Sinir krizinin eşiğindeki kadınlar

Pedro Almadovar’ın Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar (Mujeres Al Borde Un Ataque De Nervios/1988) filmi, terk edilmiş aşık kadın Pepa’nın hikayesini anlatır.

Hayatının aşkı Ivan tarafından terk edilen Pepa gibi bir başka kalbi kırık kadın daha vardır filmde.

Sevdiği terörist tarafından terk edilen Candela...

Almadovar terk edildikleri için sinir krizinin eşiğinde dolanan kadınların hikayesini müthiş eğlenceli yansıtır.

Gazetelerin üçüncü sayfasında sevdikleri adamı öldüren kadınların haberlerini gördükçe bu film geliyor aklıma.

Elimde resmi bir veri yok ama kadınların karıştığı bu tür cinayet sayısının son dönemde arttığını gözlemliyorum.

Mümtaz Sevinç cinayeti son dönemde en çok bilineni...

Sevinç, aldattığı sevgilisi tarafından bıçaklanarak öldürülmüştü.

Aynı günlerde terk edilmiş, aldatılmış, sevgilisiyle bir olup eski kocasını öldürmüş başka kadınların cinayetleri de yer aldı gazetelerde.

Kadınların genellikle bıçak gibi cinayet işlemek için zor bir aleti seçmeleri de ilginç.

Çünkü bıçak güç gerektiren bir cinayet silahı...

Peki neden bıçak?

Daha çok acı çektirmek için mi? Defalarca saplayıp hırsını alabilmek için mi?

Her kadının elini attığında hemen bulabileceği bir cinayet aleti olduğundan mı?

Kurtlar Vadisi Irak’ın finalinde de Amerikalı generalin ölümünün (Polat’ın elinden de olsa), o kadar ağır makineli silahın içinde Leyla’nın bıçağıyla olması da enteresan değil mi?..

Leyla’nınki hayal dünyasında bir öç alma hikayesi...

Gerçek hayatta ise kadın genelde aşkına, sevgisine mağlup olup bıçağa sarılıyor.

Kadınlar mı daha çok deliriyor, erkekler mi kadınları delirtiyor bilemem...

Ama sinir krizinin eşiğindeki kadın sayısının arttığı gerçek!

M. Ali’nin çapkınlığı babasındanmış...

Ali Poyrazoğlu’nun son oyunu "Ben Eskiden Küçüktüm"ü mutlaka görün.

Ne hikayeler var, ne hikayeler...

İş Sanat’ta cuma akşamı izledim oyunu, kimi zaman gülmekten gözümüzden yaşlar geldi, kimi zaman derin bir hüzne sürükledi Poyrazoğlu bizi...

Tek kişilik bir gösteri bu!

Ama stand-up değil!

Sahnesiyle, dansçılarıyla büyük emek harcanmış bir tiyatro oyunu.

Ali Poyrazoğlu tiyatrosundaki her şeyi satıyor; makyaj kutusundan koltuğuna, daktilodan sahne tozuna kadar her şeyi...

Hepsini satarken de yanında anılarını veriyor eşantiyon.

Ama ne anılar...

Her biri koleksiyon olur!

Mehmet Ali Erbil’in çapkınlığı babasındandır diyor, Sadettin Erbil’i anlatırken...

Zeki Müren’in son yıllarında bir gece Yeşil Kabare boşaldıktan sonra nasıl sahneye çıkıp kendisine ve Müjdat Gezen’e şarkı söylediğini anlatıyor.

Sonra da "Ya yevmiye mi ver ya da hesabı" dediğini...

Sonra dönüyor Sezen Aksu’ya, "Yeşil Kabare’de misafirler de şarkı söylerdi. Ama Sezen manyağı sahneden inmezdi" diyor.

Ayla Algan’ın sucuk elinde yayarak oynadığı sahneyi anlatırken kahkahalar tavan yapıyor.

Erol Simavi’den Haldun Taner’e, İsmet Ay’dan Muhsin Ertuğrul’a anlatıyor da anlatıyor...

3 saat geçip gidiyor...

Poyrazoğlu, "lapa lapa kar yağarken" inanılmaz bir yolculuğa çıkarıyor izleyiciyi...

Beyoğlu’nda seni öperler

İstiklal Caddesi skandalı hangi gelişmiş ülkede yaşansa illa ki iki-üç kelle götürürdü...

Yerel mi, büyükşehir mi bilemem ama şu granit zemin yüzünden birileri istifa etmek zorunda kalırdı.

En son yılbaşı gecesi çıkmıştım, aradan tam bir ay zaman geçmiş tek çivi çakılmamış İstiklal’e.

Her şey aynı duruyor.

Ara sokaklar çamur içinde, yamuk yumuk parkeler, sağda solda yığılmış taşlar, dükkan girişlerinde derme çatma basamaklar.

Yılbaşı gecesine yetiştirmek için yalapşap döşenmiş granitler öyle duruyor. Tek kelimeyle çıldırtıcı, sanki birileri bizle dalga geçiyor.

İstiklal’de yürürken Redd’in şarkısı çalıyor:

Bu kafayla seni Beyoğlu’nda öperler, öperler...
Yazarın Tüm Yazıları