İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt internetteki blog’unda günlük olaylarla ilgili kişisel görüşlerini yazınca İsveç’te eleştiri oklarının hedefi oldu.
Adam dişini fırçalamaktan, patlayan ampullere kadar her şeyi anlatıyor.
Siyasetçiler arasında son moda bu, internette günlük tutmak.
Finlandiya Başbakanı, Estonya Dışişleri Bakanı’nın da kişisel blog’ları var.
Erdoğan’ın yok mu zannediyorsunuz?
Ben Erdoğan’ın sır gibi sakladığı blog’unu buldum. Bakın neler var;
á Kenan Doğulu’nun Shake it up Shekerim’i güzel olmuş. Ama ’şekerim’i niye öyle yazmış, söyleyeyim de düzeltsin.
á Bugün YouTube’u kapattılar, mutsuzum.
á Deniz’i online gördüm, bana selam vermedi. Messenger listemden çıkardım onu...
á Alex’in kulağını çektim, Konya maçını kazandırdı bize.
á Metin Şentürk Ferrari’yle hız denemesi yaparken yanına oturmalıyım, cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi puan toplarım.
á Yok yok, ya attan düştüğüm gibi Ferrari’den de düşersem... Seçim öncesi sakatlık çıkmasın şimdi. Metin, Ferrari’yi tek başına kullansın.
á Teke Tek programına DYP’li Şebnem Schafer çıkmış. İki aydır katılmıyorum bu programa, önümüzdeki hafta çıkayım bari.
á Carl Bildt gibi ben de son bir ay içinde öyle çok ampul almak zorunda kaldım ki... Gerçekten seçim yaklaşırken ampuller neden çabucak atmaya başladı?
(Keşke Başbakan’ımızın da böyle bir blog’u olsa değil mi? Türkiye çok daha keyifli yaşanan bir ülke olurdu)
Armağan’ı stand-up’çı yapan Cem Yılmaz’dır
Sahnede çok yeni olmasına rağmen Armağan Çağlayan’ın stand-up gösterisi medyada geniş şekilde yer alıyor.
Gösteri iyi mi, kötü mü, Armağan sahnede nasıl, güldürüyor mu eğlendiriyor mu hiçbir fikrimiz yok.
Ben de henüz izlemediğim için bilmiyorum.
Ama Armağan buna rağmen medyada bir stand-up’çı muamelesi görüyor.
Bunu yapansa Cem Yılmaz’dan başkası değil.
Cem Yılmaz, yeniden sahnelemeye başladığı şovunda, Armağan için "İlk gösterisini kimsesiz çocuklar yararına yapacağına, parayı kendi tedavisinde kullansaydı" dedi.
Yani ilk kurşunu attı.
Yıllardır polemiğin nasıl rating aldığını canlı yayında öğrenen Armağan fırsatı kaçırır mı...
Hemen gösterisinde seyirciye şapka dağıtıp Cem Yılmaz için para topladı.
İş bir anda medyada stand-up’çıların sahne tartışmasına dönüştü.
Yani isteyerek mi istemeyerek mi bilmem ama Cem Yılmaz, gösterisinin reklamını yaparak Armağan’a en büyük kıyağı yaptı.
Bakın ben bile daha gösteriyi izlemeden, stand-up’çı Armağan’ı yazdım.
Bundan sonrası Armağan’ın sahne becerisine kalmış.
Kırılan ayağın sesini duyduk
Galatasaray-Trabzonspor maçında Musa’nın ayağının kırıldığı pozisyon, numaralı tribünde tam bizim önümüzde yaşandı.
Önce duyduğumuz sesin futbolcuların tekmeliklerinden geldiğini sandık ama meğer o ses içinde kemiğin kırılma sesi de varmış.
Statlardaki tüm şiddet ve küfüre rağmen, futbol seyircisinin kaybetmediği insani yanını da bu üzücü olay sayesinde gördük.
Galatasaray tribünlerinin hepsi Musa ambulansa bindirilirken, talihsiz futbolcuyu ayakta alkışladı.
Oyuncular işini iyi yapmıyor
Dizi oyuncularının pek çoğu, Türk televizyonlarını hafife alan bir snob’luk içinde.
Habertürk’te konuğum olan oyunculara soruyorum;
"Hangi kanalı izliyorsunuz?"
Yanıt çoğunlukla aynı; CNBC-e, Dizimax, BBC, Comedymax...
"Peki hangi diziyi izliyorsunuz?"
Lost, CSI, Nip-Tuck falan...
Sanki Amerika’da yaşıyorlar. Kendi sektörlerini takip etmiyorlar. Hangi dizi nasıl yazılmış, hangi yönetmen nasıl çekmiş, kim nasıl oynamış bakmak yerine yabancı dizi izliyorlar.
Oysa nasıl ki bir cerrah tıp dünyasındaki gelişmeleri takip etmek, bir gazeteci gazeteleri, dergileri okumak, bir futbolcu dünya futbolundan maçlar izlemek zorundaysa, bunu kendi mesleki bilgisini geliştirmek için yapıyorsa, oyuncu da televizyondaki dizileri ve oyuncuları izlemek zorunda.
Ama bizimkiler marifetmiş gibi, yerli dizilere burun kıvıran bir hava içinde.
Hem o dizilerden haftada 15-20 bin lira kazan, hem de şöhret ve para kazandığın sektörden bi haber ol.
Buna sadece işine saygı göstermemek, işini iyi yapmamak denir.
(Ahu Türkpençe hafta sonu bir gazeteye verdiği röportajda, "TV’yi sinema gibi izliyorum" dedi. Dizileri yakından takip ediyormuş.
Türkpençe’nin kısa sürede bu kadar yol almasında bunun hiç mi etkisi yok sanıyorsunuz?)