Anadolu yakasını geziyoruz

Semt kitaplarının artması, bir şehrin doğru tarihinin yazılması için ilk şart.

Yalnız yazılı tarihin değil, sözlü tarihin de tanıklıklarıyla, o semtte yaşayanları bilgilendirmekten öte, bir ülkenin tarihinin bütünlenmesine de büyük etkileri olmaktadır.

Bugün iki kitapla Boğaz’da ve Anadolu Yakası’nda dolaştıracağım sizi. Bazı binaların yerinde yeller esiyor, onun yerine başka yerler yapılmış. Ama orada yaşayan eski kuşak veya dünden bugüne aynı semtte yaşayan aileler, anı birikimlerini böyle kitaplarla zenginleştirirler.

Ali Bilir’in Çeşmibülbüle Gizlenmiş Ábıhayat-Beykoz kitabı ile Gönül Halıcı’nın iki ciltten oluşan İstanbul Anadolu Yakasında Tarihsel Bir Gezi kitapları, semtleri bütün varlıkları, anıları ile size tanıtacak.

BEYKOZ’U YAKINDAN TANIYINCA DAHA ÇOK SEVECEKSİNİZ

Beykoz,
İstanbul’da yaşayan herkesin bildiği, en azından adını duyduğu bir semttir.

Orada yaşayan da, gezen de, günübirlik oraya giden de acaba Beykoz’u tanıyor mu? Hayır.

Bu kitapların en önemli işlevi bence budur. Beykoz’u bilince, Boğaz’daki yerini, tarih içindeki önemini anlamak mümkün oluyor böyle çalışmalarla.

Murat Belge, Sunuş’ta, semt tarihlerinin önemine değiniyor: "Ali Bilir’in Beykoz üstüne çalışması sözünü ettiğim, sayısı yavaş yavaş çoğalmaya başlayan ’Semt Tarihleri’nin bir tanesi, en yenilerinden biri. Öğrendiğime göre yazarın bu çerçevede yazdığı ilk eser değil. Doğduğu yer olan Görele’nin de benzer bir tarihini yazmış. Şimdi, Beykoz’da çalışmaya başlayınca buranın da bir kitabını yazmaya karar vermiş."

Ali Bilir
de Teşekkür’ünde, Beykoz’un tarihinin önemli olaylarını ve bu kitabı yazma sebebini kaleme almış:

"Coğrafi konumu itibariyle önemli ve stratejik bir konumda olan Beykoz’un bilinen tarihi M.Ö. 700 yıllarına kadar dayanmaktadır. Traklar, Persler, Bizanslılar, Müslüman Araplar, Timur ve son olarak Osmanlılar, Beykoz’a İstanbul kadar önem vermişlerdir. Çünkü İstanbul’a hakim olmanın ya da İstanbul’da tutunabilmenin en önemli yolunun Beykoz’u elde etmekten geçtiğini düşünmüşlerdir.

Bu nedenle Beykoz’da kalan ya da Beykoz’a uğrayan her medeniyet, burada bir iz bırakmıştır. Kuşkusuz Beykoz’un bugünkü imarının temellerini atan, onu bir merkez haline getiren ise Osmanlılar’dır. Anadoluhisarı’nı inşa eden Yıldırım Bayezid’den itibaren özel bir öneme kavuşan Beykoz, Fatih’le birlikte Osmanlılar için eğlence ve dinlencenin merkezi haline gelmiştir. Hoş ve güzel havası, av alanlarının genişliği hemen hemen tüm padişahların dikkatini çekmiş, birçok padişah burada köşkler, kasırlar, has bahçeler yaptırmıştır. Bunun yanı sıra cami, çeşme gibi birçok hayır eserini Beykozlular’a armağan etmişlerdir.

Ancak Beykoz’un maalesef bugüne kadar, bir tarihi eser envanter çalışması yapılmamıştır. Çeşme, cami gibi ihtiyaç dolayısıyla ayakta tutulabilen birçok mimari eser, ihtiyaç nedeniyle yapılan tamirat ve tadilatlarla maalesf aslından çok uzaklaştırılmıştır.

Bu yok olma ve tahribatın önüne geçmenin öncelikli yolu tesbit ve teşhistir. Bu çalışmadaki esas amaç, bu yok olmanın önüne geçecek çalışmalara katkıda bulunmaktır. Bu çalışma ile Beykoz tarihinin sosyal, kültürel, ekonomik yönleri, sanayileşmedeki öncül konumu, tarihi coğrafyası, bugüne ulaşan ve ulaşamayan mimari eserleri, nüfus hareketleri, bilimsel ölçekte titizlikle bir araya getirilmiştir."

Geçmişteki Beykoz’un nasıl bir yer olduğunu okuduğumuzda, bugününü daha iyi anlayabiliriz:

"1856-58 yıllarında istanbul’da bulunan Fransız elçisi M. Thouvenel’in yeğeni Durand de Fontmagne ise Beykoz hakkında şu ifadeleri kullanmaktadır:

Tarabya’nın karşısında Beykoz var. Çok iyi güneş aldığı için orayı her zaman tercih ediyoruz. Büyük çınarların gölgelediği küçük bir meydanı, çeşmesi ve sağa sola dağılmış şirin evleri ile hoşumuza gidiyor. Türk evleri umumiyetle hep aynı modeldir: Temelden dört-beş ayak yükselen bir taş duvar, bunun üstüne ahşap iki kat. Bu katlar kafesli pencereler ardından her köşede aynı havayı almak, aynı manzarayı dışarıdan görünmeden rahatlıkla seyredebilmek için dikkatle yapılmıştır. Sarı, pembe ve açık mavi, Osmanlılar’ın evlerini boyamak için tercih ettikleri renklerdir. Eşyalarını ise ekseriyetle koyu kırmızı ile döşüyorlar. Beykozlu balıkçılar filelerini alçak dallara asarak tamir ediyorlar. Görünürde bir tek kadın yoktur. Kadınlar, Müslüman ádetlerine uygun olarak içeride kalıyorlar. Kahve ve gazino gibi bir şey de yok; her yer sessiz. Boğaz’ın bu şirin köşesinde derin bir sükunet hüküm sürüyor..."

Beykoz’u tarihiyle, yapılarıyla tanıtacak bir çalışma. Sadece yapılar, binalar değil, buradaki sosyal aktiviteler, semtin ünlüleri, spor kulüpleri, bunların kurucuları ve semtte izi olan daha pek çok şey bu detaylı monografide yer alıyor.

ANADOLU YAKASINDAKİ  EDEBİYATÇI SANATÇI HARİTASI

Gönül Halıcı’nın İstanbul Anadolu Yakasında Tarihsel Bir Gezi kitabının en ilgilendiğim sayfaları, Kadıköy’de yaşayan edebiyatçılar ve sanatçılar bölümü oldu.

Gönül Halıcı, Sunuş’ta, yaşadığı şehirle insan arasındaki vazgeçilmez etkileşime değiniyor: "Bir ömrü yaşadığım Kadıköy beni tutsak yapmıştır. Zaman içinde her şeyde olduğu gibi birçok şeyin değiştiğine şahit oldum. Mevsimlere teslim olan tabiatın getirdikleri gibi, zamana teslim olan maddenin sessiz boyun eğişleri içinde değişimleri beni daima etkilemiştir. Sanki kendi yaşam tarihimizi de şehirle birlikte yaşıyoruz."

Halıcı,
İstanbul’un Anadolu Yakası’ndaki semtleri teker teker yazmış, tarihini, istasyonunu, köşklerini, camilerini, kiliselerini, okullarını, çeşmelerini incelerken bunları görsel malzeme ile de zenginleştirmiş.

Kadıköy’ün Ünlü Edebiyatçıları, Kadıköy’ün Ünlü Musiki Üstatları bölümlerinde, tanıdığımız adların kısa biyografilerine de verilmiş. Kitabın kendine özgü üslubuna dikkatinizi çekmek isterim. Çok öznel tesbitler, kitabın özelliğini oluşturuyor. Halıcının kullandığı dil, ilk dikkatimizi çeken ve sıradan semt monografilerinden onu ayıran bir özelliğe sahip.

Kitabın başında tanınmış şair Feyzi Halıcı’nın İstanbul’un Anadolu Yakası şiirini mutlaka okuyun, o yakayı hem tarihiyle, hem özellikleriyle, hem de kişileriyle anlatan usta işi bir şiir.

Gönül Halıcı, annemin de mezun olduğu Erenköy Kız Lisesi mezunu, sonra da hukuk okumuş.

Daha önce Rıdvan Paşa Köşkü olan Erenköy Kız Lisesi’nin serüveni, öldürülen Rıdvan Paşa’nın serüveni gerçekten hüzünlü ve ilgi çekici.

Sık sık başvuracağımız hoş bir kitap, zevkle okunuyor. İkinci ciltte de Boğaziçi var. Anadolu Feneri’nden Ayazma’ya kadar geniş bir semt taraması.

İki kitap da semt tarihleri açısından belgesel öğretici bir özellik taşıyor. Her ikisi de gerek buraların, gerek İstanbul’un tarihini yazacaklar için çok önemli kaynaklar.

Yoğurtçu Parkı

Bugün Yoğurtçu Parkı olarak adlandırılan yerde, daha önceleri hiçbir ağaç yoktu. Eski tarihlerde bulunan tahta köprüden başlayıp Kalamış Koyu’na kadar uzanan ve Kurbağalıdere’yi içine alan dar bir çimenlikti. Sadece yazları çalışan bir kır kahvesi vardı. Derenin suyu temiz ve berraktı. Balıkçılar serpme ağ ile iri kefaller, balıklar yakalarlardı. Tahta köprünün başında, ağaçların altında dondurmacılar, kağıt helvacıları, leblebiciler, şerbet ve su satıcıları bulunurdu. Derenin kenarında birkaç bank bulunuyordu. Çayırın karşısında bir sıra ahşap evler de vardı.

İstanbul’un düşman kuvvetleri tarafından işgal edildiği yıllarda süvariler bu çayırlarda at koşturuyorlardı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan "Hilál-i Ahmer Kadıköy Şubesi"nin başkanı olan Süreyya İlmen, 1930 tarihlerinde, İstanbul valisi olan Haydar Bey’in "Her şeyi hükümetten beklemeyelim, memleketin imar işlerinde ahaliye birçok vazife düşüyor," diye konuşmalarından ilham alarak, bulunduğu teşkilatı harekete geçirmişti. Yoğurtçu Çayırı’nı kurutmayı ve bataklıktan kurtararak büyük bir orman haline getirmeyi ileri sürdü. Aynı zamanda dere kenarına bir rıhtım yapmayı ve bu rıhtımı Moda İskelesi’ne kadar götürmeyi önerdi. O tarihteki Kadıköy Belediye Müdürü Kemal Bey’e bildirdi. Kemal Bey de bu fikri Vali ve Şehremini Haydar Bey’e iletti ve izin aldı. Süreyya İlmen kendisi ve eşi için 100 lira, oğulları ve kızları adına 25’er lire katkıda bulunarak ilk bağışları toplamaya adım atmıştı. Yoğurtçu köprübaşına çadır kurdurmuş ve iki kazık üzerine derenin ileride alacağı manzarayı gösteren bir tablo asarak yapılacak yardımlara bir çağrı hazırlamıştı. Burayı bir orman yapıp ortasına da bir müzika yeri yapılmasını ve cuma günleri halka çalınmasını istemişti. Dereden çıkarılan toprakla rıhtımın arkası doldurulmuş ve bataklık olan yerler drenajla kurutulmuştu. Çayıra, çam, çınar, ardıç fidanları diktirilmiş, rıhtım boyunca kanepeler konulmuştu. Bugünkü Yoğurtçu Parkı’nın temelleri böyle atılmıştı.

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ

Abdülhak Şinasi Hisar Kitaplar ve Muharrirler I YKY

Marc Levy Dostlarım Aşklarım Can

K. Doğan Dirik Vali Paşa Kázım Dirik Gürer Yayınları

İnci Enginün Türkçe’de Shakespeare Dergáh Yayınları

Nijat Özön Sinema Sanatına Giriş Agora
Yazarın Tüm Yazıları