BU yazıyı yazacağım ve sonra bir cenaze törenine katılacağım. Eski bir dostumla vedalaşacağım.
Bugün gözüme her şey saçma, önemsiz ve gereksiz gözüküyor.
Bugün asl’olan ölümdür!
Biliyorum, yarın tam böyle olmayacak, öbür gün ise yine kızacağım, taraf olacağım, yeniden hayatın asl’olan olduğunu düşünmeye başlayacağım.
Yaşamaya bıraktığım yerden devam edeceğim.
Sıra bana gelene dek!
Sonra birileri de benimle vedalaşacak!
* * *
Selçuk Öğrendil’in ölüm haberi bir sabah erken saatte, Moskova’dan geldi. Başka bir arkadaşım verdi haberi.
- Selçuk’u kaybettik!
- Ne diyorsun sen!
- Selçuk Öğrendil’i kaybettik, kalp krizi!
Selçuk’un hiçbir şeyi yoktu, sapsağlamdı. Tamam, hayat onu da önüne katmış, rüzgar ile dans eden yaprak misali oradan oraya savurmuştu.
Ancak, bilinen hiçbir rahatsızlığı yoktu.
Kalbinin onu son yolculuğa hazırladığına dair hiçbir uyarı almamıştı.
Telefon konuşması iki üç dakika sürdü, sonra Moskova’dan gelen telefon kapandı.
* * *
Hiç beklenmeyen bir ölüm haberi almak karın boşluğuna yenen yumruğa benziyor. Beyin ne olduğunu hemen çözemiyor. Bir süre hiçbir şey ama hiç bir şey hissetmiyorsun.
Beyin ölüm ile hayatı yan yana koyamıyor!
Birleştiremiyor!
İdrak oldukça geç oluşuyor!
İşte o zaman mideye yenen yumruk çok acıtıyor!
* * *
‘Aman Allah’ım o ölmüş!’
Peki ölmüş de ne olmuş?
Başka bir yere mi gitmiş?
O şimdi öldüğünü biliyor mu?
Ölümü nasıl karşıladı?
Arkadaşının yanında, otel odasında emaneti teslim ederken ne düşündü?
Öldüğünü fark etti mi?
Ölümü görünce çok mu üzüldü, yoksa sevinmiş olabilir mi?
Hatta ‘Ben bir ömrü vesvese içinde geçirdim, hiç değmezmiş!’ diyor da olabilir mi?
Yoksa o artık tamamen ‘yok’ olabilir mi?
İnsan aklı ‘yokluğu’ veya ‘zamansızlığı’ kavrayabilir mi?
* * *
Selçuk Öğrendil benim iş hayatına başladığım yıllarda ilk iş arkadaşımdı. Bir banka adına beraber Anadolu’yu aylarca kolaçan ettik. Dost olduk.
Hep korkuları anlatırdı, yarını kurtarmaktan bahsederdi.
İkimiz de memurluk yaptığımız bankada ezik memur çocuğu psikozunu bir türlü aşamazdık.
Bugün hiç yoktu, hep yarın vardı.
* * *
İki gündür aklım karışık!
Ona mı üzülüyorum, kendime mi?
Moskova’dan telefonla gelen mesaj ölümün artık dolaştığım bahçelerde kol gezmeye başladığına dair bir uyarı olabilir mi?