Paylaş
Cumhuriyet Halk Platformu Köln Derneği, Köln Üniversitesi ve Nazım Hikmet Derneği’nin organize ettiği bir anmaydı bu.
Tarık Akan’ın ailesi, dostları, sevenleri ve Köln Üniversitesi’nin 1300 kişilik amfisini dolduran bir kalabalığın katılımıyla bugüne kadar izlediğim en iyi anma programı gerçekleşti.
Çünkü anma programları genelde sıkıcıdır, bir noktadan sonra bayar, seyirciyi uyutur falan...
Ama Tarık Akan anmasında duygusallık da vardı, eğlence de, gözyaşı da vardı kahkaha da...
Tam Tarık Akan’a yakışacak şekilde...
Nebil Özgentürk’ün hazırladığı belgeselle başlayan programda Rutkay Aziz, Ataol Behramoğlu, Zülfü Livaneli konuştu,
Sunay Akın her zamanki gibi etkileyici bir kısa gösteri yaptı, Genco Erkal, Fazıl Say’ın piyanosu eşliğinde Nazım Hikmet şiirleri okudu.
Perdede Tarık Akan’ın unutulmaz filmlerinden gösterilirken, Fazıl Say ve Serenad Bağcan da müzikleriyle geceye renk kattı. Bu tür gecelerin temposunda seyircinin coşkulu katılımı çok belirleyici oluyor.
Köln’de de Tarık Akan, özgürlükler ve demokrasi konusunda sesini yükselten bir kalabalık vardı.
“Tarık Akan bugün hayatta olsa Köln’de değil, Cumhuriyet’in önünde olurdu” ise herkesin
ortak görüşüydü...
Geceden notlar
Tarık Akan’ın hayat arkadaşı Acun Günay ve çocuklarının da katıldığı gecede aile adına sadece oğlu Yaşar Özgür Üregül kısa bir konuşma yaptı...
Gecenin sonunda Zülfü Livaneli ve Serenad Bağcan’ın söylediği ‘Yiğidim Aslanım’ türküsüne Akan’ın bütün dostları sahneye çıkarak koroya katıldı...
Cumhuriyet Halk Platformu Köln Derneği Başkanı Günay Çapan’ın, Gürbüz Çapan’ın kardeşi olduğunu öğrendim...
Köln Üniversitesi amfisi tıklım tıklım doluydu. Bir gün önce Köln’den fotoğraf paylaşan Can Dündar’ı gecede göremedim...
Duruşu, hayata bakışı tamam da Tarık Akan’ın eğitimci yanına bir kez daha hayran oldum...
Oscarlı yönetmenin Yılmaz Güney hayranlığı
Zülfü Livaneli, Tarık Akan’ı anma gecesinde, “Övüneceksek bunlarla övünelim” diyerek, “Geçen yıl Leonardo DiCaprio’ya ilk Oscar’ını kazandıran Diriliş (The Revenant) filminin ünlü yönetmeni Alejandro Inarritu’nun Yılmaz Güney’in ‘Yol’ filminden etkilenip sinemaya başladığını” söyledi.
“Nasıl atlamışım bu bilgiyi” diye kendime şaşırdım çünkü hem “Yol”u, hem “Diriliş”i seyretmiş, hatta Vimeo’da Inarritu’yla Diriliş’in kamera arkası üzerine yapılan röportajları bile izlemiştim.
Hiç Inarritu’nun ağzından böyle bir açıklama duymamıştım.
Törenden sonra “Yol”un müziklerine imza atan Livaneli’ye sordum, “Bu bilgiyi nereden aldın abi” diye.
Kendinden çok emin, “Inarritu’nun Yılmaz Güney hayranı olduğuna dair kendi açıklaması var” dedi...
Geçen yıl Türk medyasında da çıkan bu haberler şehir efsanesi mi değil mi diye internete girdim.
Bu bilgiyi Türk medyasında ilk paylaşan Nuri Bilge Ceylan olmuş.
2009’da verdiği röportajda, “Bir yabancı dergide Inarritu’nun Yılmaz Güney’in ‘Yol’ filmini izledikten sonra sinemaya başladığını okuduğunu” söylemiş Nuri Bilge Ceylan...
Hangi dergidir acaba diye bakınırken, olayın kaynağını buldum:
2008’de yayınlanan Stephen Lowenstein’ın “My First Movie” (İlk Filmim) kitabının ikinci serisi olan “Ten Celebrated Directors Talk About Their First Film” (10 Ünlü Yönetmen İlk Filmini Anlatıyor) adlı kitabında yer alıyor bu konu...
Bu kitapta Inarritu, ilk filmi “Paramparça Aşklar Köpekler”e giden sinema yolculuğunu anlatırken şöyle diyor:
“O zamanlar müzik çok daha fazla ilgimi çekiyordu. Tam bir müzik delisiydim. 17 yaşındaydım. Yılmaz Güney’in ‘Yol’ filmini izleyince sinemanın içinde olmaya karar verdim. ‘Yol’un beni çok sarstığını ‘Bu inanılmaz bir şey, ben bu işin içinde olmalıyım’ dediğimi hatırlıyorum.
Beni ilk etkileyen film ‘Yol’dur. İkinci sırada Midnight Cowboy (Geceyarısı Kovboyu), sonra ise Once Upon a Time in America (Bir Zamanlar Amerika) gelir...”
En İyi Yönetmen Oscarları’nı 2014 ve 2015’te iki yıl üst üste kazanan yönetmen söylüyor bunları.
Oscarlı Revenant’ta da Yılmaz Güney’e selam çakmak için, donmak üzere olan Leonardo DiCaprio’yu ölmüş atın karnının içine sokuyor...
Tıpkı Yılmaz Güney’in ‘Yol’ filminde Tarık Akan’ı, donmaması için ölen atın karnına sokması gibi...
Gerçekten övüneceksek bunlarla övünelim ve Yılmaz Güney’in sinemasına bir kez daha şapka çıkaralım.
Paylaş