Paylaş
“Suriye’de bildiğimiz anda bir devlet artık kalmadı” dedi. “En önemlisi, Suriye’de bir devleti var etmek anlamında bir amaç ve yön duygusu (purpose and direction) kalmadı. Amacı ve yönü, sadece yönetici aileyi güç kullanarak ayakta tutmak olan ve ülkenin birçok bölümünü kontrol edemeyen bir yapıya devlet denmez.”
Başka hiçbir neden olmasa bile, bu saptama, artık Suriye’de çoğumuzun algıladığı anlamda bir “devlet”in ortadan kalktığını ortaya koyuyor.
Birkaç saat sonra, Lübnan’ın el-Mustaqbal gazetesinin bölgeden Beyrut’a dönen muhabiri, çoğunlukla Kürtlerin yaşadığı El-Cezire bölgesinde “Suriye devleti”nin ortada gözükmediği ve PKK’lıların Kamışlı, Amude gibi kentlerde yönetimi fiilen ele aldığını bana izlenim olarak aktardı.
Türkiye’nin başını çekenler arasında olduğu ve yarın İstanbul’da toplanacak “Suriye’nin Dostları” toplantısının sonuçlarını boşa çıkartmak için “büyük bir uluslararası barış girişimi” olarak sunulan Suriye, Rusya ve İran’ın “cankurtaran simidi” Kofi Annan Planı da çökmüş bir “Suriye devleti”ni canlandıramaz.
New York Times’ın dünkü sayısında, ABD’nin sayısı pek de kabarık olmayan “aklı başında ve bilgili” Ortadoğu uzmanlarının başında gelen Aaron David Miller’in “Annan Esad’ı Kurtaracak mı?” başlıklı çok dikkate değer bir değerlendirme yazısı yayımlandı. Yazının şu satırlarının altı çizilmeli:
“İyi niyetli olmasına rağmen, Annan’ın planı krizi sonlandırmayacak; daha beter yapacak... Plan, Annan’ın diplomasisini zaman kazanmak, yeniden güç toplamak, muhalefeti ve uluslararası camiayı bölmek amacıyla istismar edecek olan bir cani rejime sunulmuş kötü zamanlı bir can simididir. Nihayetinde, Esad ailesinin dışında onun peşine takılacak herkes zayıflayacaktır... Annan Planı’nın her unsuru bir tuzaktır.”
Yazar, Plan’ın her adımındaki tuzağı tek tek açıkladıktan sonra değerlendirmesine şöyle devam ediyor:
“Annan Planı boş bir odaya girmenin anahtarıdır. Büyük ölçüde isyancıları değil hükümete avantaj sağlayacak bir şekilde çatışmaya geri dönüşü sağlayacaktır. Muhalefetin, gelişmeler askeri alandan müzakere masasına dönmesi halinde daha büyük koza sahip olacağı argümanı saflıktır.”
Şöyle noktalanıyor yazı: “En sonunda, Annan Planı başarısızlığa uğrayacaktır çünkü Esad iktidarı teslim etmeyecektir ve bunu yapacağına dair Suriye halkını ikna edemeyecek kadar acı, ölüm ve zulmü o halka yaşatmıştır.”
Yarınki “Suriye Dostları” toplantısından çıkacak kararların, Suriye halkına daha da uzun süre çektirmeden Kofi Annan Planı’nın tabutunu hazırlaması gerekiyor. Bunun için de, Suriye muhalefeti için net ve güçlü bir destek çıkması gerekiyor.
“Suriye Dostları” toplantısının Suriye Ulusal Konseyi şemsiyesi altındaki Suriye muhalefetine sağlam bir destek vermesiyle de iş bitmeyecek. Çünkü, Suriye muhalefeti, “Kürt eksiği”yle yoluna devam ederse, kendini yeterince güçlendiremeden Esad’ın diktatörlük rejiminin son nefesini vermesini geciktirecek.
Burada sorun, sadece Suriye muhalefetinde değil, belki daha da fazla oranda kendi Kürt sorununun üstesinden gelemeyen Türkiye’nin tavrında.
Kürtlerin yetersiz bulduğu ve Suriye Ulusal Konseyi çatısı altına girmekten caydığı “Milli Misak”ta Esad sonrası Suriye, “Medeni, demokratik, çoğulcu, bağımsız ve hür bir devlettir. Egemen bir ülke olarak, geleceğini yalnızca halkının kollektif iradesiyle belirleyecektir. Halk egemenliği demokrasi yoluyla uygulayacaktır” deniliyor.
Ayrıca şu ibare dikkati çekiyor: “Yeni Suriye, vatandaşlarının, dini, etnik ve ideolojik kimliklerine bakılmaksızın kanun önünde eşitliğe sahip oldukları.. demokratik bir Cumhuriyet’tir. İnsan hakları ilkeleri yeni doğmuş demokrasimizin devlet ve toplum için temel taşlarıdır. Biz, Suriye halkı ister Müslüman, Hristiyan ve başkası olsun, dini inançlarımızın çeşitliliğinden ve kültürel mozayiğimizden gurur duyuyoruz... Suriye’nin yeni demokratik düzeni, ayrım gözetmeden ve dışlamadan bütün bireyler ve unsurları kuşatarak ‘çeşitlilikte birlik’ ilkesi üzerinde temellendirilecektir.”
Ve, bir de şu ibare:
“Anayasa, Suriye toplumunun dini, etnik ve ulusal unsurlarının hiçbirine ayrımcı olmayacaktır. İster Arap, ister Kürt, Asuri, Keldani, Türkmen ve bir başkası olsunlar, anayasa Suriye’nin toprak ve demografik bütünlüğü ve birliği bağlamında tümü için eşit hakları tanıyacaktır.”
Kürtleri “kesmeyen” bütün bu bölümler. Onlar, “Milli Misak”ta, Kürtlerin, Arapların yanısıra Suriye’nin ikinci büyük halkı olarak zikredilmesini ve “ademi merkeziyetçilik”in “Milli Misak”ta bir “yönetim ilkesi” olarak yer almasında ısrar ettiler.
Yani, bir tür Irak’ta Kürtlerin kazanmış olduğu ve Türkiye’de istenen “statü”yü kayde geçirerek, Suriye’deki geleceklerini sağlama almak istediler. İnce ipliklerle birbirine bağlanmış muhalefetin Arap milliyetçi ve İslami karakterle bezenmiş yapısı bunu kabullenmeye –şimdilik-uygun değildi.
Tabii, “Milli Misak”ta Türkiye’nin kuvvetli “parmak izi” de var. Türkiye’deki Kürt sorununa yönelik temel yaklaşımın Suriye muhalefetinin “Milli Misak”ına ihraç edildiği de seziliyor.
Irak’ta federalizme, Kürtlere getireceği “statü” bakımından alerjik olan, şu anda Irak Kürtleri ile büyük yakınlığa rağmen bunu tümüyle sindirmemiş bulunan Türkiye’nin, Suriye’de de kendisi için ister istemez emsal oluşturacak bir düzenlemeye karşı durduğu görülebiliyor.
Ne var ki, Suriye Kürtleri, Irak’taki kardeşlerine benzer bir görüntüde Esad sonrası Suriye’de yer almalarını garanti altına almazlarsa, Suriye Ulusal Konseyi ya da bir başka muhalefet yapılanmasında yer almazlar. Bu da muhalefeti zayıflatan ve Esad’ın ömrünü uzatmaya yarayan bir unsur olacak.
Türkiye’nin tahammül edemeyeceği bir sürecin devamını sağlayacak.
Türkiye, “Sophie’nin seçimi”yle yüzyüze kalacağa benziyor.
Kendi Kürt sorununun üstesinden gelemezse, dahası, kendi “sürdürebilir çözümsüzlük” yaklaşımını Suriye’ye de ihraç etmeye çalışırsa, güttüğü Suriye diplomasisini –Annan Planı bir yana- istediği sonuçlara ulaştırması kolay olmayacak.
Neredeyse bir yıldır, Türkiye’nin Kürt sorunu ile Suriye’deki durumun irtibatı hakkında anlatmaya çalıştığımız buydu. Budur.
Paylaş