Paylaş
‘Acaba alabilecek miyim?’ demek... Kapıdan giren eskicinin elindekilerle ilgilenmiyor gibi yapmak... Ama almak için taklalar atmak... Alınanları derlemek... İncelemek, anlamak, sıraya sokmak... Bazen bir aile fotoğrafına saatlerce bakmak, heyecanla incelemek... Nadir bir parçaya sahip olmak... Gururla başkasına göstermek...”
Mert Rüstem böyle yazmış davetiyesine...
Konak Belediyesi’nin Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde açtığı ‘Fotoğraf ve Fotoğraf Makinaları Koleksiyon Sergisi’ni gezmediyseniz sadece iki gününüzün kaldığını söylemeliyim.
Mert’le çocukluk günlerimiz beraber geçti, aynı okullarda okuduk.
O biriktirirken çoğu zaman ben de yanındaydım.
Bazı fotoğraf makinalarını beraber temizler, bazılarını masanın üzerine koyup saatlerce izlerdik.
Mert de, ben de uzun zaman dijital makinalarımız olmasına rağmen eskileri yanımızdan ayıramadık.
Rahmetli Metin Rüstem’den, cumhuriyetin ilk yıllarında fotoğraf dünyasındaki yolculukları dinlerdik. Bahaddin Bey’in Fotoğraf Stüdyosu’nun nasıl kurduğunu, yanına çırak olarak giren Hamza Rüstem’in işi öğrendikten sonra neler yaptığını...
Osmanlı döneminde ilk Müslüman fotoğrafhanesinin tarihin hangi olaylarına tanıklık ettiğini...
Mübadele yıllarını...
Cumhuriyetin kuruluşunu...
Genç cumhuriyetin heyecanlarını...
Kendimizi bambaşka bir dünyanın içinde bulurduk.
Ve...
Yıllar sonra Mert, biriktirdiklerini sergilemek istedi.
Hatta bunu bir müzeye çevirmek...
Koleksiyonun temeli Hamza Rüstem Fotoğrafhanesi’nın fotoğrafları ve kullanılan makinalar...
En eski makina 1897’e ait... Elbette, o günlere ait görsellerle...
Dilerim...
Mert Rüstem’in hayalleri gerçek olur.
Türkiye’nin en eski fotoğraf arşivi bir müzeye dönüşür.
Bu banka bambaşka bir banka
BUGÜNÜN dünyası, “yeni fikirlerin” dünyası...
Hem yeni bir şeyler söyleyeceksiniz, hem de farklılık yaratacaksınız.
Facebook, Twitter gibi sosyal paylaşım siteleri aslında basit birkaç soruya verilen cevaplarla doğmadı mı?
“Her şey icat edildi” denilen bir dönemde internet, hepimizin hayatını değiştirdi.
Göreceksiniz...
İnternet hayatımızın geri kalan kısmını da bundan sonra kapsayacak.
Bilgi paylaşımı daha da hızlanacak ve dünya küçük bir köy olmaya devam edecek.
Bunları neden mi anlatıyorum.
Bir site keşfettim geçenlerde...
www.bestebankasi.com
Siteyi kuran da çok tanıdık bir isim…
Değerli meslektaşım Mehmet Kurt...
Mehmet Kurt’u tanımayan var mıdır?
Etkinliklerin, toplantıların, renkli dünyaların vazgeçilmez isimlerinden biridir Mehmet Kurt...
Kurt, Doğan Haber Ajansı’nın yıllardır emektarı olduğu gibi Ege Magazin Gazetecileri Derneği’nin de başkanıdır.
Mehmet Kurt, elinde bağlamasıyla türkü söyler, orkestra yönetir, besteler yapar.
Geçenlerde kendisiyle konuşurken; “Ben de artık banka sahibiyim” dedi.
“Nasıl yani...” dedim.
“Benimki beste bankası” dedi ve anlattı.
“Beste bankası amatör veya profesyonel tüm bestecilere açık ve söz yazarları da yararlanabiliyor. Beste verebilmek için tek koşul eserlerin besteci adına tescil edilmiş olması. Bu koşul Şarkı Sözü Bankası’ndan yararlanmak isteyen söz yazarları için de geçerli.”
Bankaya Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği, pop müzik, tasavvuf müziği, marşlar, opera-bale-senfoni, enstrümantal tarzında besteler yüklenebiliyor.
Mehmet Kurt’un hedefi siteyi müzikle uğraşanların bir buluşma noktası haline getirmek...
Anlayacağınız...
Bu bankaya para değil beste yatırılıyor.
Sizce suçlu kim?
YUMURTALAR, yumruklar, kurşunlar, cinayetler... Miniklere tecavüz edip, öldüren çocuklar... İlhan Şeşen’in şarkısı geliyor insanın aklına. “Neler oluyor bize?” Ve bir de soru: “Suçlu kim?”
Doğu ile Batı arasındaki sosyoekonomik uçurum, cehalet ve eğitimsizlik, derebeylerinin yönettiği feodal düzen mi?
Feodal düzeni sona erdirecek toprak reformunu gerçekleştirmek yerine, “Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi ve en sevgilisi” olarak nitelendirdiği köy enstitülerinin sonunu hazırlayan İsmet İnönü mü?
İlk işi Türkçe dışında ezan yasağına son vermek olan, ardından 1954’te köy enstitülerini kapatan Adnan Menderes mi?
Atatürk’ün deyimi ile “Bilgisizliği devam ettirmeyi kendi devamları için gerekli görenler” mi?
İhtilal yapıp, Adnan Menderes’i, Deniz Gezmiş’i, onların arkadaşlarını ve daha birçok insanı asanlar mı?
Ecevit, Demirel, Erbakan ve Türkeş’in izlediği politikalar mı?
Olayların altındaki psikolojik, sosyolojik ve ekonomik nedenleri tarih çerçevesinde derinlemesine incelemek yerine, magazin yönünden yaklaşan basın organları mı?
Sorunları halkın anlayabileceği biçimde basitleştirip, sunamayan bilim insanları mı?
Ezbere dayalı, gereksiz bilgilerle şişirilmiş eğitim sistemi mi?
Şiddet içeren çizgi filmler, bilgisayar oyunları, televizyon dizileri, sinema filmleri mi?
Zorunlu eğitimin gereğini yerine getirmeyen, kız çocuklarının okula gönderilmemesini hoş gören ilgililer mi?
Gerçek tarihi yeterince bilmememiz ve ondan ders almamamız mı?
Halkın eğilimlerini yansıtmayan seçim sistemi ve gereksiz genişletilmiş milletvekili dokunulmazlığı mı?
AKP, CHP, MHP, DP, BDP ve diğer partiler mi?
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” benzeri atasözlerimiz mi?
Haksızlıklara yeterince duyarlı olmayan halk, depolitize edilmiş gençlik mi?
Daha rahat sömürebilmek için ülkeyi karıştıran emperyalist güçler mi?
Ne dediniz? Hepsinden birazcık mı?
Bilemediniz. Bütün suç “Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nin yapısı”nda...
(Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok’un kaleminden, okulgen@superonline.com)
Paylaş