Paylaş
“Enternasyonalist” bakış açısı ya da duygu dünyası, “Dünya Kupası” ile oluşur. “Dünya Kupası”nda dikkat edin “nasyonalizm”e yani “milliyetçiliğe” yer yoktur. Uluslararası ilişkilerin en barışçıl rekabet alanıdır “Dünya Kupası.” Milliyetçiliğe yer bırakmadığı gibi, kendi ülkesi dışındaki ülkeleri de tanıma dürtüsünün ve giderek farklı ve üstelik tanımadığı insanları sevme eğiliminin gelişmesinde de, bilinçaltları kurcalandığı takdirde, “Dünya Kupası”nın, önemli bir rolü vardır.
Bu dünyayı, geçen yüzyılda, 1950’lerde farketmeye başlamış olan benim kuşağımın insanları Alfredo Di Stefano’yu bilirler ve hayranlık duyarlardı. Brezilya’daki Dünya Kupası’nın sonlarına yaklaşıldığı sırada, Madrid’den bir haber geldi: Alfredo Di Stefano, kalp krizi geçirmiş ve hastaneye kaldırılmıştı. Ardından da kötü haberin gelmesi gecikmedi: Alfredo Di Stefano, 88 yaşında hayatını kaybetmişti.
Real Madrid’i Real Madrid yapan bir numaralı isimdi herhalde Arjantinli Alfredo Di Stefano. Bugünkü Avrupa Şampiyonlar Ligi’nin öncülü olan Şampiyon Kulüpler turnuvası başlangıcından itibaren beş yıl üstüste, 1955-1960 yılları arasında Real Madrid tarafından kazanılmıştı ve o Real Madrid’in süperstarı, ne 1956 Macaristan ayaklanmasından sonra, İspanya’ya kaçmış olan Albay ve efsanevi futbolcu Ferenc Puskas, ne göz kamaştırıcı takımın yıldız solaçığı Francisco Gento, ne 1958 Dünya Kupası’nın yıldızlarından Fransız Milli Takımı’nın kaptanı Raymond Kopa idi.
O, sadece Alfredo Di Stefano idi. Real Madrid’in Arjantinli kaptanı. Gol makinası. Starların üzerindeki star; süperstar... Tüm yıldızların üzerine çıkan bir güneş gibiydi. Küçük yaşta dünyaya açılan gözlerimizde ilk gördüklerimizden biriydi. Dünyaya onun ve onun gibileri üzerinden ilgi duyduk. Kendimiz gibi olmayanların beğenileceğini biraz da ondan öğrendik.
Bazı futbolseverlere göre, Di Stefano, Pelé ve Maradona’dan daha büyük bir futbolcu, “tüm zamanların en büyük futbolcusu” idi. Futbol ile ilgisi yeni yeni kurulan bir ülkenin, ABD’nin önemli siyasi dergilerinden The New Republic’in ona sayfalarını ayırması çok ilgimi çekti. Şöyle yazıyordu:
“Alfredo Di Stefano Dünya Kupası’na tek bir maça bile çıkmadı. Ülkesi Arjantin, kural ihlalleri nedeniyle cezalandırılmış ve Kupa dışında bırakılmıştı ve İspanya (milli takım) için oynayabilecek iken, bu seferde ya sakatlanmış veya İspanya, Dünya Kupası’na katılma hakkı elde edememişti. Önemi yok. Sarışın, saçları dökülen, hiç atletik görünmeyen, ama müthiş süratli, hiçbir çaba göstermeksizin dengeli ve gole Arjen Robben kadar aç bir oyuncu olarak, uluslararası kulüp futbolunun şafağında hayati önemde bir şahsiyetti...”
Ne güzel ifadeler... Ve, şöyle noktalanmış yazı:
“Diğer takımlarda da oynadı ama onbir yılı Real Madrid’de geçti; Real Madrid formasıyla 282 maça çıktı, 216 gol attı. Sahayı boydan boya dolaşan ve maçların sonuçlarını belirleyebilecek Pele, Law, Best, Beckenbauer, Cruyff, Garrincha, Maradona ve benzerleri gibi uluslararası çaptaki oyuncuların ilkiydi. Bu oyunun ilk gerçek dünya ölçeğindeki yıldızıydı ve onu seyretmiş olanlar için (Alex Ferguson o ’60 Finali’nde çocuktu) o halâ tüm-zamanların en iyilerinin takımında yerini alır.”
Alfredo Di Stefano, hiçbir zaman bir Dünya Kupası maçında forma giymemişti ama yazı çok isabetli bir öneride bulunuyor, bu Dünya Kupası’ndakilerin onun için saygı duruşunda bulunmalarının gerektiğini vurguluyor.
Galiba asıl saygı duruşunu, bu Dünya Kupası sırasında kaybedilen Alfredo Di Stefano’dan ziyade, Kupa’ya ev sahipliği yapan Brezilya Milli Takımı için yapmak gerekecek.
Kendi ülkesinde düzenlenen ve tam bir “futbol fiestası” halinde cereyan eden bu kupayı alması beklenen Brezilya, Belo Horizonte’de 60 bine yakın seyircinin ve dünyadaki yüzmilyonlarca izleyicinin gözleri önünde Almanya karşısında 7-1 gibi görülmemiş bir hezimet ile yarı finali kaybetti.
Dünya Kupası bundan önce Brezilya’da bir kez daha, 1950’de oynanmış ve favori Brezilya, 200 bin kişinin yerinde izlediği maçta, Rio de Janeiro’da Maracana Stadyumu’nda 2-1 yenilerek, bir “ulusal travma”ya yol açmıştı.
“Ulusal travmalar”ın faydaları da var. Brezilya, 1950’nin travması ile ayağa kalktı. 1958’de başladığı Dünya Kupası şampiyonluklarını beş kez tekrarladı ve tüm dünyanın nezdinde “saygıdeğer ve sempatik futbol ülkesi” haline geldi.
Her maçını seyrettiğim 2014’ün Brezilya Milli Takımı’nı ezberden sayamam ama say dediğiniz anda –o yıllarda televizyon yoktu- hiç seyretmediğim 1958’in şampiyon kadrosunu sayarım: Gilmar-Djalma Santos, Nilton Santos- Zito, Bellini, Mauro- Garrincha, Didi, Vava, Pele, Zagalo. Bugünden farklı 2-3-5’lik bir diziliş tarzı. Kaptan Bellini. Takımın beyni, oyun içi lideri Didi ve süperstarı Pele ve tabii ki unutulmaz Garrincha...
Brezilya, 1950’dekinden çok daha ağır olan 2014’deki, Almanya karşısındaki –yine unutulmayacak olan- 7-1’lik hezimetin yol açacağı “ulusal travma”dan kendisini kurtarabilecek mi, bilmiyorum. Kolay olmayacağını biliyorum.
Bunun yanısıra, dünyanın çok uzak köşelerinde, çeşitli uluslardan bir takım insanların bundan yarım yüzyıl sonra, Brezilya’yı 7-1 yenen Almanya Milli Takımı’nı Neuer-Lahm, Boateng, Hummels, Hövedes- Bastian Schweinsteiger, Sami Khedira, Toni Kroos- Mesut Özil- Thomas Müller, Miroslav Klose diye ezberden sayacağını biliyorum.
(Uzun yıllar vatandaşlığın ırk esasına dayandırıldığı Almanya’nın 2014 Milli Takımı’na bakın; bir Gana kökenli siyah, bir Tunus kökenli, bir Türk, bir Polonya kökenli... Takımın başarısının sırrı, bir de, bu “çoklu, çoğulcu iksir”de mi acaba?)
Futbol böyle bir büyü işte. O nedenle, Alfredo Di Stefano’nun anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Toprağı bol olsun...
Paylaş