Yıllardır geldi, geliyor, gelecek derken efsane kadın dergisi Vogue, bu hafta sonu ilk sayısıyla piyasalara çıkıyor.
Türkiye’ye yıllardır adım atmayan Conde Nast grubu geçen yıl Doğuş Grubu’yla anlaşmıştı, Vogue bu anlaşmanın ilk ürünü... Derginin ilk sayısı önceki gün elime geçti, 562 sayfa tuğla gibi... Peşinen söyleyeyim kadın okurların bu kadar kalın dergiler hakkında bir şikayetleri var. Böyle kalın dergileri masanın üzerine yatırıp okumaktan başka şansları yok. Kucaklarına alamazlar, kuaförde karıştıramazlar, plajda rahat okuyamazlar, yanlarında taşıyamazlar... O yüzden 562 sayfalık tek parça bir tuğla yerine bir-iki ekli dergi vermek her zaman okur açısından daha kullanışlı. Mesela ben Vogue’u eve götüreyim dedim vallahi üşendim, gazetede karıştırırım diye bıraktım. Ancak ilk sayı bu, gösterişli olma çabasını anlıyorum. İlanların da maşallahı var, 89 sayfa ilandan sonra başlıyor dergi, toplam ilan sayısı da 250 civarında... Gösteriş dedim ya, editoryal anlamda da var bu; Vogue’un ilk sayısı tribüne şov yapar nitelikte. Fotoğrafçılar hep Vogue’un efsane isimlerinden seçilmiş, modellerin tamamı yabancı... New York’ta, Mardin’de, İstanbul’da, Bodrum’da yapılan çekimlerde hep yabancı ekiplerin imzası var. Bunun hep böyle devam etmesi imkansız, prodüksiyonlar mecburen yerlileşecek asıl o zaman Vogue Türkiye’nin diğer Vogue’lara göre nerede durduğunu göreceğiz. Bu haliyle Vogue’un pek çok edisyonundan ışıltılı, son olarak Brezilya edisiyonunu gördüm bizimkinin yanında çok sönük kalır. Zaten Conde Nast’ın yöneticileri de Vogue Türkiye’yi çok beğenmişler. Diğer yandan Vogue’un kadın dergileri piyasasına hareketlilik getirdiği kesin. Okur kaptırmamak isteyen diğer kadın dergileri de atağa kalkmaya başladı. Mesela Elle dergisinin Mart sayısı da 560 sayfa hazırlandı, yanında 200 sayfalık Catwalk eki de var, toplam da 760 sayfa... Voaav... Diğer moda dergileri de aynı şekilde atakta... Kadın dergisi okumanın daha da keyifli olacağı bir döneme giriyoruz.
Filmi yarım kaldı!..
Mustafa Altıoklar’ın İşgal Altındaki İstanbul filmini çekmek için yıllardır nasıl çabaladığını biliyorum. Sonunda filmi çekmeye başladığı haberleri gelmiş, sevinmiştik. Film için Beykoz’daki eski kundura fabrikasını sete dönüştüren Mustafa Altıoklar, buraya baştan aşağıya bir Beyoğlu kurmuştu... Bu sette 1920’lerin İstanbul’u birebir yeniden canlandırılmış, Çiçek Pasajı, İstiklal Caddesi döneme uygun olarak yeniden inşa edilmişti. Cem Yılmaz’ın Vahşi Batı’da yaptığının bir benzerini Mustafa Altıoklar İşgal Altındaki İstanbul için yaptı. Ancak o set çürümeye terk edilmiş şimdi. Altıoklar’la yola çıkan ve filme para koyan Çerkez kökenli finansör işten çekilince İstanbul İşgal Altında yapım aşamasında yarım kaldı. Beyoğlu, Çiçek Pasajı öylece duruyor şimdi eski kundura fabrikasının içinde... Mustafa Altıoklar buna rağmen işin peşini bırakmış değil, yeni finansörler bulmak için uğraşıyor şu sıralar. İlgilenen sinemacılar da varmış. Bittiğini görürsek, en zor çekilmiş filmlerden biri olacak tarihe geçecek İstanbul İşgal Altında...
Alkazar’ın ardından...
Beyoğlu’ndaki Alkazar Sineması kapısına kilit vurma kararı aldı. Üzüldüm... Gerçekten üzüldüm... Çünkü derin anılarım ve yakın duygusal bir bağım vardı o sinemayla ilgili. Alışveriş merkezlerinde hızla açılan konforlu sinemalar, bu salonlarda gösterilen popüler filmler karşısında daha fazla direnemedi Alkazar... Bağımsız filmler gösteren, Avrupa sinemasından örnekler vizyona sokan Alkazar bu politikasıyla daha fazla yol alamadı. 2010 Kültür Başkenti’nde Alkazar gibi tarihi bir sinemanın kapanması üzücü olmasına üzücü ama ben bunun sorumlusu biraz da sinemanın kötü işletilmesidir. Hiçbir AVM sinemasının önünden, Alkazar’ın önünden geçtiği kadar insan geçmiyor. Her saat başı binlerce insan geçiyor İstiklal Caddesi’nde Alkazar’ın önünden. Buna rağmen insanlar film izlemek için Alkazar’ı değil de AVM sinemalarını tercih ediyorsa bunun sorumlusu biraz da işletmedir. En son 2 ay önce film izlemeye gittim Alkazar’a. Eski rahatsız koltuklar, yıllardır yenilenmeyen salonlar yine aynı şekildeydi. Oturduğum bir koltuk sol tarafa, diğer koltuk öne doğru göçmüş vaziyetteydi, rahat bir koltuk bulabilmek için dört kez yer değiştirdim. Şimdi AVM’lerin konforu dururken böyle bir sinemaya kim gider? Sadece salonları değil girilşindeki güzel mekanı da yıllarca iş yapamadı Alkazar’ın. Sürekli değişti, restoran oldu, cafe oldu, en son gece kulübüne dönüşmüş bangır bangır caddeye müzik yayını yapıyordu. Oysa Alkazar bağımsız film yayınlayarak da pekala yaşardı... Aşağıya para kazandıracak kaliteli bir mekan açılsa, iki salonundan birinde bağımsız birinde popüler filmler oynatsa pekala kendini döndürecek bir işletme olurdu. Alkazar’ın tarih olacağına ihtimal vermiyorum. Muhtemelen büyük sinema zincirlerinden birinin halkası olacaktır. Belki de hayırlısı budur...