Benim çok yakın bir arkadaşımın, Büyükadalı Richie’nin MS hastalığı (Multiple Skleroz) var.
MS; merkezi sinir sisteminin bozulup kasların hareket edemediği, zamanla vücudun bütün fonksiyonlarını kaybettiği bir hastalık.
Geçen pazar onu, uzun süredir görmediği yaşlı babası Nino’yu ziyarete Büyükada’ya götürdüm.
Sıcak bir gündü.
Martılar vapurun üzerinde uçuyordu, tıpkı filmlerdeki gibi.
Her şey bir resim gibiydi, onun gülümsemesi de...
Vapura binmemiz onun cambazlık yapmasını gerektirdi.
Çünkü onun koltuk değnekleri vardı.
Biz vapura binmedik aslında insanların itişleri kakışları arasında zar zor vapura itildik.
Hiç yer yoktu, bize yeni çocuğu olan bir kadın elindeki bebeğiyle yer verdi.
MS zamanla bir bebek kadar güçsüz bırakıyor insanı ve bunu ancak bir anne anlayabilirdi.
Arkadaşımın cesareti ve azmi görülmeye değerdi.
Vapurdan inmek için daha büyük bir savaş verdik.
Richie’nin tek isteği, yıllar önce olduğu gibi yine babasına yürüyerek gitmek, "Bak baba ben yorulmadım, baba ben vazgeçmedim" diyebilmekti.
Vapurdan inip sadece iskele dışına yürümemiz bile yarım saatimizi aldı.
Ama o yılmadı yavaş da olsa, babasına yürüyerek gitmek istedi.
Sonunda pastanede kısa bir mola verip, açma yedik ve faytonla babasının evine gittik.
Babası bizi yolun başında karşıladı.
Sarıldılar, koklaştılar!
Şimdi yokuş aşağı eve doğru daha zorlu bir yolculuk vardı.
O sırada oğlunun sendelediğini gören baba, Richie’nin koluna girdi.
Richie, 3 yaşındaki çocuk gibi huysuzluk yaptı; "Bırak beni baba ben kendim yürürüm".
"Tamam o zaman" dedi yaşlı Nino, hiç itiraz etmeden.
O sırada yeniden sendeleyince, iyice hırçınlaştı Richie.
Nino’nun eli her an düşecekmiş gibi, hissettirmeden oğlunun üzerindeydi.
Richie iyi olduğunu kanıtlamak istercesine inatçıydı.
Baba-oğul birbirlerine kızarak, tartışarak, sarılarak, destek olarak sonunda indiler yokuşu.
Kapının önüne geldiklerinde Richie nefes nefese kalmıştı.
Başarmıştı!
Döndü, "Baba ben sana yürümekten vazgeçmedim sen de benden vazgeçme" dedi.
(Geçen gün Adalar’a uzun zamandır gitmediğimi yazınca bir arkadaşım gönderdi bu hikayeyi. Olay da, yaşananlar da, isimler de gerçektir)
Onno Tunç anıtı kaderine terk edildi
Popüler müziğin en yaratıcı isimlerinden Onno Tunç, 14 Ocak 1996’da sisli bir havada İstanbul’dan Bursa’ya giderken kendi kullandığı uçağıyla dağa çakılmıştı.
Uçağın düştüğü yere Yalova Armutlu’ya bağlı Selimiye Köyü’ne kazanın hemen sonrasında bir anıt yapıldı. Anıtı yapan Onno Tunç’un dostları o dönem, köyün 5 kilometrelik yolunu asfaltlayacaklarını ve ulaşım aracı olmayan Selimiye Köyü’ne bir minibüs alacakları sözünü vermişlerdi.
Tek bir koşulları vardı; Köylülerin bu anıta sahip çıkması.
10 yıl sonra bugünkü durum ne biliyor musunuz?
Ne köylülere minibüs alındı ne de yol asfaltlandı.
Buna karşılık köylüler de anıta sahip çıkmadı!
Şu anda anıt, tıpkı Onno Tunç’un düşen uçağı gibi parçalanmış vaziyette, inanılmaz güzellikteki çam ormanları içinde çirkin ve iç burkan bir görüntü olarak duruyor.
Bu ayıp köylülere verdiği sözü tutmayanların mı, yoksa bir anıta sahip çıkmayan köylülerin mi bilemiyorum.
Galiba iki tarafın da...
Demek ki kimsenin uğramayacağı, gözlerden uzak bir dağ köyüne anıt dikmenin böyle sıkıntıları var. Ne sahip çıkılabiliyor ne de ziyaret edilebiliyor.
Ama Onno Tunç’tan da şehrin göbeğine düşmesini isteyemeyeceğimize göre, iş dönüp dolaşıp Sezen Aksu’ya bakıyor.
Düğünde tinerci dehşeti
Düğün konvoylarında tam bir tinerci dehşeti yaşanıyor.Geçtiğimiz hafta sonu Beyoğlu Evlendirme Dairesi’nde evlenen bir arkadaşımın başına geldi son olarak.
Nikah salonuna giden bütün yollar tinerciler tarafından kesilmiş durumda.
Gelin arabasının önüne atlayıp, üzerine tırmanıyorlar, zarfın içinde verilen paraları beğenmeyince arabaları tekmeliyorlar.
Gaza basıp kaçmaya kalksan bir dert (bir kaçını ezebilirsin), durup para versen başka dert (daha fazlasını isterler).
Arabaya asılıp metrelerce konvoyla gidecek kadar gözü karartmış durumdalar.
"Konvoydan biri arabadan inip, çocuklara bağırmak gibi bir hata yaptı. Adamı parçalıyorlardı, canımızı zor kurtardık" diye anlattı arkadaşım.
Bu tür manzaralara Taksim Meydanı’nda daha önce bizzat tanık olmuştum.
Eski bir gelenek son yıllarda yol kesip haraç almaya ve zorbalığa dönmüş durumda.
Düğün konvoylarındaki bu tinerci kovalamacasından kan çıkacak haberiniz olsun!