Paylaş
Gitmemin bir kaç nedeni vardı:
1- Törenin yapıldığı Gümüşsuyu’ndaki otel evime çok yakındı...
2- MGD ödüllerinin 20. yılıydı...
3- Gecede Büyük Risk’le en başarılı erkek sunucu ödülünü alan Selçuk Yöntem’e ‘beraber gideriz’ diye söz vermiştim...
Gittik...
Gecede iyisiyle kötüsüyle gördüklerim şunlardı:
Gecenin artıları
* Daha önceki törenleri gazete ve televizyonlardan takip ettiğim kadarıyla bu yılki ödül son yılların en iyi MGD Ödül Töreni’ydi...
* Yıllarca enkaz halinde duran Gümüşşuyu’ndaki Park Otel’in yerine yapılan CVK Park Bosphorus Otel’in salonu böyle geceler için çok uygunmuş meğer...
* MGD’ciler çok iyi isimleri konuk olarak getirmeyi başardı geceye. Katılım iyiydi ve şöhreti yüksek bir topluluk vardı törende.
* Ali Poyrazoğlu olmasa sıkıcı bir geceye dönüşürdü olay. Asi Kuş oyunuyla ödül alan Poyrazoğlu sahnedeki şovuyla salondaki havayı dağıttı, herkesi güldürdü...
* Gecede ödül alan magazin gazetecilerine ödülleri toplu halde ve hızlıca verilmesi doğru bir karardı.
* Herkes sözleşmiş gibi çok kısa konuştu.
Gecenin eksileri
* Profesyonel bir ajansa verilmesine rağmen yine kimin hangi masaya oturacağı karmaşası yaşandı. Bu bir Türk organizasyon geleneğidir artık...
* Ödül gecelerinde biz Türkler’in asla beceremediği şey, doğru düzgün bir sahne akışıdır... Sunucu Hakan Yılmaz, Gülşen’i anons ediyor Gülşen ortada yok... “Daha yoldaymış” haberi geliyor...
* Sunucu ödül vermek için Ali Eyüboğlu’nu çağırıyor, Ali ortalarda yok... 3 dakika sonra geliyor ama bu kez ödül alacak Ali Poyrazoğlu ortada yok... Onlar ne yapsın, ne o sırada ne ödül vereceklerinden ne de alacaklarından haberleri var. Çünkü bu akışı yapan kimse yok ortada.
* Bu aksaklıklar yüzünden bir ara, “Eyvah, şimdi Hakan Yılmaz başlarım böyle şeye diyerek elindeki kağıtları atıp sahneyi terk edecek” dedim...
* Herkese Onur Ödülü verilmez... Bu kadar çok kişiye aynı anda Onur Ödülü verilirse çoğu böyle ödülünü almaya gelmez...
Beyoğlu Emniyet Müdürü: O fotoğraf kötü değil...
MGD gecesinden sonra birer kadeh bir şey içelim dedik, Selçuk Yöntem’le Cihangir’de bizim sokağın köşesine çöktük.
Saat 24.00 civarı...
O sırada bir grup sivil polis sokaktan çıktı, biriyle gözgöze gelince birbirimizi tanıdık:
Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürü Ünal Altıner...
Daha once telefon tanışıklığımız var, hemen masamıza davet ettim, oturdu...
17 Aralık’tan sonra Beyoğlu’na atanan bir isim Altıner...
Fındıklı manzarası gören Sanatçılar Parkı’nı gecenin o saatinde teftişten geliyorumuş...
“İlk defa gidiyorum korkunç bir yer orası. Görün bakın ben orayı düzelteceğim, etrafını çevirip 24 saat kamerayla denetleyeceğim. Orada gelip içen de bunu bilerek içecek, hır-gür çıkmayacak” dedi...
Benim evimin hemen altı sözünü ettiği yer.
Daha önce bana “Çocuk parklarınde neden MOBESE yok” yazısını yazdırmış bir park...
Şimdi onu hayata geçireceklermiş, çok doğru bir adım...
O gece yarım saate yakın sohbet ettik Beyoğlu Emniyet Müdürü Altıner’le.
31 Mayıs gösterilerini, sivilleri, polisin tutumunu, herşeyi konuştuk.
Hepsini yazmaya yer yetmez...
Ama şunu çok açık söyledim Altıner’e:
“O fotoğraf hiç güzel olmadı” dedim...
Gezi Parkı’nın yıldönümünde İstiklal’de iki çocuğu götürdüğü ve tepki gören fotoğraf sözünü ettiğim.
“Yok olun burdan deseniz, hadi bakayım diye çıkışsanız zaten kaçacak çocuklar, neden öyle yapmadınız” dedim...
“Hayır o fotoğraf dediğiniz gibi kötü bir fotoğraf değil. 16-17 yaşında gençlerdi onlar. Aşağıda iki defa uyardım. Polise taş ve bilye atıyorlardı. Ben uyarınca dediğiniz gibi iki defa uzaklaştılar. Sonra yine geldiler. Bu kez tutup götürdüm. Götürüken ne bir darp var ne de kötü muamele çocuklara. Zaten kendileri de direnmediler. İleride de bıraktım zaten” diye anlattı olayı...
İtiraf edeyim ben o fotoğrafını gördüğümde çok şaşırmıştım.
Dediğim gibi telefonla konuşmuzluğumuz vardı.
40’lı yaşların başında, dünyayı gezmiş, Interpol’den narkotiğe pek çok birimde görev yapmış, kendini ifade etmesini bilen, insanlara doğru iletişim kuran, empati sahibi bir polis müdürü imajı vardı bende...
O fotoğraf karesi bendeki bu imajı yıkmıştı.
O gece yarım saat konuşunca yeniden inşa etti bu imajı bende...
Beyoğlu Emniyet Müdürü Altıner masamızdan ayrılınca Selçuk Yöntem’e sordum, “Ne düşünüyorsun” diye...
“Şaşkınlıklar içindeyim. Türkiye çok garip bir ülke... Şu keskinliklerimiz olmasa herkes birbirini daha iyi anlayacak” dedi...
50 yıldır sel basmayan Üsküdar’ı neden sel bastı?
İstanbul’a yağan yağmurdan en çarpıcı fotoğraflar bu kez Üsküdar’dan geldi...
Neden Üsküdar?
Neden orada denizle kara birleşti...
50 yıllık Üsküdarlılar’a sordum (kim derseniz söyleyeyim; eşimin ailesi) “Daha once böyle bir manzara gördünüz mü Üsküdar’da” diye...
Şaşkındılar, “Böyle bir manzarayı çocukluğumuzdan beri görmedik, ilk kez rastlıyoruz” dediler...
“Yağmur da aşırı yağdı ama hiç böyle bir şey olmazdı” diye eklediler.
Peki 50 yıldır sel basmayan Üsküdar’ı neden sel bastı?
Geçtiğimiz yıllarda Üsküdar meydanı yapıldı (daha doğrusu korkunç bir hale dönüştürüldü), buranın bütün altyapısı, dengeleri değiştirildi...
Sonunda da aşırı bir yağmurda gemiler karada, arabalar denizde yüzmeye başladı Üsküdar’da...
Yani ben yaptım demekle olmuyor.
Yapılan köprüler, kanallar, yüksek binalar, merhametsiz büyüme...
Sonunda gün gelip hesap soruyor işte böyle doğa...
Paylaş