Paylaş
Neden mi?
Dokuz Eylül Üniversitesi Senatosu bundan kısa süre önce çok önemli bir karar verdi.
Üniversite, sinema dünyasının yaşayan en büyük yönetmenlerinden Yunanlı Theo Angelopoulos’a “Onursal Doktor” unvanı verdi.
Angelopoulos, hem çektiği filmlerle bunu hak ediyordu, hem de iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesi adına atılacak böylesine bir adım çok önem taşıyordu.
Angelopoulos “onursal doktora” haberini alınca çok sevindi, ama o günlerde, domuz gribine yakalanınca tören mecburen ertelenmiş oldu.
Dün, işte o tören vardı.
Bu törenin perde arkasında iki kişi başrol oynadı.
Birincisi Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Füzün’dü.
Füzün, Güzel Sanatlar Fakültesi’nin bu projesine sahip çıkarak konuyu senatoya taşıdı ve projenin arkasında durdu.
Füzün de, İzmirliler de çok iyi biliyor ki...
Bugün sinema dünyasının çok önemli yönetmenleri, oyuncuları, yazarları Dokuz Eylül’den mezunlar... Geçenlerde bir toplantıda hocaların hocası Prof. Dr. Özdemir Nutku da bu gerçeği dile getirmişti.
“Medya, reklam, sinema, televizyon dünyasının yüzde 45’i İzmirli...” diye. Böyle bir ağırlığı olan kentin de kendine yakışır projeler geliştirmesi gerekirdi. Nitekim Theo Angelopoulos’a “Onursal Doktor” unvanı verilmesinin arkasındaki ikinci kişi de Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Semih Çelenk’di.
Çelenk, bu gerçeği Türkiye’de en iyi bilen isimlerden biridir.
Değerli hocamız, idari görevlerinin dışında bölgenin sanatsal olaylarının hep içinde oldu ve olaylara sosyolojik yaklaşımlar getirdi. “Onursal doktora” projesi de Türk-Yunan ilişkilerinin geldiği noktada bir milat anlamındadır.
Her iki ülkenin sanatçıları bu dostluğun gelişebilmesi için daha fazla çalışmalı, daha fazla rol üstlenmelidir. Bu buluşmayı o yüzden çok önemsiyorum.
Dediğim gibi kaldı ki...
Theo Angelopoulos, dünya film literatürüne çok önemli eserler kazandırmış bir yönetmendir.
Son birkaçının dışında filmlerinin Yunanistan’da geçmesine rağmen işlediği temalar evrenseldir.
Hepimizin ortak duyguları filmlerde mevcuttur ve sinema tarihinin en özgün filmleri Angelopoulos’un gözünden çıkmıştır.
Dünya sinemasında “Leyleğin Geciken Adımı”, “Kumpanya”, “Ulis’in Bakışı”, “Sonsuzluk ve Bir Gün” gibi muhteşem filmler hediye eden Angelopoulos, son olarak 20’nci yüzyıl üçlemesinin ilk filmi “Ağlayan Çayır”la çıkmıştı karşımıza.
İki ülkenin sanatçıları birbirleriyle daha yakın olmalı.
Ve...
Birbirleriyle ortak projeler üretmeli. Gerektiğinde de otoriteler bu başarıları ödüllendirmelidir.
O yüzden Theo Angelopoulos’a “onursal doktora” bir başlangıçtır.
Angelopoulos’a göre dünya yeniden yorumlanmalı
YUNANLI ünlü yönetmen Theo Angelopoulos, hayata nasıl bakıyor, filmlerinde neleri işliyor.
İşte Angelopoulos’un dünyanın gidişatıyla ilgili bir yorum:
“Yüzyılın sonuna yaklaşırken, yani 1999’da, bu yüzyılın bitmesi üzerine düşünüyordum. Ben, bu yüzyılın büyük bir bölümünü yaşadım; çocukken tanıdığım savaşlarla, umutlarıyla, düşkırıklıklarıyla... İnsanlık 20’nci yüzyılda çok büyük acılar yaşadı. 21’inci yüzyıl da yine büyük acılarla, savaşlarla başladı. Ama benim her zaman umudum var. Kendimi tanıdığımdan beri her zaman umut ederim. Ben, dünyanın değişimini umut eden bir kuşaktan geliyorum. 1960’lardan beri, dünyayı değiştireceğimize inanıyorduk, ama dünya değişmedi. Yine de en kötü anlarda bile umudumu kaybetmedim. Ne optimist, ne de pesimist olunmalı. Olasılıkları görmeye çalışmalı, Vietnam Savaşı döneminde Lennon’un söylediği şarkıdaki gibi. Hayal etmek gerekiyor.
Eskiden politika dışımızda olan bir şey değildi. Politikanın içinde yaşıyorduk, politikaya inanıyorduk. Genç insanlar politikaya inanmıyor ve bu da doğal aslında, çünkü politikanın kendisi bile artık politikaya inanmıyor, politikacılar bile politikaya inanmıyor. Ama yarın farklı bir önerme olacağını hayal etmek gerekiyor. Genç insanların da inanabileceği, seveceği, oradan yola çıkarak değiştirmeyi deneyecekleri yeni, başka bir önerme gerekiyor. Sinema, toplumlarımızın bir yansımasıdır. Kötü bir dönemi, mesela bir diktatörlüğü ele alalım. Bizim ülkemizde diktatörlük vardı ve bu dönemde insanlar diktatörlüğün düşeceğine ve daha sonra farklı bir dönem yaşanacağına inanıyordu. Bu dönemde Yunanistan’da çok iyi filmler yapıldı. Şimdi diktatörlük yok, tamamen nötr, tamamen tatsız bir demokrasi var. Aslında gerçek bir demokrasi değil. Bunu bulmak lazım. Bir yeni ütopya bile olsa. Kanımca dünya küçük ya da büyük ütopyalar olduğu zamanlarda ilerlemiştir.”
Paylaş