Bütün dünya beni haksız çıkarmaya çalışıyor gibi geliyor bazen... Pazartesi günkü yazımda “Piyasalarda yeni haber eksikliği sıkıntı doğuruyor. Bu durum da en küçük olumsuzlukların bile abartılması sonucunu getirebilir” demiştim.
Demez olaydım...
Bu yazının hemen ardından Merkez Bankası sürpriz bir biçimde kısa vadeli faiz oranını 1 puan indirdi. Gerekçelerinin ne olduğunu bugün açıklamasını bekliyoruz.
Sonra, Telekom özelleştirmesinde ön yeterlilik için başvurma süresinin dolduğu Salı günü, yerli-yabancı 10 şirketin başvuru yaptığını öğrendik. Böylelikle de 2004 yılındaki başarısız özelleştirme deneyimlerinin ardından 2005 yılına özelleştirme açısından çok iyi bir haberle başlamış olduk.
Ardından Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener piyasaların uzun zamandır beklediği Bankacılık Yasa Tasarı’sını Başbakanlığa gönderdiğini açıkladı.
Bu arada dün Londra’da Merrill Lynch’in düzenlediği yatırımcıları Türkiye ve özelleştirme süreci hakkında bilgilendirme toplantısının çok başarılı gectiği ve bugün de bu toplantının New York ayağının yapılacağını öğrendik.
Bununla da kalmadı; asıl bomba dün akşam geldi. Başbakan’ın Rusya ziyareti hiç beklemediğimiz bir gelişmeye sahne oldu. Sürprizlerin, beklenmedik hareketlerin adamı Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, BM Genel Sekreteri Annan’ı aradığını ve Genel Sekreter’e Kıbrıs’ta çözüm sürecini desteklediklerini ayrıca KKTC’ye uygulanan ambargonun haksız olduğunu ilettiğini duyurdu. Gerçi henüz KKTC’ye yapılacak yardımlarla ilgili vetosunu kaldırmış değil ama en azından bunun sinyalini verdi.
Tüm bu saydığımız gelişmeler muhakkak ki piyasalar açısından da çok önemli. Ama tüm bunların arasında en önemli gördüğümüz gelişmenin Rusya’dan gelen Kıbrıs desteği olduğunu hatırlatalım. Çünkü:
Adli Tıp Kurumu'ndan yakınları tarafından alınan Yılmaz, Özcan ve Muşar Çınar'ın cenazeleri, Tarabya Cumhuriyet Mahallesi'ndeki Merkez Camii'ne götürüldü.
Çınar kardeşler için kılınan cenaze namazına, yakınları katıldı. Cenaze töreni sırasında gözyaşlarını tutamayan bazı kişiler fenalık geçirdi.
Bu arada, basın mensuplarının sorularını yanıtlayan ailenin yakınlarından İbrahim Çınar, “Dünyada böyle vahşet görülmemiştir. Bu insanlar işkence edilerek öldürülmüştür. Devlet ve güvenlik güçleri bu olayı bir an önce aydınlatmalıdır. Bu caniler yakalanmalıdır” diye konuştu.
Çınar kardeşlerin cenazeleri, daha sonra Kilyos'taki aile mezarlığına götürülerek toprağa verildi.
Hani biz de 17 Aralık sonrası piyasanın beklentisiz kaldığını ve bu nedenle bir yatay seyir hatta hafif bir satış eğiliminin hakim olmaya başladığını söylüyorduk. Oysa geçen hafta Kasım ayı cari açık rakamlarını öğrendik. Bu veriler yukarda tanımladığımız yazılmamış kuraldaki denklemde “kötü haber” değişkenin yerine rahatlıkla koyulabilir. Üstelik bu pek de küçük bir olumsuzlik değil. Dikkate almamız gereken ve canımızı Şubat ayı ortalarına kadar sıkacak bir haber. Neden şubat? Çünkü muhtemelen şubat ortalarında Aralık ayı cari açık rakamları gelecek ve biz o tarihte 2004 yılında cari açığın ne kadar gerçekleştiğini ve bunun GSMH’ye oranın ne olduğunu da öğrenmiş olacağız.
Kasım ayında cari işlemler dengesi 2 milyar 29 milyon dolar açık verdi. Bu rakam geçen yılın aynı döneminde 519 milyon dolar, 2004 yılının Ekim ayında ise sadece 231 milyon dolar olmuştu... Böylelikle son 12 aylık dönemde cari işlemler açığı 15.7 milyar dolar seviyesine çıkarak 14,3 milyar dolarlık piyasa beklentisinin bir hayli üzerinde gerçekleşmiş oldu. Bu rakam aynı zamanda cari açıkta bugüne kadar görülen en yüksek rakam oldu...Aralık ayına baktığımızda da yine yüksek bir cari işlemler rakamı geleceği beklentilerinin yüksek olduğunu görüyoruz.
Cari açığın finansmanında hükümetin en çok bel bağladığı turizm gelirleri konusunda da kasım ve aralık ayları pek iyi sonuçlar sunmayacak gibi görünüyor. Turizm bakanlığının verilerine baktığımızda Kasım ayı itibariyle yurda giriş yapan yabancı ziyaretçi sayısının yüzde 22,4, oranında arttığı görülüyor ama Kasım ayı gelirlerine baktığımızda durum değişiyor. Kasım ayında 810 milyon dolarlık bir turizm geliri elde edilmiş ki bu geçen yılın sadece yüzde 5.6 üzerinde bir rakam. Aralık ayında da ülkeye giriş yapan turist sayısında yüzde 22:6’lık bir artış var ama büyük olasılıkla bırakacakları para Kasım ayındaki gibi düşük kalacak.
Bavul ticareti de pek istenilen rakamlara ulaşamamış görünüyor. Rusya ile Türkiye arasındaki teknik ve siyasi bazı anlaşmazlık noktaları bulunması da kısa vadede ciddi bir artışı engelliyor. 2003 yılı Kasım ayında bavul ticareti 255 milyon dolar olmuş. Ekim 2004’te ise 437 milyon dolar olarak gerçekleşen bavul ticareti 2004 Kasım ayında 374 milyon dolar olarak gerçekleşmiş..
Piyasa kısa vadede bu verileri unutabilir. O yüzden eğer piyasada bir düşüş görülmezse şaşırmayın. Ama şubat ortalarına doğru dikkatli olmaya başlama zamanı gelecek. Son rakamlar açıklanınca karşılaşacağımız tablo pek de iyi olmayacak açıkçası...
Bunun yanında piyasada yeni haber yeni beklenti eksikliği de yatırımcının önünü kapatan önemli bir etken. Elbette bu iki etki de uzun sürmeyecek. Kısa bir süre sonra haber akışının artmaya başladığını ve yatırımcıların yeniden piyasaya dönmeye başladığını göreceğiz.
Ama asıl bahsetmek istediğimiz bu değil. Gelecek hafta pazartesi günü tarihi bir gün yaşayacağız. Merkez Bankası Para Piyasası Kurulu yeni dönemin ilk toplantısını yapacak. Bundan sonra eğer bir faiz indirimi kararı gelecekse, bu kararın Para Piyasası Kurulu toplantısı sonrasında açıklanacağını biliyoruz. Yani Merkez Bankası dinamik bir sürece adım atmış olacak.
Yine gelecek hafta DİE, Kasım ayı sanayi üretimi rakamlarını açıklayacak. Bu da önemli bir veri çünkü ekonomideki yavaşlamanın ne boyuta ulaştığını göreceğiz. Gerçi öncü göstergeler cari açık ve aşırı ısınma tehlikelerini ortadan kaldıracak bir rakam geleceğini gösteriyor ama yine de tüm piyasanın gözü kulağı Pazartesi günü DİE’de olacak.
Aynı gün Merkez Bankası’nın beklenti anketini de açıklaması bekleniyor. Bu da önemli çünkü 2005 yılına ilişkin ekonomi çevrelerinin ilk beklentilerini bu ankette göreceğiz. Gerçi projeksiyonlar henüz netleşmemiş olsa da genel durumu anlamamız açısından önemli olacak.
Gelecek haftanın asıl önemli gündem maddesi ise eurobond ihracı olacak. Bu konuda Hazine’den yapılan bir açıklama yok ama Londra’daki kaynaklarımız Hazine’nin 1 milyar euro tutarında 15 yıllık bir eurobond ihracı yapmaya hazırlandığını belirtiyor.
Yani gelecek haftadan itibaren yeniden maratona başlıyoruz…
Salı günkü yazımızda 2005 yılında Türkiye ekonomisini etkileyebilecek dış gelişmelere bakmıştık. Yazının önemli bir kısmı ABD üzerineydi. ABD ekonomisinin mevcut durumu, 2005 yılına ilişkin beklentiler ve elbette ABD Merkez Bankası FED’in 2005 yılı faiz politikasının ne yönde olacağı sorularına verilecek yanıtlarla, 2005 yılında hem Türkiye hem de diğer gelişmekte olan ülke ekonomilerinin ve piyasalarının yönünün rahatlıkla tayin edilebileceğini belirtmiştik.
Nitekim FED’in son toplantısından 2005 yılı içinde 2004’e kıyasla daha keskin bir faiz politikası izleneceğine ilişkin ipuçları çıktı. 2004 yılında genelde çeyrek puanlık faiz artırımlarına giden ABD’nin bu yılki artırımları daha yüksek oranlarda, yarım hatta bir puan nispetinde, yapabileceği konuşuluyor şimdi tüm uluslararası piyasalarda.
Peki ne olur FED dolara verdiği kısa vadeli faiz oranını hızlı artırırsa? Bu bizi neden etkiler? Bu soruların yanıtı çok basit. İki yıldır dünya çapında hareket eden sıcak para genelde gelişmekte olan ülkelerin menkul kıymetlerine yönelmiş ve ABD’den uzak kalmıştı. Bunun nedeni hem ABD’nin dünya piyasalarına kıyasla çok düşük faiz vermesi hem de ABD ekonomisinin içinde bulunduğu sıkıntıyı aşamamasıydı.
Şimdi ABD ekonomisi tam olarak toparlanamamış olsa da en azından faiz açısından sıcak paraya çok karlı bir teklif sunuyor. Ya da beklenti sunacağı yönünde. Yine Salı günkü yazımızda bu yılsonu için faizin yüzde 3,5 seviyesine kadar çıkabileceği yönündeki beklentileri aktarmıştık. Şimdi ise yüzde 4’lere kadar çıkabilecek bir faiz oranından söz ediliyor. Tabu bu sadece beklenti.
Bugün Türkiye piyasalarına baktığımızda borsada, Yeni Türk Lirasında ve bono piyasasında satıcılı bir seyir görüyoruz.
Dolar, Euro karşısında da son bir ayın en yüksek seviyesine yükseldi. Yani tabandan yukarı doğru sert bir hareket izledik. Ve yine bugün, Dolar-YTL paritesi 1.4070 seviyesine çıktı… dışarıdaki hareket birebir iç piyasaya da yansıdı. Ama sadece bununla kalmadı. Fed’in faizleri hızlı artırabileceği beklentisi ile yabancı yatırımcılar içerde Dolar alımına başladı. Bunun için de, borsa ve bonoda satış yaptılar.
Bu satışların sonucu olarak da faizler yüzde 19’lardan yüzde 20,5 seviyesinin üzerine yükseldi. Borsa ise 25 binde tutunamadı. Şimdi kısa vadede 24 bin seviyesine kadar inebileceği tahminleri yapılıyor..
Bu durum sizi korkutmasın ama. 2004 yılının son haftasında yazdığımız yazılarda doların 2005 yılında da YTL karşısında reel olarak değer yitireceğini yazmıştık hani. Bu tespitten bir adım bile geri gitmediğimizi belirtmek isterim. Doların 2005 yılında enflasyona paralel değerlenme içinde olacağını ama reel olarak YTL karşısında yüzde 2-3 oranında değer yitireceğini bir kez daha vurgulayalım.
2005 yılı için neler beklendiğine ise iki temel çerçevede bakacağız. İç ve dış gelişmeler. Bunlar için de yine Dışbank Ekonomik Araştırmalar’ın dün bahsettiğimiz çalışmasına dönelim.
Bu çalışmada 2005 yılı için bizim de dün belirttiğimiz gibi olumlu beklentilerin devam ettiğini görüyoruz. Ama bu yıl da 2004 yılında oldduğu gibi dış gelişmelerin etkisini ve yarattığı riskleri yakından hissedeceğiz. Dışbank Ekonomik araştırmalar bölümü 2005 yılına ilişkin beklentilerini şöyle sıralıyor:
* Yılın ana temaları; dolarda hızlı değer kaybının devam edip etmeyeceği, ABD’de uzun vadeli faizlerin yönü ve bunlara bağlı olarak global risk algılamasının nasıl seyredeceği olacak gibi görünmektedir. Enerji ve emtia fiyatlarının seyri ikinci derece olsa da önemini koruyacaktır.
* ABD ekonomisi yeni yıla, aynen geçen yıl olduğu gibi cari açık ve bütçe açığı problemlerini çözmemiş, buna karşılık büyüme ve istihdamda olumlu eğilimler yakalamış olarak giriyor. Ancak, tüketici ve reel kesim güvenindeki artışa bağlı bu toparlanmanın henüz yeterince güçlenmediği ve bir hayli kırılgan nitelikte olduğu da görülüyor.
* Geçen yıla göre en önemli fark ise, FED’in gevşek para politikasını “nötr” bir politikaya doğru terketme niyeti ve bu amaçla kısa vadeli faiz oranını Haziran ortasından itibaren %1’den %2.25’e çıkarmasıdır.
* Kısa vadeli faizlerdeki yükselişe rağmen yılın sürprizi, uzun vadeli tahvil faizlerinin yılbaşına göre gerileme göstermesi olmuştur. Gösterge niteliğindeki 10 yıl vadeli tahvilin getirisi yılı %4.3 düzeyinde kapamaktadır. Oysa, son üç yıldır %5 düzeyinde bir kapanış beklentisi ile yıla girilmektedir. 2005 yılına da aynı beklenti ile girildiği izlenmektedir. Şu anda dünya üzerinde izlenecek tek bir gösterge varsa o da, söz konusu tahvilin getirisidir. Bu getirinin yükselmemesi, ABD varlıklarına yönelik yabancı talebinin güçlü kalmaya devam ettiğinin en önemli göstergesi olacaktır.
Yabancıların ABD’de menkul kıymet alımları bu yıl Ekim sonunda kümülatif olarak 912 milyar dolara ulaşmıştır. Yabancıların ABD tahvillerinin %40’ını, mortgage ve şirket tahvillerinin %25’ini ve hisse senetlerinin %10’unu ellerinde tuttuğu tahmin edilmektedir. Bu akımların en büyük kısmı ise, 375 milyar dolarla ABD Hazine tahvillerine yönelik olup, ağırlıklı olarak Japon ve Çin Merkez Bankaları tarafından yapılmıştır.
Faiz yüzde 20’ler seviyesindeki hareketini devam ettiriyor. Dolar YTL karşısında 1, 347 seviyesinde. Borsa ise 25 bin puanı aştı ama artık nefessiz bir alım değil satıcıların da bulunduğu bir piyasa izliyoruz.
2004 yılındaki ekonomik gelişmeler uzun zamandır hasret kaldığımız nitelikteydi.
Herşeyden önce, harcama disiplininin bozulmamış olması Türkiye’nin en büyük kazancı oldu.
Bu akşam açıklanacak aralık ayı enflasyonu ile 2004 rakamları da ortaya çıkacak ve hedeflerden bir sapma olmayacağı şimdiden kesin gibi.
İhracat rakamları bu sabah açıklandı. 64 milyar dolarla 2004 yılı hedefinin yüzde 28 üzerinde bir rakama ulaştık.
Büyüme yüzde 10’lar civarında gerçekleşecek gibi görünüyor.
2004 yılının en çok korkulan meselesi cari açıkta, hem iç talebin beklenenden erken doyması hem de hükümetin aldığı vergi artırımı tedbirleriyle büyük bir sıkıntı yaşamadık.
Ama kamu borcu ve sosyal güvenlik açıkları konusunda bir gelişme yok.
Dünya Güneydoğu Asya’da yaşanan felaketi dehşet içinde izliyor. Önce bu yüzyılın dördüncü büyük depremi yaşandı. Richter ölçeği ile 9 şiddetinde… Ardından gelen Tsunami ise iki kıtada, 11 ülkeyi vurdu. Kısacası bu yüzyılın en büyük felaketlerinden biriyle karşı karşıyayız. Şu ana kadar ölenlerin sayısı 90 bine ulaştı. Dünya Sağlık Örgütü toplam ölü sayısının 100 bin civarında olabileceğini belirtiyor. Bölgedeki ülkelerde ölü sayısını hesaplamak için hayatta kalanlar sayılıyor. Öyle ya, hayatını yitirenlerin önemli bir kısmını deniz yuttu. Geride kalanları ise şimdi salgın hastalık bekliyor. Dünya sağlık örgütü uyarıyor. 5 milyon insan yemek ve su gibi en temel ihtiyaçlardan bile mahrum. Milyonlarca insan evsiz ve salgın bir 100 bin can daha alabilir.
Dünya devletleri şu ana kadar ülke için sadece ve sadece 250 milyon dolarlık yardım toplayabildi. BM zengin ülkeleri “cimrilikle suçladı” Arizona kasırgasına 16 milyar dolar ayıran “dünya’nın lideri olma heveslisi” ABD’nin kasasından sadece 35 milyon dolar çıktı. Oysa tek başına ilaç devi Pfizer bile 25 milyon dolarlık para ve ilaç yardımını yola çıkardı bile. ABD Başkanı Bush ise Noel tatili için gittiği Teksas’taki çiftliğinde odun kesmekten ancak üçüncü gün fırsat bulup felaketle ilgili bir açıklama yaptı. O da ancak BM’nin cimrilik suçlamasından sonra…
Birleşmiş Milletler felaketin ikinci günü yaptığı açıklamada bölgede meydana gelen maddi zararın 14 milyar dolar civarında olduğunu açıkladı… Birkaç saat içinde Asya ekonomilerinin önde gelenleri korkunç bir darbe yedi yani.
Her deprem sonrası olduğu gibi bu deprem sonrası Türkiye’de de “acaba bu deprem Kuzey Anadolu ya da Marmara fayını tetikler mi, tetiklerse bizde de Tsunami olur mu” soruları sorulmaya başlandı. Uzmanlar televizyon ekranlarında Marmara’da olsa bile boyutunun küçük olacağını ama Ege ve Akdeniz için aynı şeyin söylenemeyeceğini belirtti. Hatta daha önce Akdeniz’de yaşanan Tsunami’lerden örnekler verildi…
Birazdan jeoloji uzmanı olmasam da bu soruya yanıt vereceğim. Evet Türkiye’de Tsunami yaşayacak. Üstelik bir değil dört tane birden. Ne zaman mı 2005 yılı içinde…
Ama bunlar kuru Tsunami’ler olacak. İnsanlar ölmeyecek fakat maddi olarak tek başına Türkiye’de yarattığı hasar iki kıtada 11 ülkeyi etkileyen felaketin dört katı büyüklüğünde olacak. Yani bu yıl Türkiye’nin cebinden 40 milyar dolar havaya ve suya karışacak. Nasıl mı?
Bu büyük felaketin yaşandığı günlerde Türkiye 2005 yılı bütçesini Meclis’ten geçirdi. Bütün televizyon kanallarında bütçe ile ilgili yorumlarda “bu bütçenin YTL ile hazırlanan ilk bütçe olduğu ve koskoca Türkiye’nin 2005 bütçesinin gelir hedefini 150 milyar YTL civarında olduğu” vurgulandı…
Bütçe ile ilgili ayrıntılarda gelirin ve giderin ne kadar olacağının yanı sıra faize ayrılan paya da şöyle bir dikkat çekildi. Ki bu pay 40 milyar doların üzerinde.. Yani bu yüzyılın en büyük felaketinin yaşandığı 11 Güneydoğu Asya ülkesindeki maddi zararın neredeyse dört katı. Ki bu da Türkiye’nin bu yıl bu büyük felaket gibi dört felaket yaşayacağı anlamına geliyor. Sadece bu yıl mı? Geçen yıl ondan önceki yıl ve ondan önceki yıl da birkaç Tsunami yaşadık. Ve hatta 2005 sonrası yıllarda da yılda birkaç Tsunami yaşamaya devam edeceğiz.