23 yıl sonra gerçek bir 12 Eylül romanı

İBRAHİM YILDIRIM, iyi roman okurlarının beğendiği Bıçkın ve Ortahalli romanıyla üçlüsünü tamamladı.

Diğer ikisi Kuşevi'nin Efendisi ve Yaralı Kalmak'tı.

12 Eylül hareketinin yarattığı siyasal, toplumsal yıkıntıların temizlenme sürecini ve oranını kestirmek mümkün değil. Ne var ki 12 Eylül'ün en onulmaz yanı, onu yaşayanlara bir virüs gibi aşıladığı 'ruh üşümesi'dir.

Kitabın alt başlığı; Cinayet, Ülke Cinnet, darbe dönemlerinden sonra da sızısını sürdüren, kronik bir hastalığın teşhisidir.

İbrahim Yıldırım, Levent Cinemre'nin sorusunu şöyle yanıtlıyor:

‘‘12 Eylül'den sonra yaşananları, değişen, dönüşen bireyleri anlatır. Aidiyet duyguları yok olan, yani var oldukları yerden; sürdürdükleri hayattan başka yerlere savrulan, ötelere güdülenen insanların romanlarıdır onlar. Fonda tabii ki siyasi ortam, karabasan olarak var... Ama önemli olan bu değil; 12 Eylül'den sonra değişen, dönüşen bireyin dramı.’’

Bıçkın ve Ortahalli
'nin iki önemli kahramanı var, Ömer ile Edip. Maktul ve katil.

Romanın polisiye kurgusu, daha ilk satırda sizi meraklandırma amacını gerçekleştirecek düzeyde.

Ayrıca o tür romanlarda bulunması gereken tempoyu da yakalayabilmiş.

Cinnet, insanları elbet sağduyudan alıp götürüyor ama bir roman kahramanına yakışır tutkuları da armağan ediyor.

İbrahim Yıldırım, siyasallık dozunu; bir darbenin ürküntülerini, kahramanların edebi anlatımını zedeleyecek kadar öne çıkarmamış, hep bir fon müziği gibi içten içe kendini hissettiriyor.

Romanın beni saran bir özelliği de, sürekli bir hüznü, acıyı diri tutması, bireylerin serüvenini öne çıkarması.

Yazar, böyle kişilerin, böyle olayların bir darbe döneminde yaşanacağının ipuçlarını bize aktarıyor ama bütün insan ilişkilerini de siyasetin dar çemberi içine sıkıştırmıyor.

İyi bir polisiye romanda olması gereken merak unsurunu, çözüm girişimlerini, okur özgürlüğünün alanı içine bırakıyor.

Gene aynı söyleşide, edebiyatçının bir kahramanı, bir insanı, ölçülü biçili biçimde tanıyamayacağını belirtiyor:

‘‘Bir insanı nereye kadar tanıyabiliriz? Aslında bu sorunun yanıtı yok! Bir insanı sonuna kadar tanıyamayız, insan kendisini tam olarak tanıyamaz! Öte yandan Bıçkın ve Orta Halli bir cinayet romanı, bir cinnet tutanağı olarak da okunabilir.’’

İbrahim Yıldırım'
ın bir başka başarısı da, cinayetin/cinnetin olağan sayıldığı bir ülke atmosferini, karabasanı sonuna kadar aynı gerilimde götürebilmesi.

En sıradan ilişkileri, günlük yaşamı bile bu karabasan bağlamı içinde okudum.

İyi bir yazarın okur tuzakları vardır, bu sadece okuru avlamak için kurulmuş değildir, dikkatinin sınanması da girer içine.

Cinayetin araştırılması sırasında, çözme eyleminin izinde, bize gerçekçi tipler çizer. Banka memuresinden tutun Semiramis'e kadar.

İnsanların şüpheli kişilerle olan ilişkilerindeki kaçaklığını, sahtekárlığını, iyi bir romancı gözlemciliği sayesinde aktarmış.

Yazarımız, bir klinikte roman yazmaya başladığında; adeta kurallarını saptar, romanın iskeletini bulur:

‘‘Az önce; pencereden bahçeye bakarken iki önemli karar aldım: (1): Yazdıklarıma sanrı veya ihtilaç kesinlikle sızmayacak! (2): Edip'in ve onun meşum öyküsüne kısa bir Yıl Dökümü yaparak başlayacağım. Tabii ki gazete kesiklerinden de söz edeceğim; ama önce, sakin sakin tüyler ürpertici cinayete hazırlanmalıyım.’’

Yıl Dökümü
ile başlar, bu gerçekten okuru romana, cinnet günlerine, cinayete hazırlayan ustaca bir giriştir:

‘‘Hayat Edip'e yakışmıyordu: fütursuzluğu ve umarsız atakları, hayatı ara sıra kendine yakıştırmaya çalışan bu satırların yazarını her zaman tedirgin etmişti.’’

Dram okurun peşini hiç bırakmaz. Anadolu'nun Ketçe denilen bir yerinde, Bozuk Dam adı verilen ruh ve akıl hastanesini anlattığı sayfaları da ilgiyle okudum.

Tüyler Ürpertici Bir Cinayet bölümünde okur, 6 Ekim 1985 günü Edip'in gerçekleştirdiği söylenen öldürme eylemini ilgiyle okuyacaktır.

Aşağıdaki bölüm, sanırım klasik tasvir örneği olabilecek güçtedir:

‘‘Fındıkzade'deki küçük yorgancı dükkánında ekmek parası için çalışan adam, az sonra yaşayacağı vahşetten habersiz; bir türkü tutturmuş, gelecekle ilgili güzel hayallerinin eşliğinde dünyanın en güzel, en anlamlı işlerinden birini yapıyor; soğuk kış gecelerinde, insanları ısıtacak rüya örtüleri dikiyordu.’’

Ayrıntının işlevi varsa önemlidir, sözgelimi İbrahim Yıldırım, hallacın yayla kirişinin özelliklerini sıralar, çünkü bu cinayetin işlenişi konusunda bize yardımcı olacak bilgilerdir.

Bıçkın ve Orta Halli başlığının altındaki (s.145) satırlar romanın tam olmayan bir açıklaması sayılabilir:

‘‘Yaşadığımız terör ortamını, yaşamımızı etkileyen çarpıklıkları, ilişkileri dümdüz eden baskıları başarıyla işliyordu bu roman. Kişiler inandırıcıydı, dil özenliydi, gündeşti, tutarlıyıdı. Bu yazar da okumaya zaman ayırabilen biri kuşkusuz.’’

Cenaze töreninde tabut başındaki polislerin davranışından Sümbül Efendi'deki olaylara kadar her ayrıntı cinayeti biraz daha düğümlüyor, okurun çözme merakını tahrik ediyor. Sorularla, okuru yeniden bulduğunu sandığı çözümlerden uzaklaştırıyor.

Yazarın deyişiyle, aynı cehennemin insanları'ndan tutarlı bir roman çıkıyor ortaya.

12 Eylül'ün bireylerdeki tahribatını anlatan iyi bir roman.

Yavaş yavaş, sindire sindire okuyun, değer bu çabanıza.


DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ


Üç AşkJale Sancak Doğan Kitap

Tanrının EliJimmy Burns İthaki

İnsanca, Pek İnsanca Nietzsche Say

Aramızdaki En Kısa MesafeBarış Bıçakçı İletişim

Beyazperde ve Sahnede Názım HikmetOğuz Makal YGS
Yazarın Tüm Yazıları