BUGÜN elimden geldiğince bir analiz yapmaya çalışacağım. Dilerim, yetkililer bu analizin samimi bir uyarı olduğunu anlamakta zorluk çekmezler.
* * *
28 Mart seçimlerine giden dönemde 24 ve 25 Mart günleri aynen şöyle yazmıştım:
‘...(AKP’nin açık fark kazanması durumunda)...28 Mart sonrası ortaya sistematik ve irade ile önlenemez bir zaaf çıkacak. Demokrasinin en önemli görevi büyük çapta ortadan kalkacak...
Demokrasinin denetleme ve dengeleme (check and balances) işlevi sistematik olarak aşınacak...’
Ayrıca şunları yazmıştim:
‘...AKP takip ettiği tavan siyasetinde büyük oranda liberal-demokrat bir çizgi izlerken, belli ki seçtiği taban politikasında milli görüşçüleri benimsiyor.
Benim anladığım kadarı ile; örgütü ‘yabancılara’ kaptırmaktan korkuyorlar ve yerel yönetimleri milli görüşten gelen adaylara teslim etmeyi tercih ediyorlar.’
* * *
Bugün dönüp aynı yazıya baktığımda; maalesef birinci saptamamın büyük çapta doğru çıktığını (‘haddini bil!’), ikinci saptamamın ise eksik kaldığını görüyorum.
Dar kadroculuk sadece yerel yönetimler için geçerli değil, aynı zamanda bürokrasiye de bulaşmış vaziyette.
Ayrıca dar kadroculuk salt milli görüş ile de sınırlı değil, ahbap-çavuş ilişkisini ve özellikle İstanbul Belediyesi çalışanlarını da kapsıyor.
* * *
1) Her iktidar dar kadroculuk yapar, ancak öncekiler kısmen de olsa bürokrasi/devlet tecrübesi sahibi yandaşlara sahip iken bu iktidarın elemanlarının tecrübesi İstanbul Belediyesi ile sınırlı. Devleti tanımıyorlar, ayrıca bazılarının çapları çok düşük.
2) Eskiden gelen, hatta hálá kısmen geçerli bir dışlanma psikozu içinde sadece ‘kendilerinden olanlara’ inanıyorlar. Kendilerini ‘diğerleri’ olarak görenleri onlar da ‘diğerleri’ olarak görüyorlar. Bu patolojik durum muhalefette iken bir nebze anlaşılabilir ama devletin herkesi kucaklaması gerektiği iddiası ile iktidara gelenlerin ‘cemaatçilik psikolojisini’ kabul etmek mümkün değil.
3) Onlara göre aldıkları uyarı/eleştiri/görüşün kalitesinden çok kaynağın kim olduğu daha önemli. Tipik bir aşiretçilik anlayışı ile hasım aşiretin hep kazık atmaya çalıştığını düşünüyorlar. Dış bilgiyi küçümsüyorlar.
4) Aralarında bazıları inanç ekseni etrafında akıl üretmekten kurtulamadıkları için otorite kabul edilenin verdiği tekil bilgiyi sualsiz kabul etme geleneğinden kurtulamıyorlar. Bilimin temel taşı olan ‘şüphe’ otorite karşısında ‘dinden çıkma’ olarak kabul görüyor.
‘Bizimkiler hep doğru, diğerleri hep yanlış!’
5) Kendilerini diğerlerine ispat amacı ile çoğu kez acele ediyorlar. Örneğin, çıkardıkları kanunların teknik eksikleri neredeyse hep bulunduğu gibi, Anayasa Mahkemesi’nin Yüce Divan konusundaki teknik reddi AKP için tam bir fiyasko. Sadece hormonlu tren değil, duble yol da aynı sıkıntılar ile dolu. THY’nin çelişkili kararları, TRT’nin son hamleleri hep yangından mal kaçırma güdüsü taşıyor.
* * *
Bu zaaflarla siyaset yapılabilir ama teknik devlet yönetilemez!