Paylaş
Bunu ortaya iki hafta önce cereyan eden, Türkiye’yi de doğrudan içine alan, ilgilendiren ve galiba bile bile es geçilen bir “olay” ortaya koydu.
O “olay”, bir “esrar perdesi”nin ardında sanki kayboldu.
“Uluslararası ilişkilerde bazan esrar perdesini korumak iyidir. İşin ilginç yanı odur ki,bir eylemin gerçekleşmiş olduğu doğrulanmaz iken, onun öyle olduğunu hemen herkes biliyordur. Bu, İsrail’in kuzey Suriye’deki bir hedefe askeri saldırısı için kesinlikle geçerli.
İsrailliler bu konuda ya konuşmuyorlar ya da olanı kabullenmiyorlar. Suriyeliler ise bir İsrail uçağına ateş açtıklarını, uçağın bir şey bıraktığını ve Suriye hava sahasından kaçtığını anlatıyorlar. Amerika Başkanı da, olay hakkında herhangi bir yorum yapmıyor – ama, olduğunu inkar etmeyerek, önemli bir şeyin kesinlikle olduğu izlenimini veriyor.
Ve, göründüğü kadarıyla, bir şey de oldu. İsrail’de kimliği belirtilmeyen kaynaklara ya da buradaki istihbarat camiasına atıf yapan çeşitli haberlerde, İsrail’in kuzey Suriye’de Kuzey Kore’nin yardımıyla çalıştırılan bir nükleer tesise saldırdığı bildiriliyor. İsrail’den (resmi kanallar) herhangi bir sızma olmaması, bu haberlerin doğruluğu ihtimalini güçlendiriyor.”
Ne demek bu? İsrail’in resmi kanallarından haber sızmaz ise, bir başka deyimle kendileriyle ilgili son derece önemli bir gelişme konusunda İsrail yetkilileri ağızlarını açmıyorsa, bu o konuda çıkan haberlerin doğruluğuna mı işaret eder?
Öyle olduğu anlaşılıyor. Zira, yukarıdaki değerlendirmeyi kaleme alan Dennis Ross, bu konuda bir anekdota yer veriyor; bir görüşmesinde İsrail başbakanının kendisine başbaşa görüşmeyi önerdiğini, çünkü kendi ekibinin görüşme içeriğini mutlaka sızdıracağını söylediğini açıklıyor. Adı verilmeyen İsrail başbakanı, ABD tarafına ilişkin bir kuşku duymaz iken, gizli bir görüşmenin kendi tarafından mutlaka sızacağından emin imiş...
*** *** ***
Dennis Ross, malum, gerek Bush I ve Bill Clinton dönemlerinde, ABD’nin Ortadoğu Barışı Başmüzakerecisi idi. 10 yılı aşkın bir deneyim ve sayısız toplantı, görüşme. Bunların önemli bir bölümüne “The Missing Peace: The Inside Story of the Fight for Middle East Peace” (Kaçan Barış: Ortadoğu Barışı için Kavganın Perde Arkası Öyküsü) adlı tuğla kalınlığındaki kitabında yer veriyor.
Bizi, Türkiye’yi ve yakın geleceğimizi doğrudan ilgilendiren, ilgilendirmesi gereken “olay”ı artık biliyoruz. Ayrıntılarına elbettte vakıf değiliz ama “olay”ın ne olduğunu biliyoruz.
İsrail savaş uçakları, Suriye’ye gelerek ülkenin kuzeyinde yani bizim sınırlarımızın hemen dibinde bir “nükleer tesis”e karşı harekat düzenlediler. Söz konusu Suriye nükleer tesisinin, Kuzey Kore desteğiyle kurulduğu da yayılan bilgiler arasında.
Bütün bunlar bir “dezenformasyon” yani bir “bilinçli gerçek saptırması” olabilir mi? Olabilir tabii ama bu kez zayıf ihtimal. Çünkü, laf olsun diye, bir Arap ülkesine İsrail tecavüzü vaki olduğunda derhal “İsrail’i kınama” demeçleri veren Arap ülkelerinde dikkate değer bir sessizlik söz konusu.
Arap ülkeleri, Suriye-İran bağlantısının yanısıra Suriye-Kuzey Kore bağlantısını da muhtemelen biliyorlar ve dolayısıyla Suriye’nin “nükleer faaliyetleri”nden haberdarlar.
“Olay”a karışan İsrail savaş uçaklarının yakıt tanklarını Türkiye toprakları üzerine bıraktığı iddiası, daha da önemlisi İsrail savaş uçaklarının Türk hava sahasını kullandıkları iddiası, Türkiye’de yeterince yankılanmadı. Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, olayın arkasından Ankara’ya koştu ama o ziyaret de, fazla öne çıkartılmadı. Ankara’nın, ne olup bittiğinden haberi olduğu ya da öğrendiği, bu vesile ile anlaşılmış oluyor.
*** *** ***
Bundan sonra, Türkiye’nin Suriye ile ilgili gelişmelerde nerede, ne yanda, nasıl duracağı önem taşıyor. Zira, bu son “olay”, İran’ın yanısıra Suriye’nin de Türkiye’nin “dış politika tercihleri” bakımından sıkıntı oluşturacağına işaret ediyor.
Türkiye, Suriye’nin tüm komşuları içinde, en yakın ve sıcak ilişkilere sahip olduğu tek komşusu. Peki, NATO üyesi Türkiye, hem “nükleer” bir İran, hem de nükleer çalışmalarını Türkiye sınırının dibinden yürüten bir Suriye ile hiçbirşey olmuyor gibi nasıl yaşayabilecek? Üstelik, bu iki ülke, Türkiye’nin de bir parçası bulunduğu Batı sistemi tarafından giderek “hedef” haline gelecek ise?
Türkiye’nin önündeki “zor dış politika tercihleri” diye bunları kastediyorduk. Hükümetin bu konuda kafasının net olmadığı ortada. Türkiye’nin “dış politika aktörleri” arasında yer alan askerler de, sadece “Kuzey Irak ve PKK” vurgusu ile mütemadiyen Amerika’ya üstü açık-kapalı mesaj vermekle meşguller.
Oysa, Türkiye’nin güneyinde Suriye, yine güneyindeki Kuzey Irak’a oranla daha büyük çapta bir “uluslararası sorun” ve Türkiye açısından bir “güvenlik başağrısı” oluşturmaya aday.
Sebebi basit; İsrail, doğru veya yanlış, Suriye’nin hızla silahlandığı ve başkanı Başşar Esad’ın bir “sınırlı savaş”ı kendi lehinde gördüğü kanısında. Buradan yola çıkarak, Başşar Esad’a bir ders vermek, bu arada “caydırmak” ve silah dengesinin kendi aleyhine değişmesini önlemek için, Suriye’ye vurmaya kararlı. Şu “son olay” onun bir göstergesiydi.
Gelişmeler, bir yandan Türkiye’nin İsrail-Suriye arasında “arabuluculuk hevesi”ni sona erdirebilir, bir yandan da, Türkiye’yi “saf tutmaya” zorlayabilir.
Ne yaptığını, niye öyle yaptığını bilen bir “dış politika” gerek. Bu “akıl”, Türkiye’nin iç çekişmelerinde enerji tüketen odaklarda, şimdilik, görünmüyor...
Paylaş