Paylaş
Kıskançlık; benim genlerimde yok galiba… Ne olursa olsun, kim olursa olsun kıskanmam… Ama hayranlık duyarım, gıptayla bakarım. “Ben niye yapmadım, ben niye düşünemedim” derim. Sonra da gider; başarılı olanları tebrik eder, alkışlar… Üzerine bir de yazı yazarım.
Geçenlerde bir dostum; “Yazılarında daha çok övgü var, insanları bu kadar yüceltme” dedi. Güldüm…
“Ben de tam bunu yapmak istiyorum” dedim. Çünkü aksini yapan çok, yerden yere vuran çok… Ölçüyü kaçıran; her şeyin ters tarafından gören çok… Karalar bağlayan, toplumu karamsarlığa iten çok…
Dediğim gibi ben tam tam aksini düşünüyorum.
Çocuklarımızın, gençlerimizin iyi rol modellere ihtiyacı var.
Merdivenleri teker teker çıkmış; hayata iddialı bakan, dünyayı değiştirme gücünü içinde hisseden, farklı, renkli, özgüveni olan insanlara…
O yüzden hep klasik, bilinen siyasetçi tipinden çok uzak siyasilere ihtiyacımız var.
O yüzden hayata farklı bakmamızı sağlayacak sanatçılara ihtiyacımız var.
O yüzden dünyanın her yerinde çalışabilecek ve başarılarıyla adından söz ettirecek profesyonellere ihtiyacımız var.
O yüzden markalarına yatırım yapan işadamlarımıza ihtiyacımız var.
Ben de onları tanıdıkça, onları buldukça, onları yakaladıkça yazıyorum.
Kıskanmıyorum; hayranlıkla izliyorum.
Dünya bir sahnedir; kadın erkek ancak birer oyuncu
Telefonuma düşen “Müşfik Kenter’i kaybettik” mesajından sonra birkaç gündür; onun yazdığı yazıları, şiirleri okuyorum; onunla yapılmış röportajlarını izliyorum. Oynadığı bazı oyunlardaki minik bölümleri… Ve onunla ilgili yazılanları okuyorum.
Ertuğrul Özkök; www.hurriyet.com.tr de müthiş yazdı. “Yarını bekleyemedim” dedi.
“Erkek güzelliğinin Benjamin Button’uydu o… Büyüdükçe güzelleşen, güzelleştikçe büyüyen bir erkek. Sanatıyla güzeldi. Bakışıyla güzeldi, güven vericiydi. Sesiyle koskoca bir toplumu sakinleştiren, o topluma güven veren müsekkin sanatçımızdı. Sesi olağanüstüydü…
Kaybettiğimiz insan; bir tiyatro binası kurmak için Anadolu’yu karış karış gezen bir aristokrattı.
İnanın en güzel sesimizi, bizi en fazla biz yapan sessizliğimizi kaybettik.”
Büyük sanatçılar böyledir; güven vericidir, koskoca bir toplumu sakinleştirendir. Her hırçın olduğumuz anlarda bile o sesiyle, sahnedeki duruşuyla; Zanax etkisi yapandır. Bize hayal kurdurandır, bizi başka dünyalara götürendir.
Dedim ya… “Kıskanmam ama hayranlıkla izlerim” diye… Müşfik Kenter de; işte o isimlerden biriydi. Türkiye’nin tartışmasız en büyük sanatçılarındandı.
Sahne çok başka bir yerdir; bilirim. Her ne kadar Müşfik Kenter; yaşamı bir tiyatroya, hayatın akışını da sahneye benzetip, “Bütün dünya bir sahnedir. Kadın ve erkek ancak birer oyuncu… Sıraları geldikçe sahneye girerler ve çıkarlar” dese de… Sahnede büyülemek, etkilemek, oyunculuğunu sergilemek, farklılığını ortaya koymak bambaşka bir şeydir. Büyük sanatçılar çok ayrı bir yerdedir.
XXX
Yıldız Kenter’in şu yorumu beni aldı yıllar öncesine götürdü. Yan yana görmeye hep alışık olduğumuz, kardeşi, can yoldaşı, sahne arkadaşı, her şeyi Yıldız Kenter şunları söylemiş Milliyet’teki röportajında…
“Utangaç bir insandı. Az konuşurdu. Röportaj filan yapıldığı zaman ben bir soruya cevap verirdim, Müşfik de döner ‘Ben de ablam gibi düşünüyorum’ derdi. Ama sahneye çıktığı zaman ondan daha güzel, daha etkili konuşan çok az oyuncu tanıdım. Sahnede rahattı. Evinde gibiydi demiyorum, sahnede gibiydi. Ama çok rahattı. Müthiş bir içgüdüsel gücü vardı sahnede. Ondan çok şey öğrendim. ‘Dur bakayım şimdi Müşfik ne diyecek burada?’ derdim, ‘Nasıl bir tonlama yapacak?’. Hemen ondan çalar, onun üstüne inşa ederdim rolü. Çok doğal bir yeteneği vardı. Daha çok duygularından, dürtülerinden kaynaklanan...”
XXX
Tarihi tam hatırlayamadım. Ama ya lise bir ya da ikideydik Tevfik Fikret’teki arkadaşlarımla Atatürk Kültür Merkezi’ndeki Müşfik Kenter’in başrol oynadığı bir oyuna gitmiştik. Bin bir ricayla ve tanıdıkları araya sokarak kulise girdik. Müşfik Kenter oturmuş; elindeki kitabı okuyordu. Belli ki makyajı tamamlanmış; oyun saatinin gelmesini bekliyordu. Sakindi, biz ise çok heyecanlı. Tanıştık; biraz konuştuk. Galiba; biz daha fazla konuştuk. Ben elimdeki Çehov’un Martı’sını kendisinden imzalamasını istedim. İmzaladı… İzin isteyip ayrıldık…
Yıldız Kenter’in bu yorumunu okuyunca gözümün önüne işte o anlar geldi. Az konuşan, ama konuştu mu çok etkileyici olan Müşfik Kenter’i…
Ve sessiz adamın sahneye çıktığında nasıl bir deve dönüştüğünü, nasıl etkileyici olduğunu, nasıl bizi avcunun içini aldığını…
Müşfik Kenter’den
Madem bugün büyük ustayı, büyük sanatçıyı, hayranlık duyduğum, bana tiyatroyu sevdiren insanlardan birini yazdık. Onun sevdiğim sözlerini de dipnot olarak verelim. Bakın neler demiş Müşfik Kenter…
- Hep söylenir, ilk öpücük gibisi yok diye. Doğru! Ama her öpücükte, ilk öpücük gibi hissetmek var. Bu da doğru...
- Bence artık kendinize gelin. Çünkü parlatıcıyla aydınlanmaz gelecek, fön çekince düzelmez hayat ve fondotenle kapanmaz yaralar.
- Ölünce ne diyecekler? Muhtemelen; ölüm sana yakışmadı. Normal tabii, dirimizi beğenmediler ki, ölümüzü beğensinler.
- Nedir gençlerdeki bu lens merakı? Gözler de sahte olduktan sonra, insan neye bakıp inanmalı?
Unutulmamalı ki; gözleri güzel yapan rengi ya da boyası değil, bakışların ta kendisidir.
- Dolu dolu caddelerde, tıklım tıklım kaldırımlarda elleri cebinde dolaşan kişidir yalnız...
- Bir tek ona gönderdiğin halde altına “toplu mesaj” yazmaktır çaresizlik…
- Sevmediğin birine asla “seni seviyorum” deme. İçinde olmayan duygulardan varmış gibi söz etme. Kimsenin hayatına kalbini kırmak için girme... Sevgi dolu bakan gözlere asla yalan söyleme, çünkü birine verebileceğin en büyük acı, aşık olmadığın birini kendine aşık etmektir.
Paylaş