Paylaş
SABAH saat 8.00'de uçakla Diyarbakır'a ulaştıktan sonra, arabayla 4 saat sürecek Şırnak yolculuğuna başlıyoruz. Alabildiğine düz bir ovada yapılan bir yolculuk bu. İlk aştığımız yerleşim bölgesi Mardin. Türkiye'nin Kudüs'ü! Tüm dinlere kucak açan, Anadolu'da en büyük kiliseyi barındıran bu ilimiz sırtını dağlara dayamış, gündüz mezarlık, gece nazarlık görüntüsü ile haşmetli Mezopotamya ovasını kucaklıyor. Çevik bir yılan gibi kıvrılarak Mardin'i aştıktan sonra artık güzergáhımız düz bir ovada, tarihi İpek Yolu'nun üzerindedir. Yüzyıllarca ticaret ile haşır neşir olmuş bu yol şimdi geçmişin özleminde, gelip geçecek tek tük arabaları gözlüyor. Kilometrelerce Suriye sınırıyla paralel gidiyoruz. Káh bizim, káh Suriye köylerine göz atarken ‘‘Nedir alıp veremediğimiz?’’ diye sormadan da edemiyorum.
* * *
Neden işbirliği değil de, karşılıklı göz oyma gayreti?
Nusaybin'e vardığımızda yolun etrafına sağlı sollu kamyonların dizildiğini görüyorum. Ayda bir kez sınır ötesine mal götürürlermiş. Arabamızın usta sürücüsü, kurayla hepsine ayda muhakkak bir sefer düştüğünü söylüyor. Yol git-gel 2 gün sürermiş. Demek ki kamyonlar 28 gün yatıyorlar ve bizim şoföre göre bu iş çok kárlı!
Cizre, ortasına Dicle'yi almış, sessiz ve sakin kaderine boyun eğenlerin tevekkülü içinde. Ancak, Cizre bu sessizlikten memnun da. Terör bitmiş! Yol arkadaşım, ana caddedeki uzayan giden toprak şeride zakkum ekmenin kente bir güzellik kazandıracağını söylüyor. Bu laf da nereden çıktı, gibilerden suratına bakıyorum. Ancak, Alman Köprüsü'nü geçip Şırnak'a doğru rampa tırmanmaya başladıktan sonra tabiatın içine İlahi bir el tarafından serpiştirilmiş arsız zakkumları görüyor ve arkadaşımın gayretinin hazır çiçekleri vazoya yerleştirmek olduğunu anlıyorum.
Cizre'den iç bölgelere doğru yol kıvrılmaya başlayınca teröristin zamanında kendine mekán kıldığı dağlar her bir yanımızı sarıyor. Sağda Cudi, solda sırayla Namaz ve Gabar dağları. Tabii, terör düz ovada icra edilemez ki, ancak bu koca dağlarda pusu kurulabilir. Bu dağlarda konaklanır, bu dağlarda avlanılır. Koca koca, kıvrım kıvrım dağlar ve dağların üzerindeki tepelerde kartal yuvası misali özel timin gözetleme kaleleri! Yol boyu mevziler, asker ve polis denetimleri. Şükür terör bitti!
Neden terör? Yolda gördüğünüz her şey size bu sorunun cevabını açıklıyor. Fukaralık! Fukaralık! Fukaralık bu bölgenin ortak örtüsü. Bitkisini de sarmış, insanını da.
Aradaki ilişkiyi, gözle görünce daha rahat anlıyorsunuz. Terörün aynası, avurtları çökmüş insanların bedbin bakışlarında. Ağaç gölgeliklerine çökmüş insanların ‘‘yarınsız’’ bekleyişlerinde.
Ne yapmalı? Aklıma hemen rahmetli Özal geliyor. 1983 yılında bir konuşmasında; kendisine ‘‘Neden yabancı sigarayı kanunlaştırdın?’’ diye çatıldığında, ‘‘Bu zıkkımı içmiyor musunuz? Bari nemasını mafya değil de devlet toplasın’’ demişti.
* * *
Güneydoğu ekonomisi, gerçekçi olalım, sınır ticaretine, daha açık söyleyelim, kaçakçılığa dayanır. Bu ekonomi vardır ve ‘‘zıkkım’’ yabancı sigaraları içen insanlar kadar gerçektir.
O halde işe, kaçakçılığı legalize ederek, kurdun kuşun kaptığı kaçakçılıktan devletin de faydalanmasını temin ederek başlanamaz mı? Devlet, Irak ve Suriye sınırlarında serbest bölgeleri genişleterek, gereken altyapı hizmetini vererek ve dahi vergisini toplayarak ‘‘sınır ticaretine’’ önayak olamaz mı?
Irak'a konan ambargonun bize maliyetini ve ABD'nin bölgede ne gibi yatırımlar düşündüğünü de akşam Şırnak'ı ziyaret edecek olan ABD Büyükelçisi'ne soracağım.
Paylaş