Paylaş
Yaptığım görüşmelerden, okuduğum makalelerden sayfalarca not almıştım. Yazmaya başladığımda fark ettim ki içinden Trump geçen cümlelerden ruhum sıkılmış. Gayriihtiyari yazıdan koptum ve bulunduğum Karikatürcüler Derneği Ankara Bürosu’nun duvarlarındaki karikatürlere daldım.
Bedri Koraman’ın, Turhan Selçuk’un, Mim Uykusuz’un, Cemal Nadir’in karikatürlerine bakarken adeta zamanda yolculuk ettim. Benim tanıklık ettiğim döneme de denk geldiği için Bedri Koraman’ın rengârenk karikatürleri özellikle ilgimi çekti. O yılları gerçekten çok iyi özetlemişti.
Mesela bir karikatürde merhum Erdal İnönü ile Deniz Baykal birbirlerinin boğazlarına yapışmış, kıyasıya kavga ediyordu. Üzerinde durdukları sandal batmış, iki siyasetçi de suya gömülmüş, yüzeyde kalan can simitlerinin üzerinde “kurultay” ve “koalisyon” yazıyordu. Baykal’ın CHP’yi yeniden kurduğu, koalisyon ortağı SHP ile birleşme tartışmalarının ve liderlik kavgalarının başladığı günleri hatırladım.
Bir başka karikatürde, bir ringin üzerinde Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Erdal İnönü ve Mesut Yılmaz vardı. Demirel ile Yılmaz’ın boks maçının hakemi, o tarihte Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal’dı. Demirel, hem Yılmaz’a hem Özal’a yumruk atarken “Bir dublörüne, iki kendisine” diyor. Özal bir taraftan “Ben tarafsızım, genel konuşuyorum” deyip diğer taraftan Yılmaz’a “Boş böğrüne vur” diye fikir veriyor. Bu arada ringin bir köşesinde Ecevit ile Erdal İnönü yumruklaşıyor ve İnönü “Bırak bir-iki yumruk da onlara atayım” diye bağırıyor. Ecevit’in yanıtı ise “Bir yumruk sana, iki yumruk kendime” oluyor. Ringin diğer köşesinde ise Necmettin Erbakan taraftarlarına “Hadi kardeşler önce bir ringe çıkalım” diyor ve ringe tırmanmaya çalışıyor.
Tekrar bilgisayarın başına oturduğumda, “Eskiden böyle karikatürler çizilebiliyormuş” hissi yaşadım. Bilgisayarımın yanındaki açık gazete sayfasında CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun gazetelerin Ankara temsilcilerine yaptığı açıklamalar ile Muharrem İnce’nin “Yüreğiniz varsa beni verin” sözleri öne çıkmıştı. Biraz önce aktardığım iki karikatürdeki “sosyal demokrat ruh” karikatür olarak değil ama demeç olarak yine gazete sayfasında vücut bulmuştu ama bu seferki hiç de gülümseten cinsten değildi.
“Dokuz günlük bayram tatilinin ilk gününü yaşamaya başlamış insanlara Trump’tan, dolar kurundan, kurultaylardan söz etmek kadar büyük bir kötülük olur mu hiç” diye düşündüm ve o yazıdan vazgeçtim.
Kendimi sanatın gücüne teslim ettim. Başka karikatürlere, albümlere de baktım. Karikatürcüler Derneği Başkanı Metin Peker’e “Keşke Ankara’nın bir karikatür müzesi olsaydı” dedim. Onlar da çok istiyormuş. Ellerinde binlerce orijinal karikatür ve sanatçı albümü varmış ve bırakın sergilemeyi depolamakta bile zorlanıyorlarmış.
Geçen hafta Kopenhag’da gezdiğim Glyptotek Müzesi’ni hatırladım. Ülkenin ünlü bir işadamı tarafından açılmış ve muhteşem bir sanat koleksiyonunu barındırıyor. Rodin’in heykelleri arasında dolaşırken insan Rodin’e olan aşkından akli dengesini yitiren heykeltıraş Camille Claudel’in yaşadığı acıları hissediyor.
On gün önce Bursa’nın Nilüfer Belediyesi tarafından Misi köyünde kurulan Edebiyat Müzesi’ni gezdiğimde de aynı duygular içindeydim. Ülkü Tamer’in ünlü çakmağına bakıp kendi elyazısından “Getir bana” şiirini okurken de, Yaşar Kemal’le bütünleşmiş o siyah şapkasını görüp İnce Memed’in Abdi Ağa kanunlarına başkaldırışını düşünürken de Nâzım ile Orhan Kemal’in Bursa Cezaevi yıllarını yâd ederken de...
Kareli kâğıda mavi mürekkeple yazılmış bir şiir, birkaç karikatür, birkaç heykel, asırları geride bırakmış resimler, insanı bütün gündelik kaygılardan uzaklaştırabiliyor. Müzeler, geçmişi saklayarak ve göstererek zamanın acımasızlığına çelme takıyor.
Bu bayramda denize, kuma ve güneşe kavuşamayanlar, bulundukları şehirlerdeki müzelere akın etse, hatta önünde kuyruk olsa nasıl olur?
Mutlu ve huzurlu bir bayram diliyorum.
Paylaş