AHMET PİRİŞTİNA’nın ailesine başsağlığı dilemek üzere evine gittim. Odaya girer girmez duvardaki resimler, bir ölü evinin soğukluğunu hissettirmedi bana.
Çünkü Nuri İyem’in tablolarındaki o kara gözler, hayatla ölümün aynı madalyonda bulunduğunun tesellisini yansıtıyorlardı.
Nedim Günsür’ün resimleri ise her şeye rağmen hayatın yaşamaya değer olduğunu, acılara direnmenin, kalemle değil fırçayla yapılmış, renkli manifestosuydu.
Eşi Mine Piriştina’ya, duvardaki resimleri sordum, ikisinin de kitaba ve resme olan düşkünlüklerinin, tutkularının derecesini, yaşadıkları bir olaydan öğrendim.
Resimleri, ressamları konuştuk, ikimizin de tanıdıklarıydı onlar.
Piriştinalar, ekonomik sıkıntı yaşadıkları bir dönemde, karı koca baş başa verip, bu sıkıntılarını nasıl gidereceklerini tartışıp çare arıyorlar.
‘Acaba’ diyor, Mine Piriştina, ‘Yazlık evi mi satsak, kışlık evi mi satsak bir türlü karara varamıyoruz’. Neyse ekonomik açığı bir başka şekilde kapatıyorlar.
Ahmet Piriştina eşine diyor ki:
‘Biliyor musun Mine ne dikkatimi çekti, bu sıkıntılı günümüzde bile tablolarımızı satmayı düşünmedik.’
Satamazlardı, biri önerse bir diğeri önlerdi.
Çünkü onlar, suni bir koleksiyoncu değillerdi, sanatın hayatlarının içine giren uzantılarıydı o tablolar.
* * *
DOSTLARI söyledi, Nuri İyem’in tablolarını Şile’ye gelerek almışlar.
Duvarlarında bir tek eksiklikten yakınıyor Mine Piriştina, Neşet Günal’ın tek resminin bile bu duvarlarda olmaması.
Türk resminin üç büyük adını da tanıyorlar, dostlukları var. Sadece bir alıcı değil Piriştinalar. Resim kadar ressamı da seviyorlar.
Onun sanatçılarla dostluklarını biliyorum, tanığıyım.
Bir yıl Uluslararası İzmir Festivali’nin açılış gecesi öncesi yemekte Metin Akpınar da vardı, evin karşısındaki Reyhan Pastanesi’ne gittiğimde Metin Deniz, Rutkay Aziz, daha sonra lokantada Timur Selçuk’la buluştuk.
Çevresinde sanatçı cemaati bulunmayan kişilerle bir türlü bağlantı kuramam, nedense bildiklerimi paylaşamayacağım kişiler arasında kaldım mı, pencerelerim kapanır, otomatik biçimde istorlarım iner.
Biliyorum sanatla, sanatçıyla olan dostluklarını. Onların sağlıklarıyla ilgilenişini.
Aziz Nesin’e, Ece Ayhan’a sevgisini.
İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı’nın jestini de okurlarıma aktarayım:
‘18. Uluslararası İzmir Festivali’nin 23 Haziran 2004 Çarşamba günü saat 21.30’da Efes Antik Tiyatro’da yapılacak açılış konseri Sayın Ahmet Piriştina’nın anısına ithaf edilmiştir.
Şef Lorin Maazel yönetimindeki konser, Büyük Başkan’a sanatsal bir saygı duruşu niteliğindedir.’
* * *
SANATA, sanatçıya saygı, sevgi duyanlar ebediyen insanın belleğinde ve yüreğinde yaşıyor.