, her saat birilerinin gelip gitmesinden hocanın yaşama ve çalışma düzeni karışmış olacak ki, kalabalık toplantıları sadece pazartesi günleri yapmaya başladı. İlk önceleri edebiyat olan, sanat olan ana konular bir süre sonra biçim değiştirdi. Konuşmaların yerini projeksiyon, diyapozitif gösterileri, geziler sırasında çekilen görüntüler üzerine yapılan tartışmalar aldı. Yani edebiyat yavaştan yavaştan yerini görüntülere bırakmaya başladı.”

Orhan Veli Kanık ve Sait Faik Abasıyanık’la nasıl tanıştı?

Her aydının yaşadığı kâbusu o da yaşadı: “Ben yedek subaya giderken bütün Nâzım Hikmet’leri, solcu kitapları yakmışımdır sobada. Türkiye böyle acayip devirler geçirmiştir.”

Her meslekteki insanların gülünç anıları vardır. Ara Güler bunların en eğlencelilerinden birini yaşadı. Örnek vereyim. Arjantinli generalleri mi çekmişti yoksa sadece üniformalı olan başka bir meslek grubunu mu?

“Hikmet Feridun’da duruyor resimler; ‘Nedir bunlar?’ dedi. Baktım baktım hatırlamadım. Uydurdum ‘Onlar Arjantin generalleri, Adnan Menderes Arjantin generallerine madalya taktı’ dedim. Tamam dedi gittim. Ertesi gün Hikmet Feridun tekrar beni çağırdı. Biraz kızgındı.
‘Gel Arjantin generalleri seni bekliyor,’ diyor. Neymiş biliyor musun benim Arjantinli generaller zannettiğim adamlar; Kapalıçarşı yangınında yararlılık gösteren itfaiyecilermiş.”

6-7 Eylül Olayları’nı anlattığı bölümlerin birçoğunu belki bugün tebessümle okuyoruz, ama kimi yerlerde Ara’nın yaptığı tespitler de gerçekten önemli. O tebessümlerin arkasında aslında garip bir iç burukluğu da gizli: “Bir Japon mağazasıydı. Birinci katta, yukarıda bir kuyruklu piyano var. Vitrin kırılmış, adam piyanoyu aşağı atacak ama, piyanonun ön ayağı bir şeye takılıyor, bir türlü düşmüyor. Ben de aşağıda bekliyorum. Atarsa resmini çekeceğim. Adamlara ‘Dur’ diyorum. ‘Hazır değilim, ayar yapıyorum.’ Sonra ‘Tamam, ben hazırım, istiyorsan at’ diyorum. İtiyorlar itiyorlar, neyse piyanoyu havadayken çekiyorum. Böyle olaylar işte...”

Yazıyı bitirince, şöyle bir duyguya kapıldım. Acaba sevgili dostumun meşakkatli meslek yaşamından hep eğlenceli olanları mı seçtim? Yoksa kendisiyle ne zaman bir araya gelsek de her zaman böyle şenlikli anları anlattığı için mi, ben de bunları paylaşmayı seçtim?

Sevgili Ara, cefayı da okurlar kitaptan öğrensin...

Yazıyı dostum Ara Güler’in bir sözüyle bitirelim: “Bir patlama olduğunda olay yerine doğru koşan kişi foto muhabiridir,oradan kaçan ise fotoğrafçı.”

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ

Tennessee Williams Arzu Tramvayı İmge
Metin Eloğlu İstanbullu YKY
Laurent Fleury Max Weber Dost
Fıstık Ahmet Bir Başka Kentte Ölümü Beklemek... Adalı
Bekir Sıtkı Sezer Üzüm Yazı Everest
Yazarın Tüm Yazıları