Deniz Sipahi

Kim korkar ETİAS’tan

10 Ocak 2025
AVRUPA Birliği, sınırlarını daha güvenli hale getirmek için ETIAS adında bir sistem başlatıyor. Adı havalı ama korkmayın, aslında vize değil. Avrupa’ya gitmeden önce online bir form dolduruyorsunuz, kimlik ve pasaport bilgilerinizi giriyorsunuz ve 7 euro ödüyorsunuz. Hepsi bu...

Ama durun, hemen heyecanlanmayın. Çünkü bu sistem bizim için yani Türk vatandaşları için aslında pek bir şey değiştirmiyor. Zaten Schengen vizesi almak zorundayız. ETIAS, daha çok Avrupa’ya vizesiz giden ülkeler için bir kontrol mekanizması.

Avrupa Birliği Hukuku Uzmanı Avukat Barış Kaşka’ya sordum...

“Bu sistem sayesinde AB vatandaşı ve AB’de oturum izni olmayanların biyometrik verileri toplanarak kaydedileceği ve bu sistem sayesinde Schengen bölgesinde kalışları ve ayrılışları daha kolay izleneceği için başta düzensiz göç, kimlik bilgi dolandırıcılığı ile mücadele ve küresel terörizm ile daha etkin mücadele edileceği düşünülüyor. Türkiye dahil değil, herkesin içi rahat olsun” dedi.

Sistem bizim için yani Türk vatandaşları için aslında pek bir şey değiştirmiyor.

Schengen vizesi almak zaten başlı başına bir dert. Banka hesap dökümleri, maaş bordroları, otel rezervasyonları derken, her şeyimizi ortaya döküyoruz.

Avukat Barış Kaşka’nın dediği gibi “Türk vatandaşları bu sistemden muaftır...”

Nokta...

 

Yazının Devamını Oku

Sürdürülebilirlik geleceğin anahtarı

8 Ocak 2025
BUGÜN İzmir’de önemli bir zirveye ev sahipliği yapacağız. İzmir Ticaret Odası ile Hürriyet Gazetesi işbirliğinde düzenlenen Sürdürülebilirlik Zirvesi, geleceğimiz için yol haritası çizmeye yönelik bir adım.

 

Sürdürülebilirlik, günümüzde bir tercih değil, bir zorunluluk. Ancak bu kavramın tam anlamıyla hayatımıza girebilmesi için toplumsal bir bilinç oluşturmak, bu bilinci eyleme dökmek ve iş dünyasıyla bütünleştirmek gerekiyor.

1987’de yayımlanan “Ortak Geleceğimiz” raporundan bu yana sürdürülebilirlik kavramı hayatımızın içinde. Ancak bugün geldiğimiz noktada, bu kavramı sadece çevre koruma ile sınırlamak büyük bir yanılgı olur. Sürdürülebilirlik, yaşam ve iş yapış biçimimizin kökten değişimini gerektiriyor. Gereken kadar tüketmek, doğayı koruyarak üretmek, kaynakları verimli kullanmak... Bunlar artık birer slogan değil, yaşam rehberimiz olmalı.

Ancak şunu da unutmamalıyız.

Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, doğanın sınırsız bir kaynak olmadığını kabullenmediğimiz sürece sorunları çözmek mümkün değil. İklim krizleri, doğa tahribatları, tükenen kaynaklar... Bunlar, bizim yanlış varsayımlarımızın bir sonucu. Ve bu sonuçları düzeltmek için her bireyin, her işletmenin, her kuruluşun üzerine düşen sorumluluklar var.

Zirvenin programına baktığımızda, iş dünyasının ve akademinin önemli isimleri bir araya geliyor. Her biri, sürdürülebilirlik konusunda farklı bir perspektif sunacak. İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Özgener, bu zirvenin mimarı ve bu konuya çok önem veriyor. Çünkü Türkiye’nin rekabetçi olabilmesi için sürdürülebilir adımlar atmasını çok iyi biliyor. Ege Bölgesi Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yorgancılar, İzmir Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Işınsu Kestelli ve Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, sürdürülebilir kalkınmanın iş dünyasına entegrasyonu üzerine görüşlerini paylaşacak.

Özellikle ikinci oturumda karbon emisyonlarına yönelik hazırlıklar önemli bir konu... Bugün karbon ayak izini azaltmak, hem çevre hem de ticaret için hayati önem taşıyor. Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında uyum sürecinde olan Türkiye’nin bu konuda alacağı her önlem, hem ekonomik hem çevresel bir kazanım sağlayacak.

Üçüncü oturumda İzmir Planlama Ajansı Başkanı Prof. Dr. Koray Velibeyoğlu’nun sunacağı “İklim Şehir Sözleşmesi ve Misyon Şehir İzmir” konusu, İzmir’in bu alandaki öncü rolünü gözler önüne serecek. İzmir, sürdürülebilirlik konusunda Türkiye’de bir model olabilir. Hem sanayi hem ticaret hem de sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelerek ortaya koyduğu projeler, gelecekte daha yaşanabilir bir şehir inşa etmenin temelini oluşturuyor.

Yazının Devamını Oku

İntibak Yasası lüks değil bir ihtiyaçtır

7 Ocak 2025
SSK, Bağ-Kur ve tarım emeklilerini ilgilendiren maaş zamları açıklandı. Yüzde 15.76’lık bir artış yapıldı. Ama açık konuşalım. Bu artış, emekliler için “Dert bitti, tasasız günler geldi” demek anlamına gelmiyor.

 

Hatta tam tersine…

Her zam döneminde yeniden masaya gelen şu büyük gerçek, bir kez daha karşımızda duruyor. Yeni emeklilerle eski emekliler arasındaki maaş farkı her geçen gün daha da açılıyor.

Bu fark öyle küçük bir fark değil. Bir uçurumdan bahsediyoruz. Aynı prim gün sayısını doldurmuş, aynı emekleri vermiş insanlar arasında büyük bir eşitsizlik var. Ve bu eşitsizlik, hem vicdanları rahatsız ediyor; hem de sosyal adaletin temel prensiplerine aykırı.

Peki çözüm ne?

“İntibak Yasası” bir lüks değil, ihtiyaçtır.

Türkiye’de emeklilik sistemi, bir intibak düzenlemesi olmadan asla tam anlamıyla hakkaniyetli olamaz. Eski ve yeni emekliler arasındaki bu maaş farkını gidermek için geçmişte adımlar atılmıştı ama yarım kaldı. Oysa ki bu konu, sadece emeklilerin değil, hepimizin sorunu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir dönem bu konuda oldukça hassastı. Ancak enflasyonla mücadele, ekonomiyle ilgili öncelikler derken, ‘İntibak Yasası’ konusu rafta kaldı.

Yazının Devamını Oku

Kandırmacanın adı: “Açık alan”

5 Ocak 2025
EN baştan, bir daha yazayım. Sigara içenlere saygım var. İsteyen içer, istemeyen içmez. Ama söyleyeceklerim de var. Geçen günkü yazıma o kadar çok mesaj geldi ki bir kez daha yazma ihtiyacı hissettim.

 

Sigara yasağı hayatımıza girdiğinde hepimiz bir “oh” çekmiştik. Kafeler, restoranlar, kapalı alanlar... Hepsi bir anda temiz hava cennetine dönmüştü. Ama sonra... İşin rengi değişti.

Ne mi oldu? Kimi işletmeler, yasağı delmenin “ince” yollarını buldu. Adı açık alan ama aslında kapalı. Öyle mekânlar türedi ki dışarıda oturuyorsunuz zannediyorsunuz ama bir bakıyorsunuz; üstü kapanmış, dört tarafı camla çevrilmiş, içerisi dumandan geçilmiyor. Sigara yasağı? Kâğıt üzerinde var tabii! Ama uygulamada işler pek öyle yürümüyor.

Bunlar artık standart oldu. Bir kafeye gidiyorsunuz, size “sigara içilmeyen alan mı istersiniz, açık alan mı?” diye soruyorlar. Açık alan deyince insanın aklına temiz hava geliyor değil mi? Ama gelin görün ki o “açık alan” dedikleri yerin üstü plastik brandayla kapatılmış, yanınızda oturan sigarasını tüttürüyor, siz de pasif içiciliğin dibine vuruyorsunuz.

Bu nedir arkadaşlar? Madem sigara yasağı var, o zaman neden izin veriliyor?

Eskiden bu yasağı harfiyen uygulayan mekânlar şimdi göz göre göre yasağı deliyor. Çünkü denetim yok. Bir dönem denetimler sıkıydı, insanlar kurallara uymak zorundaydı. Ama şimdi bakıyorsunuz, ne yasağı denetleyen var, ne de kurallara uyan...

Denetimlerin yeniden sıkılaştırılması gerekiyor. Yoksa bu “yarı açık, yarı kapalı alan” kandırmacasıyla herkes keyfine bakar, biz de duman altında kalmaya devam ederiz.

Sigara yasağını sadece bir sağlık meselesi olarak görmemek lazım. Bu yasağın amacı, sigara içmeyenleri korumak. Çocukları, yaşlıları, nefes almak isteyenleri... Sigara içenlerin tercihine saygı duyuyorum. Ama birinin sigara içmesi neden benim temiz hava hakkımı elimden alsın?

Yazının Devamını Oku

Bugün biraz İzmir konuşalım

3 Ocak 2025
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin, İzmir Planlama Ajansı (İZPA) aracılığıyla şehrin geleceği için yaptığı çalışmaları önemsiyorum. “Nasıl Bir İzmir” başlığı altında, 2074 yılına kadar uzanan bir vizyon planı üzerinde çalışıyorlar. Bu çaba, sadece İzmir için değil, aslında Türkiye’nin genel geleceği için önemli.

Ama bir konu var ki, İzmir gibi şehirlerin uzun vadeli planlamaları, yerel yönetimlerin ötesine geçmeli.

Burası Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek en kritik şehirlerden biri. İstanbul’u ayrı bir kenara koyuyorum. Onun yeri zaten belli. Ama İzmir, hem Ege Bölgesi’nin dinamosu hem de Türkiye’nin modern yüzü olarak, bu ülkenin geleceğinde çok özel bir rol oynayabilir.

Bunun için İzmir’de yapılan vizyon çalışmalarının mutlaka ulusal bir perspektife taşınması gerekiyor. İzmir’in geleceğiyle ilgili alınacak kararlar, yerel yönetimlerin çabalarıyla sınırlı kalmamalı. Bu vizyon, devletin en üst kademesiyle paylaşılmalı. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın desteği alınarak ulusal politikalarla entegre edilmeli.

Şunu açıkça söyleyeyim.

İzmir’in geleceği bir siyaset meselesi değildir, olmamalıdır. İzmir, bu ülkenin ortak değerlerinden biridir. Stratejik önemi de buradan gelir. O yüzden bu şehir için yapılacak uzun vadeli planlar, günlük siyasi hesaplara kurban edilmemeli.

“Nasıl Bir İzmir” panel serisinin beşinci ayağı “Bölgesel Kalkınma ve Kentsel İnovasyon” başlığıyla düzenleniyor. İşte bu panelde tartışılacak konular, tam da İzmir’in sadece Ege Bölgesi’ni değil, tüm Türkiye’yi nasıl ileriye taşıyabileceğini gösteriyor. Bölgesel kalkınmanın ve sosyal inovasyonun nasıl bir aracı olabileceği konuşulacak. Kritik altyapılar ve kentsel hizmetlerin daha sürdürülebilir hale getirilmesi masaya yatırılacak.

Ama bu çalışmalar ne kadar değerli olursa olsun, ulusal bir planlamayla desteklenmezse İzmir’in potansiyelini tam anlamıyla ortaya koymak mümkün olmaz.

 

Yazının Devamını Oku

Sigaralı mekanlar yine arttı Şimdi niye geriye dönüyoruz?

2 Ocak 2025
Herkesin alışkanlığı kendine, buna saygım sonsuz. Sigara içenlere de... Ama bu, sigara içmeyenlerin de haklarının ihlal edilmediği bir dengeyi bulmamız gerektiği gerçeğini değiştirmez.

 

 

Ben hayatım boyunca hiç sigara içmedim, hatta bir kez denemeye bile yeltenmedim. Ama sigara içen arkadaşlarımıza gösterdiğimiz anlayışı, onların bize göstermediğini düşünüyorum. Duman altı olan o eski günlerde bir kafeye gitmek, bir lokantada yemek yemek işkence gibiydi. Ama sonra Türkiye büyük bir adım attı; kapalı alanlarda sigara yasağı geldi.

Türkiye bu yasağı harika uyguladı, uzun bir süre dünyaya örnek olduk. Ancak işler son yıllarda biraz karışmaya başladı. Kaldırımlar üstüne yapılan “kapalı açık mekanlar”, adeta “yasaktan kaçış odaları” haline dönüştü. Kapalı alanlarda da sigara içilmeye başlandı. Bizim gibi sigaradan rahatsız olanlar için hayat eskiye döndü.

Şimdi gelelim işin bir başka boyutuna... Milano... Evet, İtalya’nın moda ve finans başkenti. Milano dediğimiz yer, sadece şık caddeleri, tarihi binaları ve lüks vitrinleriyle değil, aynı zamanda sigara yasağı uygulamasıyla da konuşulmayı hak ediyor.

Milano’da açık havada sigara içmek yasaklandı. Evet, yanlış okumadınız. Şehir yönetimi, 2021’de başlattığı bir dizi çevre ve sağlık girişiminin en sert adımını attı. Artık açık alanlarda, kamusal alanlarda sigara içmek yasak. Pasif içicilik? Bitti. Hava kirliliği? Azalıyor. Sağlık? Kazanıyor.

Bu yasak o kadar ciddi ki, uymayanlara 40 ila 240 Euro arasında değişen cezalar veriliyor. Düşünsenize, sigara içmek isteyen biri açık alanda diğer insanlardan en az 10 metre uzaklaşmak zorunda.

Milano’daki bu uygulamanın arkasında sadece sağlık değil, aynı zamanda 2026 Kış Olimpiyatları öncesi şehrin havasını temizlemek gibi bir hedef var. Çocuk oyun alanları, parklardaki yasaklar derken, Milano halkı dumansız bir gelecek için adım adım ilerliyor.

Yazının Devamını Oku

Benim yeni yıl manifestom

1 Ocak 2025
TAKVİMDEKİ sayfalar değişirken, insanın içinden geçirdiği duygular da değişiyor. Bazen heyecan, bazen belirsizlik, bazen de garip bir huzur... Yeni yıl, her şeyden önce bir başlangıç.

Benim yeni yıl hayalim mi?

Benim için her zaman ailem gelir, sağlık gelir. Gösterişsiz, sade ama derin bir hayat... Sevdiklerimle geçirilen bir akşam, bir kitabın sayfalarına karışan sessizlik, sanatın insan ruhuna dokunan sıcaklığı... İşte bana mutluluk veren şeyler bunlar.

Dünyada ise daha güzel şeyler olmasını diliyorum. Bilim, insanlık adına ilerlesin. Doğa, bizim acımasızlığımız karşısında biraz nefes alsın. Sanat, daha çok insana ulaşsın. Herkesin birbirine bağırmak yerine biraz daha anlamaya çalıştığı, küçük iyiliklerin çoğaldığı bir yıl...

Türkiye için de hayallerim var.

Daha fazla demokrasi, daha fazla istikrar, daha fazla huzur. Gençlerin potansiyelini keşfetmeleri için fırsat yaratılan, farklılıkların zenginlik olarak görüldüğü bir ülke... İnsanı mutlu eden şey, sadece büyük başarılar değil. Küçük, sessiz zaferlerdir aynı zamanda.

Sanatı unutmadan bir yıl daha geçirelim istiyorum. Tiyatro sahnesinde bir replik, bir müzik notasının titreşimi, bir tablonun içine gizlenmiş detay... Bizi biz yapan değerler bunlar... 

Spor, sanat, bilim ve doğa ile iç içe bir dünya, her şeyden daha kıymetli.

Ve sağlık…

Yazının Devamını Oku

Müebbet cezaları bile vicdanları rahatlatmadı

31 Aralık 2024
TÜRKİYE yaz boyunca Diyarbakır’dan gelen korkunç bir haberle sarsıldı. 8 yaşındaki Narin Güran’ın öldürülmesi... Hepimiz bir film izler gibi bu davayı takip ettik, her gün haber bültenlerinin başında gelişmeleri izledik. Ancak bu, bir film değildi. Bu, gerçek bir trajedi, bir çocuğun hayatına kıyılmış bir hikayeydi.

 

Davanın sonunda; anne Yüksel Güran, ağabey Enes Güran ve amca Salim Güran’a ağırlaştırılmış müebbet, Nevzat Bahtiyar’a ise 4 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Adalet sistemi, en ağır cezaları vermiş olabilir. Ancak bu davanın ardından halkın hissettiği derin huzursuzluk, vicdanlarda hâlâ yankılanan o sessizlik, başka bir gerçeğe işaret ediyor.

Dava sonuçlandı, cezalar açıklandı ama Diyarbakır’ın Tavşantepe köyüne gittiğinizde, adeta olay hiç yaşanmamış gibi bir sessizlikle karşılaşıyorsunuz. O sessizlik aslında her şeyi anlatıyor. Acı, korku, utanç ve cevapsız sorular... Köydeki bu derin sessizlik, aslında toplumun genelindeki sessizliğin bir yansıması. İnsanlar, mahkeme kararlarının ardından bile tatmin olmuş değil.

Cezalar yaşanan bu korkunç olayı telafi etmek için yetersiz kaldı. Hayatı elinden alınmış bir çocuğun hakkını hiçbir ceza geri veremez. Adalet bir mahkeme salonunda, yasalara göre tecelli eder. Ancak vicdanlarda adalet, çok daha karmaşık bir şeydir. Mahkeme, ağırlaştırılmış müebbet gibi en sert cezaları verdiğinde bile insanlar hissettikleri boşluğu dolduramıyor. Narin’in ölümünün ardında hâlâ tam açıklanamamış detayların olduğu hissi, bu boşluğu daha da derinleştiriyor.

Belki de bu, cezaların yetersizliğinden değil; yaşanan vahşetin insan aklının alabileceğinin ötesinde olmasından kaynaklanıyor.

Bir köyde, bir evde, bir ailede bu denli bir trajedi yaşanabiliyorsa, hepimizin bunu sorgulaması gerekiyor. Toplum olarak çocuklarımızı nasıl koruyamadık? Hangi değerlerimizi kaybettik ki, bir çocuk ailesinin ellerinde bu kadar yalnız ve savunmasız kaldı?

Hukuk, geçmişteki bir olayı cezalandırabilir ama gelecekte benzer olayların yaşanmaması için yeterli değildir. Bizim asıl ihtiyacımız olan, çocuklarımızı bu tür trajedilerden koruyacak bir toplumsal dönüşümdür. Aile içi şiddeti, çocuk istismarını, eğitimde ve sosyal hayatta çocukların yalnız bırakılmasını önleyecek adımları atmadıkça, Narinlerin hikayesi ne yazık ki tekrar yaşanabilir.

Bu dava, sadece bir ailenin değil, bir toplumun vicdan muhasebesine dönüşmelidir.

Yazının Devamını Oku