Paylaş
Eda Taşpınar bronzluğuna ulaşacağım diye, dünya üzerinde bulunan tüm yağları bedenime sürüp, güneşin altında bir saat ön bir saat arka yatıp, yağlı güreşçi Orhan amca seviyesinden öteye gidemediğim gerçeğini bu hafta anlatmayacağım. Hele hele tatilde olmama hatta yemekleri için gerekirse canımı bile verebileceğim Yunanistan’da olmama rağmen, “ diyet benim için bir yaşam stili, asla bozmayacağım” diye havalara girip, Ege denizinin tüm su altı stoklarını bir günde tüketip, 30.000 nüfusluk adada mide fesatı geçirip hastaneye kaldırılan ilk Türk olma rekorumu hiç anlatmayacağım. Artistlik yapıp kumsalda yoga yapayım derken, gözümün içine kum kaçırıp yaklaşık iki saat hiçbir şey göremediğimi de sonra anlatayım diyorum. Bunların hepsi için bir hafta sonrasına randevulaşabiliriz isterseniz. Çünkü ben size şimdi başka bir şey anlatacağım…
Bir hafta önceydi… Bayram sebebiyle aslında kapalı olmamız gerektiğini düşündüğüm günlerden biriydi. Ama ben Temmuz sonlarına doğru Kanal D’de başlayacak olan Çocuklar Duymasın dizisi için bölüm hikayesi yazmakla meşgüldüm. Dizinin hikayelerini yazmayı bitirdikten sonra da bu nadide köşe için haftanın #denizzasiri hikayesini yazmam gerekiyordu. Hissedilen sıcaklığın artı bin beş yüz olduğu o günde, instagramda gördüğüm her tatil fotoğrafına, denizde fışfış boomerang yapanlara ettiğim küfürleri, kanımda dolaşan aşırı dozda kıskançlığı saymazsak keyfim yerindeydi. Sonuçta ben işimi seviyordum. Ama bütün bu işleri, mavi ve yeşilin birleştiği her hangi bir tatil beldesinde, kendimi kızgın kumlardan derin sulara adeta bir mobidik gibi attıktan sonra, şemsiyenin altında şezlonguma yayılarak yapmayı tercih ettiğim gerçeğini Mehmet Günsür bile gelse değiştiremezdi tabi. Zaten içinde bulunduğum bu psikolojiyle, size yaz Alaçatı Çeşme cuppa cuppa, bize zeytinyağlı barbunya başlıklı çok acıklı bir hikaye yazmıştım. Pazartesi sabahı olduğunda ben heyecanla yazımı @denizzgok sosyal medya hesaplarımın hepsinden paylaştım. Sonra her hafta olduğu gibi başta aileme ve en yakın arkadaşlarıma olmak üzere herkese “ yazıyı okudunuz mu?” tacizlerine başladım. Yorumlar en geç öğlen 12.00’da masamda olacak diye de ekledim. Karşılaştığım tablo son derece yürek burkucu, ciğer dağlayıcıydı sayın seyirciler… Yine çok acıklı bir hikayenin beni beklediğinden habersizdim.
Aynı karnı paylaştığım, aynı memeden süt emdiğim, sırf o üzgün diye depresyona girip kocaman bir çikolatalı keki tek başıma yediğim, gönlümün biricik sultanı kardeşim ne dese beğenirsiniz? “Bir dakika abla işim var.” “ Abla mı?” Normal şartlarda kardeşimin bana abla demesi için birkaç dağda aynı anda bir sürü kurdun ölmesi gerekirdi, ki hayvan sever bir aile olduğumuz için bunu hiç tercih etmezdik. Deniz demek varken, bu kız bana şimdi neden durduk yere abla demişti acaba. Acaba milyorlarca para verip aldığım parfümü mü bitirdi? Ya da uyurken salyalı fotoğrafımı çekip instagramda mı paylaştı? Ailemizin yüz karası olup 34 bedene düşmese, kıyafetlerimi giydi bollaştırdı diyeceğim, ama o da olmaz. Ben abla olacak ne yapmıştım, meraking içindeydim. “ Ne işin var canım kardeşim?” dedim. “Onur Baştürk’ün Şeyma Subaşı röportajı yayınlandı, onu okuyorum” dedi! İh bin şokiyırt dediğim anlardan biriydi. Ama ben o kadar uğraştım yazdım, hem bak sizden de bahsettim filan diye bir şeyler gevelemeye çalıştım ama o full konsantire Şeyma Subaşı’nın röportajını okuyordu. Tamam çok seviyor olabilirsin, tamam yirmi dört saat paylaşımlarını takip edip adeta ailemizden biri haline getirmiş olabilirsin, gittiği her yere gitmek, giydiği her şeyi giymek isteyebilirsin, arttırıyorum benden iki yaş büyük diye daha çok onu abla gibi görüyor olabilirsin ama ben senin öz ablanım be. Bana bu yapılır mı, yazıklar olsun sana kardeş bozuntusu! Beni tatile götür diye yalvardığında, hadi yallah Miami’ye Şeyma ablanın yanına diyeceğim haberin olsun. Sevgilinden ayrıldığında da onun omzunda ağlarsın artık, iki 34 beden birlikte detox yaparsınız, ben de boynu bükük yalnızlığımla birlikte menemenine ekmek banarım.
ŞEYMA SUBAŞI’NI TAKİP EDENLER KALEYE MUM DİKSİN
Kardeşimden umudu kesip, soluğu en yakın arkadaşlarımın olduğu whatssapp grubunda aldım. Orada da durum farklı değildi. Herkes Şeyma Subaşı’nın Onur Baştürk röportajını okuyor, konu üzerine yorumlarını paylaşıyordu. Ben Şeyma ile aranıza girmeyeyim peki madem dedim, gruptan ayrıldım. Beni en çok şaşırtan her fırsatta grupta Şeyma’nın paylaşımları hakkında ileri geri sallayan, her fırsatta onu eleştiren ve sevmediğini düşündüğümüz arkadaşımın da bu röportajı dikkatle okuyup, üzerine konuşmasıydı. İnsan sevmediği birini, eleştirdiği birini neden takip eder, neden kıymetli zamanını ayırıp onun hakkında konuşur hiç anlam verememiştim. Hadi kardeşim kadının fanı, sana ne oluyor madem sevmiyorsun o zaman neden her fırsatta kadını takip ediyorsun, röportajını okuyorsun diyemedim. Bir ara laf arasında kendi ağzıyla itiraf ettiği bir şeyi hatırladım. “ Ben onu takip etmiyorum ama arada sırada search e adını yazıp bakıyorum” Yani “takip et” butonuna basmamış olması, Şeyma’nın her adımını takip ettiği gerçeğini değiştirmiyordu. Kimi kandırıyorsun, bal gibi de kıskanıyorsun ve onun gibi yaşamak istiyorsun diyemedim. Onun gibi yaşayamadığın için de, ona deli gibi özendiğin için de, oturduğun evinden Miami’de olan ve yaşantısını istediği gibi paylaşma özgürlüğüne sahip olan Şeyma’ya sallıyorsun.
İnsanlar, altta yatan özenme duygularını ve kıskançlıklarını nefret söylemleriyle dışa vururmuş. Zaten kıskançlık ve nefret de bir tür eksiklikten gelirmiş. Mesele birini sevmek veya sevmemek, eleştirmek değil. Kimse kimseyi sevmek zorunda değil, Şeyma’yı sevmiyor eleştiriyor olabilirsiniz. Kendisinin de “ nolur beni sevin” gibi bir derdi olmadığı zaten apaçık ortada. Ben sevene de sevmeyene de saygı duyuyorum. Benim anlayamadığım ve asıl eleştirdiğim mevzu, sevmediğini söyleyen ve her fırsatta eleştiren tayfanın sürekli takipte olması, işi gücü bırakıp kadının hayatını konuşması. Beybisiler unfollow yapmak bu kadar da zor değil, ve size kendi hayatımı kolaylaştıran küçük bir öneri: Hiç kimseyi, nefret edecek kadar önemsemeyin. Şeyma, Ayşe, Fatma o şu bu, her kimi sevmiyor ve eleştiriyorsanız, nefret söylemleriyle sadece kendi zamanınızdan çalar, kendi kalbinizi karartırsınız. Karşınızdaki kişinin hayatında en ufacık bir olumsuz etkiye neden olmazsınız. Şeyma’nın Miami’de yaşadığı ve Eylül ayında Acun Ilıcalı ile evleneceği gerçeğini değiştiremezsiniz meselaağ =)
“ANAMIN EVİNDE DE HİNDİSTAN CEVİZİ SUYU İÇERDİM!”
Bir de şu konu var tabi. Her gittiği yeri, her yediği yemeği, her giydiği kıyafeti paylaşıyor. Çok geziyor, özel uçağından fotoğraf paylaşıyor ayıp diyorlar. Kusura bakmayın da mütevazi yaşamlarımızda senede bir hafta tatile gidiyoruz da sosyal paylaşımın anasını ağlatıyoruz. Hepimizin paylaşımları deniz, kum, güneş görünce, ya da yabancı bir ülkeye gidince coşmuyor mu? Erkek çocuğu olan baba heyecanıyla, göster amcana pipini tadında göstermiyor muyuz gittiğimiz her yeri en ufacık detayına kadar… Yapıyoruz hem de dibine kadar. E kadının hayatı bu, sürekli gezide, sürekli tatilde, bu yüzden sürekli paylaşımda. Hem de “ anamın evinde de hindistan cevizi suyu içerdim” diyebilecek kadar tiye alarak herkesi. İnsan tercihleriyle yaşar, Şeyma da böyle bir hayatı tercih etmiş, ve mutlu. Birçok kişinin neden onu eleştirdiğini tahmin etmek çok zor değil. Bir kısmı şuan yaşadığı hayatı çok kolay elde ettiği için “kızgın” ona. 19 yaşından beri çalışıyorum ve o yaştan beri tek başıma ayaklarımın üstüne durabilme mücadelesi veriyorum. Ben de gezmeyi çok seviyorum ve sene içerisinde 3-4 tane yurt dışı gezisi yapabilmek için müthiş bir çaba içine giriyorum, hiç alışveriş yapmıyorum, yemeğimi evde yiyorum ve para biriktiriyorum. Şeyma haftada belki 3-4 ülke geziyor ama bu fedakarlıkları göstermesine hiç gerek yok. Üstelik benden sadece iki yaş büyük. Ama bu durum benim onu sevmememe, nefret etmeme, kıskançlık hissetmeme hiç neden olmuyor. Kardeşim onun röportajını benim yazımdan daha önce okuduğunda kıskandım, o ayrı mevzu =) Demem o ki herkesin hayatı kendine. Allah herkese daha çok versin. İnsanlar daha çok gezsin, daha çok mutlu olsun. Ben bununla sadece mutlu olurum.
Kardeşim, en yakın arkadaşlarım, tüm sosyal medya camiası yalnız değildi. Onur Baştürk’ün röportajından sonra Türkiye’nin en önemli ve en büyük gazetelerinden Hürriyet’in usta köşe yazarları Ahmet Hakan, Melis Alphan ve Cengiz Semercioğlu hafta boyunca Şeyma Subaşı röportajı hakkında yazdı, çizdi. Ben de çömez bir hürriyet.com.tr yazarı olarak bu hafta bu muhabbetlerin arasına balla girmek istedim. Üstelik evimizde bir Şeyma Subaşı fanı varken, bu durum benim için kaçınılmazdı =) Bir Şeyma Subaşı değilim ama bulduğum en ucuz uçak biletiyle geldiğim Kos adasındaki tatil fotoğraflarımı, yediğim kalamar dolmalarını, midye saganakileri görmek isteyenleri @denizzgok instagram hesabıma beklerim. Haftaya buluşmak üzere, örtmen geldi byee…
Paylaş