Paylaş
Mizahını, oyunculuğunu, yemek merakını bilirsiniz de Kadir Çöpdemir’in müthiş bir koleksiyon meraklısı olduğunu muhtemelen bilmezsiniz...
Özellikle de 2. Dünya Savaşı’yla ilgili her şeyin koleksiyonunu yapar Kadir...
Dünyanın en önemli 2. Dünya Savaşı müzelerinin hepsini gezmiştir...
Gittiği ülkelerden de savaşla ilgili ne bulursa toplar...
Geçenlerde aradı beni, “Baba şu an heyecandan ölüyorum... Bilirsin 2. Dünya Savaşı’yla ilgili gezmediğim müze yoktur...
Şu anda Okmeydanı’ndaydım ben böyle bir müze dünyada görmedim” dedi...
“Ne diyosun Kadir, neredeymiş” dedim...
Heyecanla anlatmaya başladı, Çuhadaroğlu Grubu’nun kurduğu Hisart Canlı Tarih Müzesi’nden böylece haberim oldu...
“Mutlaka seni buraya getirmem lazım” dedi, kapattı telefonu...
İnternetten araştırdım müzede çakmaklı tabancadan, kılıç kalkan ve tüfeğe, miğferden nişanlara kadar Osmanlı askerleriyle ilgili her şey var...
En kısa sürede birlikte gideceğiz...
Çünkü Kadir gibi bu işlere meraklı biri, bu kadar övüyorsa yabana atılacak bir müze değildir...
Güzel bir yer: Develi Nişantaşı
100 yılı deviren markaların benim için ayrı bir önemi vardır...
İlk Develi Kebap restoranı kurulalı da tam 103 yıl olmuş...
İstanbul’da Samatya’daki ilk Develi açılalı da 50 yıl...
3-4 yıl önce Ajda Pekkan’la Florya’daki Develi’ye gittiğimizde tanışmıştım Arif Develi’yle...
Şimdi işin başına geçen 4’üncü kuşak Develi’yle tanıştım, Arif Develi’nin iki oğlundan biri olan Nuri Develi’yle...
Üç hafta önce Nişantaşı Abdi İpekçi Caddesi’ne İstanbul’daki 11’inci Develi’yi açtılar...
Risottolar, Mozzarellalar tamam da Nişantaşı kebap konusunda çok zayıftı, Develi’yle lezzet eksiği tamamlanmış oldu...
Klasik Develi lezzetlerinden tek farkı, mekanın mimarisi olmuş...
Mimar Kaan Çetinkaya çok modern ve ferah bir Develi tasarlamış Nişantaşı için...
Nuri Develi’yle mutfağa kadar girip kebapların nasıl yapıldığını inceledim...
4 kuşaktır kebap yapan bir mekandan nasıl kötü iş çıkabilir ki...
Şimdi Ankara’da yılbaşında 12’inci şubeyi açmaya hazırlanıyorlar...
Abdi İpekçi’deki İstanbul’daki son şubeleri olurken, Ankara’daki İstanbul dışında açacakları ilk şube olacak...
Güzel bir haber: Serenay’ın dansı
Biliyorsunuz sevgililer Serenay Sarıkaya ve Kerem Bürsin, Günaydın Sevgilim adlı bir film için birlikte çalışıyorlar...
Çekimler ilkbahara ertelenince filmin yönetmeni Ketche’yle konuştum, nedir işin aslı diye...
“Müzik ve dansın başrolde olduğu bir film” dedi...
Serenay da bir dansçıyı canlandırıyor zaten...
Bu yüzden sadece Serenay değil, Kerem ve diğer oyuncularda bir aydır dans dersi alıyormuş...
Madonna’nın da koreograflarını yapan Kevin Maher adlı bir dansçıdan.
Sırf bu iş için Maher Los
Angeles’tan gelmiş ve ekibi dans çalıştırıyormuş.
Filmin müzikleri de hazır değilmiş daha, Sezen Aksu ve Sıla’dan şarkı istemişler...
Finalini güçlü, hit olacak bir şarkıyla bitirmek istiyorlar...
Dolayısıyla yazıldığı gibi bir senaryo sıkıntısından değil, şarkı ve dans çalışmasından dolayı ertelenmiş film...
Biraz da havalardan... Mart sonuna doğru motor demeyi planlıyorlarmış...
Bu arada Ketche’nin telefonunda Serenay’ın bir dans fotoğrafını gördüm, yalvardım ver şunu basayım diye vermedi...
Akıllara zarar bir kare...
Filmde böyle dans sahneleri olacaksa, ben şimdiden söyleyeyim Kerem ve Serenay’ın aşk filmi gençlere kapı-çerçeve kırdırır...
Güzel bir film: Hayat Öpücüğü
Ali Sunal ve Hatice Şendil’in oynadığı Hayat Öpücüğü filmini izledim...
Talihsiz bir film oldu bu... Çünkü geçen hafta vizyona girdiği gün Ankara katliamı yaşandı...
Bombalar patladı, 100 canımızı kaybettik...
Terör olayları, ilk olumsuz etkisini alışveriş ve sinemada gösteriyor.
Kimse AVM’lere girmek istemiyor çünkü...
Bu yüzden 55 binlik bir açılış yaptı Hayat Öpücüğü...
Çok daha fazlasını hak ediyor oysa... Çünkü sıcak bir film...
Kimsenin elini bile sıkamayan titiz ve hastalık hastası bir adamın, hastanede tanıştığı bir kadın sayesinde değişen hayatı bu...
Komedi tadında başlayan, giderek drama ve ‘love story’ hikayesine dönüşen ve sonunda da seyirciyi boğazında düğümle salondan çıkarıyor film...
Komediye boğulmuş salonlarda farklı bir tat arayanlar için iyi tercih olacaktır...
Özellikle kadın seyirci için...
Güzel bir anı: Yılmaz Güney, Memduh Ün’ü neden tokatladı
Cuma günü kaybettiğimiz Memduh Ün’ün Yılmaz Güney’le yaşadığı çok güzel bir anı vardır...
Türk sinemasının iki efsane ismini rahmetle anarak aktarıyorum...
Memduh Ün odasında otururken bir arkadaşı telefonla arıyor, kendisine birini göndereceğini, bu gence iyi bakmasını, çünkü ilerde çok işler başaracağını söylüyor...
Memduh Ün de ‘gönder’ diyor. Bir süre sonra kapı çalınıyor ve içeri uzun boylu, zayıf, esmer biri giriyor.
İçeri giren Yılmaz Güney’dir.
Memduh Ün, bu gençte bir ışık göremediğini nazik bir şekilde ifade ediyor. Yılmaz Güney geldiği gibi gidiyor...
Memduh Ün, kendisine Yılmaz Güney’i tavsiye eden arkadaşını telefonla arıyor ve “Bu gönderdiğin gençte jön değil olsa olsa kömürcü çırağı olur” diyor...
Yıllar sonra Yılmaz Güney, Yılmaz Güney oluyor...
Elinde bir senaryo ile Memdüh Ün’ün kapısını çalıyor.
“Umutsuzlar” diye bir film çekmeyi düşündüğünü söylüyor ve Memduh Ün’e rol teklif ediyor...
Ün rolü kabul eder...
Film çekimlerine başlanır, bir sahnede Yılmaz Güney, Memdüh Ün’e senaryo gereği tokat atar.
Bu tokat Memdüh Ün’e göre ‘kömürcü çırağı’ sözünün intikamıdır...
Memduh Ün, Bir Yudum İnsan programında bu olayı hiç gocunmadan Nebil Özgentürk’e anlatmıştı...
Güzel bir kitap: Uçurtma Avcısı
Afganistan o kadar güzel bir ülkeymiş, o kadar güzel insanları, o kadar güçlü bir kültürü varmış ki...
İnsan Uçurtma Avcısı adlı kitabı okuyunca çok daha iyi anlıyor... Şimdi Taliban’ın, yoksulluğun, savaşların ve bombardımanların altında yıllardır inleyen Afganistan’ı anlamak ve kendimize ders çıkarmak için mutlaka bu kitabı okuyun...
Emir ve Hasan bizdeki Türk-Kürt gibi iki farklı etnik kökene sahip çocuklar...
Emir zengin bir Afganlı ailenin çocuğu...
Hasan ise orada pek sevilmeyen etnik bir azınlık olan Hazaralara mensup bir çocuk... Ve Hasan, Emir’in ailesinin yanında çalışan hizmetkarın oğlu... Birlikta Kabil sokaklarında uçurtma avcılığı yaptıkları yıllardan başlayan hikaye, savaş yıllarına, zengin bir kültüre sahip toprakların adım adım nasıl yok edildiğine kadar uzanıyor...
2007’de filmi de yapıldı bu kitabın ama ben izlemedim...
Kafamda öyle güzel bir Afganistan yarattı ki, filmi izleyip hayal kırıklığına uğramak istemediğim için de izlemiyorum.
Ama bu kitabı mutlaka okuyun... Çok etkileneceksiniz, çok üzüleceksiniz, ‘yoksa bizde mi’ diye çok düşüneceksiniz...
Paylaş