Hafta sonu Diyarbakır’daydım. “Bölge baroları” adına ve onlarla birlikte Diyarbakır Barosu’nun düzenlediği iki gün süren “’Söz’ü hakim kılmak için Anayasa sempozyumu” vardı.
Sempozyumun ikinci gününe katıldım ve “Kürt Meselesi-Anayasal Çözüm İmkanı” başlıklı siyasi parti temsilcilerinin yer aldığı son oturumun moderatörlüğünü üstlendim. Oturum başkanlığını Bitlis Barosu Başkanı Av. Enis Gül’ün yaptığı ve konuşmacıları arasında İstanbul Maltepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Oktay Uygun, İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mesut Yeğen ve İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi’nden Dr. Cengiz Aktar’ın yaptığı”Yeni Anayasa ve Yerel Yönetimler Rejimi” başlıklı bir önceki oturum çok içerikliydi. İlk konuşmacı, “Kamu Yönetim Reformu için Öneriler”, ikincisi “Demokratik Özerklik”, sonuncusu ise “Ademi Merkeziyet ve Avrupa Birliği’nin Bölgesel Politikası” başlıkları altında konuştular. Son oturumda, parlamentoda temsil edilen siyasi partilerden MHP ile CHP katılmamıştı. Diyarbakır Baro Başkanı Emin Aktar, özellikle CHP’nin katılmamış olmasından öyle rahatsız oldu ki, ana muhalefet partisindeki hararetli Dersim tartışmalarına göndermede bulunarak, “CHP herhalde Kutu Deresi ile Ali Dere arasında bir yerde kayboldu” demekten kendini alamadı. Ak Parti de, genel merkez düzeyinde temsilci göndermekten kaçınmıştı; oturum başladığı anda partinin Diyarbakır İl Başkan Yardımcısı koşa koşa gelip, Ak Parti’yi temsil etmek amacıyla kürsüde yerini aldı. BDP’nin yanısıra parlamentoda temsil edilmeyen iki Kürt yapılı parti, genel başkanlığını Şerafettin Elçi’nin yaptığı KADEP ile, Kemal Burkay’ın kendisini yakın gördüğü, Bayram Bozyel’in HAKPAR’ı da temsil edildiler. Asgari müşterek: Ademi merkeziyet Bu iki parti, gayet açık biçimde, yeni anayasanın, Kürt sorununun çözümü için “federal Türkiye”ye imkan vermesi gerektiğini ifade ettiler. Ancak, BDP’nin “demokratik özerklik” projesinin anayasada yer almasına itiraz etmeyeceklerini, söz konusu projenin “federasyon” ile çelişmediğini belirttiler. Ak Parti’nin “Kürt Meselesi”ni doğrudan ilgilendiren ve etkileyecek olan “Anayasal çözüm imkanı” konusundaki görüşlerinin tam olarak ne olduğunu anlayamadım. Ak Partili Diyarbakır’lı konuşmacı, genellikle Ak Parti’nin geçmişte Kürt sorununa ilişkin attığı olumlu adımlara vurgu yaptı ve bunların göz önüne alınması halinde, yeni anayasa yapımında iktidar partisinin rolüne iyimser ve olumlu bakılabileceğini anlatmak istedi. Bir önceki oturum ve bir gün önceki oturumların ruhuna bakılırsa, benim Diyarbakır’daki son gözlemim, yeni anayasanın “ademi merkeziyetçi bir Türkiye”ye kapıları aralamaması halinde, Kürt sorununun çözümünün de giderek daha da çetrefil hale geleceği. Akademisyen konuşmacılar, “ademi merkeziyetçi” bir Türkiye’nin, Kürt sorununun çözümünden gayrı olarak da, bir “tarihsel zorunluluk” haline geldiğini, dikkat çekici argümanlar ve örneklerle anlattılar. Kürtlerin “statü” talebinin derinliği, Diyarbakır’da –haliyle- gayet kolay biçimde hissediliyor. Bunun alacağı şekil, federasyondan Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’na uzanan yelpaze üzerinde tartışılıyor. Kimler arasında? Hangi siyasi eğilimde olurlarsa olsunlar Kürtler ve Türkiye’ye “Kürtlersiz bir gelecek” düşünmeyen herkes arasında. Partilerin oluşturduğu siyaset sahnesinde, böyle bir tartışma olduğu pek kuşkulu. Diyarbakır Sempozyumu’nda Türkiye’nin entelektüel birikimi ve toplumun içindeki düşünsel hazırlığın, siyaset alanının çok daha ilerisinde olduğu duygusuna bir kez daha vardım. Yeni Anayasa mümkün mü? Türkiye’nin bir numaralı sorunu açısından, yeni anayasada şu başlıca üç meselenin üzerinden gelinmesi şart. Şartın da ötesinde mutlak bir zorunluluk: 1. Vatandaşlık tanımı; 2. Anadilde eğitim hakkının önünün açılması ya da tıkanmaması; 3. Ademi merkeziyetçilik. İktidar partisinin bu üç konuda yaklaşımı, belirleyici önemde. İlk ikisine ilişkin olarak, Ak Parti’nin –ikincisi ilkine oranla daha güçlü olmakla birlikte- zorlanacağını sanmıyorum. Son madde ise Ak Parti’yi ilk ikisinden çok daha fazla zorlayacağa benziyor. Bu noktada, 2007’de Ak Parti adına bir yeni anayasa taslağı hazırlamış olan grubun başkanı Prof. Dr. Ergun Özbudun’un Neşe Düzel’e, Taraf’ta “Yeni Anayasa Böyle Çıkmaz” manşetiyle yansıtılan sözleri üzerinde durmak gerekiyor. Prof. Özbudun, “Yeni anayasayı yapmak şu anda mümkün değil... Bırakın yeni anayasayı önümüzdeki yıl tamamlamayı, başlanabileceği bile şüpheli” diyerek Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun “ölü doğmuş bir bebek” olarak niteliyor. “Anayasa’nın çıkması için oy birliği şartı aranıyor. BDP ile MHP’nin Kürt sorunu üzerinde ortak bir noktaya gelebileceğini tasavvur edebiliyor musunuz?” diye soruyor. Ve ekliyor: “Komisyonun çalışmasını düzenleyen 15 ilke, sanki bu anayasa işi nasıl olmasın diye konuldu baştan... BDP ya da MHP ben bu işte yokum derse, Komisyon dağılmış oluyor...” Öncelikle, Diyarbakır’da BDP’nin tutumuyla ilgili bir “bilgi notu”nu aktarayım; BDP, TBMM çalışmalarında ve anayasa yapım hazırlıklarında, ne olursa olsun, kalmak kararlılığında. Bu durumda, yeni anayasa yapma işinin tökezlemesi ihtimalini –eğer çalışmalar durursa- başka adreslerde aramak gerekecek. AK Parti nerede duruyor? Ak Parti’nin gerçekten istemesi halinde ve gereğince uzlaşmacı ve esnek olması durumunda, yeni anayasa yapılır. Ama bu konudaki kuşkum, Prof. Ergun Özbudun’un sözlerinden ziyade, Taraf’ta aynı gün birkaç sayfa sonra yayımlanan Emekli Askeri Hakim Ümit Kardaş’ın “Demokrasi mi restorasyon mu” başlıklı yazısındaki şu satırlardan kaynaklanıyor: “... Sorulara ve kuşkulara karşı AKP nasıl bir yerde duruyor? Bu sorunun cevabı hiç de iç açıcı değil. Başbakan, Kürt sorunu konusunda özellikle seçim öncesi başlattığı militarist ve milliyetçi dili geliştiriyor. Askeri operasyonları başlatırken, KCK tutuklamaları artıyor. Bu operasyonlara karşı çıkanları terörü destekleyen kişiler olarak ilan ediyor, böylece savcılara telkinde bulunuyor. Uyguladığı politikanın eleştirilmesini istemiyor. Bu tavır parmak sallayan askeri bürokratı hatırlatıyor. TMK, siyasetin kurmaca hukuku kullandığı bir araç haline geliyor. İçişleri Bakanı bu durumu zirveye taşıyor. Kürt sorununu aradığını ama bulamadığını ifade ederek hakikate takla attırıyor. AKP, adeta bu konuda askeri vesayete parmak ısırttırıyor... AKP, değişimin ve sorunların çözümünün umudu olmaktan çıkmaya, kendisi statüko haline gelmeye başlıyor... AKP iktidarı rejimi yeni bir felsefe ile inşadan vazgeçiyor ve restorasyona gidiyor... Böylece devletin çözümsüzlük ve baskı politikalarıyla manipüle edilen PKK şiddeti Türkiye’yi gerçek bir demokrasiye değil, statükonun ve 12 Eylül’ün restorasyonuna götürüyor. Çoğulcu ve katılımcı gerçek bir demokrasi başka bir bahara kalıyor...” Bu satırlar Ümit Kardaş’a ait olduğu için özellikle çok önemli. Muhafazakar kalemlere tavsiyem, bana ve benim gibilere laf yetiştirmekle, polemikle vakitlerini boşuna harcamasınlar. Ümit Kardaş’ın satırları üzerinde kafa yorsunlar.