Uçak kazaları hep ilgimi çekmiştir, bu yüzden Amsterdam uçağıyla ilgili ilk kaza raporları haberlerini de dünkü gazetelerin hepsinde satır satır okudum.
Anlaşılmaz, kafa karıştıran bir sürü teknik cümle... Paragraf paragraf haberler var ama hiçbir şey anlatmıyor. Yazan editör uçağın nasıl düştüğünü çözememiş ki, okuyucu çözsün. Basit, anlaşılır bir dille anlatılamaz mı şu olay? Bal gibi de anlatılırmış, haberi Hürriyet’te okuyunca anladım. Kaç metrede neler oldu, 100 saniyede neler yaşandı, pilotlar ne yaptı madde madde sıralanmış. Yanında da kafada tek bir soru işareti bırakmayan Uğur Cebeci’nin nefis bir analizi. İşte budur dedim... Cebeci, kazanın yaşandığı günden bu yana yorumlarıyla havacılık konusunda eline kimsenin su dökemeyeceğini bir kez daha gösterdi zaten. Hürriyet’in sade ve anlaşılır haberi de, gazetelerin kadrosunda uzman gazeteci bulundurmasının ne kadar önemli olduğunu kanıtladı. Kazayı en anlaşılır şekilde veren ikinci gazeteyi merak ediyorsanız onu da söyleyeyim; Vatan’dı...
Deniz Seki’nin hapishane fotoğrafları tesadüfen çekildi
Milliyet Cafe’de Çağdaş Ertuna merak etmiş; “Deniz Seki’nin hapishanede fotoğrafları nasıl çekilebilir” diye soruyor. “Hapishanede bile rahat yok” demeye getiriyor. Ben fotoğrafın perde arkasını anlatayım; Tamamen tesadüf! Habertürk muhabiri haftalar öncesinden cezaevi yönetimine başvuruyor, kadın mahkumlarla ilgili bir haber hazırlamak için. Yönetim de muhabire cezaevine girmesi için bir tarih veriyor. Şansa bakın ki muhabire verilen tarih, Deniz Seki’nin cezaevine düştüğü ilk güne denk düşüyor... Muhabir de Deniz Seki’yi görünce gazeteciliğini konuşturup cep telefonuyla görüntüleri çaktırmadan çekiyor. Karambolde topun önüne düşüp gol olması buna denir işte... Bazen gazeteci habere gitmez haber gazetecinin ayağına gelir. Sakın haberi küçük görmeye çalıştığım zannedilmesin, aksine Habertürk’ün bugüne kadarki gerçek anlamda tek özel haberiydi.
Başıboş yol inşaatları
Koskoca İstanbul’da bütün yol yapım çalışmaları başıboş ilerliyor. Ne bir yetkili, ne bir uzman var işin başında. Var da, yok! Hepimizin hayatı iki amelenin elinde... Uyarı levhasını koymayabilir, çukuru kapatmayabilir, yolda plastik bir varil unutabilir ve bunu kontrol eden biri olmadığı için hepimiz her an kaza yapabiliriz. İkitelli’de Mahmutbey gişelerine gelmeden önce havaalanı sapağından çıkıp, Hürriyet’e doğru giden herkes aylardır her gün böyle bir manzarayla karşılaşıyor. Orada yapılan köprülü yol inşaatı nedendir bilinmez bıçak gibi durdu, iki-üç aydır çivi çakılmıyor. İnşaat dururken de, tam köprünün altındaki virajda yol kenarındaki tretuvar öylece unutuldu. İki metre geri çekseler trafik rahatlayacak, çekmedikleri için trafik orada tek şeride düşüyor ve metrelerce kuyruk oluşuyor. Her gün bu eziyeti onbinlerce insan yaşıyor o kavşakta. Tretuvar iki metre geriye çekilmediği için. Neden? Çünkü yol inşaatları başıboştur İstanbul’da.
Orhan Pamuk okuyan mankenler
Corriere della Sera’da yayınlanan fotoğraf çok güzeldi. İtalyan Moda Haftası’nda güzel bir manken, saçlarını yaptırırkenff Orhan Pamuk’un Neve (Kar) adlı kitabını okuyor. Kitabın kapağında bulunan başı kapalı kadın fotoğrafıyla, mankenin yüzünün yarısı yan yana gelmiş, güzel bir kare oluşturmuş. Bizim manken camiasında alışık olmadığımız bir durum. Birbirlerini ayaklarını kaydırmaktan, saç baş yolmaktan, sadece çanta-ayakkabı peşinden koşmaktan kitap okumaya vakit bulamazlar bizimkiler. Sadece mankenler mi? Türkiye’de hangi sektörde kaç kişi Nobelli bir yazarı merak edip okuyor da, mankenimiz okusun değil mi?.. Ne acı, manken kadar olamadık.