Paylaş
20. Yüzyıl’ın edebiyat alanındaki son Nobel’ini kazanan büyük Alman yazar Günter Grass ile bizim Yaşar Kemal’in ortak konferansını izleyecektim ve ardından Tarabya’daki Alman Büyükelçiliği Yazlık Rezidansında onlarla birlikte olacaktım.
Yaşar abi (Kemal) biraraya gelebiliyoruz. Ne yazık ki, Günter Grass ile birlikte olmak fırsatını kaçırdım. Grass’ın Tarabya konuşmasını okuduğumda buna daha da esef ettim. O konuşmasında orada bulunmak isterdim.
Nobel 1999 sahibi büyük yazar Günter Grass, “Türkiye, gerçeğiyle yüzleşmeli” tezini işlemiş, “Türklerden yana”, “Türkleri seven” ve “Türkleri ve Türkiye’yi önemseyen” kalburüstü bir dünya aydını olarak böyle bir çağrı yapmış.
“Türkiye gerçeğiyle yüzleşmeli” çağrısının somut sonucu olarak “Türkiye’nin Ermenilerden özür dilemesinin gerekli olduğunu” da söylemiş.
Bu iş nasıl yapılacak? Kim yapacak bunu?
Konuşmasında “geçmişle yüzleşmek” için en önemli görevlerin “yazarlara düştüğünü” belirtmiş. “Birçok ülkede bu tartışmaların öncüleri olarak yazarlar ortaya çıkmıştır. Graham Greene İngiltere’de önemli bir faktör oldu. Siyasettense edebiyat dünyası ve yazarlar konuya dikkat çekiyorlar. Gazetecilerin bu görevi yapmadıkları yerlerde iş yazarlara düşüyor” demiş.
Keşke Çarşamba günü Umman yerine İstanbul’da olsaydım. Günter Grass’a, “Türkiye’de bu görev yapılıyor. Üstelik bunu yazarlardan daha çok gazeteciler, gazeteci-yazarlar, aralarında çoğunlukla yeni kuşak tarihçilerin yer aldığı akademiya mensupları bunu yapıyorlar” derdim.
Başlangıç aşamasında. Her türlü hakaret ve tehdide maruz bırakılan bir avuç insan. Ama perde yırtıldı. Artık, yapılıyor; “geçmişle yüzleşme” süreci Türkiye’de başladı.
Biz başlattık.
Hiç kimse kaçamaz. Türkiye bundan kaçamaz.
Türkiye’ye, sevgili ülkemize en büyük yararımız, katkımız bu.
*** *** ***
Bunun böyle olduğunu ve önemini Günter Grass da fark etmiş ve şunları söylemiş:
“Bugüne gelmek istiyorum. Geçmiş tecrübelerimden bir ülkenin tarihiyle yüzleşmesinin ne kadar zor olduğunu çok iyi biliyorum. Onun için söylediklerimi rahat ve çok hafif bir şeymiş gibi söylemiyorum. Türkiye kendi tarihiyle yüzleşmelidir. Bugün insanlar bunu söylediklerinde dava ediliyorlar... Bir Ermeni gazeteci öldürüldü. O cinayetten sonra İstanbul’da yüzbinlerce kişinin nasıl biraraya gelip yürüdüğünü çok iyi hatırlıyorum. Türkiye’de de bu değişim başlamıştır.
Türkiye’de hiçbir hükümet ve hiçbir diplomatik girişim başlayan bu hareketi durduramaz diye düşünüyorum. Almanya bunu başardı. Türkiye’nin de bu süreci başaracak güçte olduğunu düşünüyorum. Bu Avrupa’ya gidecek yoldaki ilk ve en önemli adımdır.”
Almanya’nın başardığı “geçmişi ile yüzleşme”nin başlangıçta ne kadar zor olduğunu Günter Grass şöyle anlatıyor:
“... 1945 yılında ben 17 yaşındaydım ve o dönemdeki Nazi ideolojisinin etkisi altında kalmıştım. 12 yıl Nasyonal Sosyalistlerin tüm dünyaya yaşattığı vahşetin gerçekliğini kabul etmedim. Olanları inkar ettim. ‘Almanlar böyle bir şey yapmış olamazlar’ dedim. Sonra resimler görmeye başladım; ölüm kamplarından gelen resimler... Cesetler büyük dağlar halinde yığılmıştı. Ama yine de ‘benim Almanyam böyle bir şey yapmış olamaz’ diye düşünüyordum. Her şeyin bir propaganda olduğuna inanmak istedim. Ondan sonra yavaş yavaş da olsa, bunun gerçek bir vahşet olduğunu kabul etmek zorunda kaldık. Benim neslim ve benden sonraki nesil için bu hiç de kolay olmadı. Bu konularla yeniden yüzleşmek büyük zorluklarla oldu. Ama bu gerçekleşti. Almanya’da bu zorlu iş yapılabildi. Uzun süre yaşananlar Almanya’da da kabul edilmedi. Başkaları ‘hayır’ dedi. Ama geçmiş her zaman karşımıza çıktı... Türkiye’de de geçmişten kalan yükler var... Ne zaman yüzleşecek? Ne zaman Türkiye 1915 yılında Ermenilere yapılan zulmü görecek... Kabul edecek... Türk toplumu ne zaman bununla yüzleşecek. Ancak bu yüzleşme gerçekleştikten sonra insanlar kendilerini özgür hissedebilirler.”
Günter Grass’ın çağrıda bulunduğu “yüzleşme” Türkiye’de kendisinin konuşmasının bir başka yerinde farkında olduğunda belirttiği gibi zaten başlamış durumda.
1915’le yüzleşme faslı çok önemli çünkü o yapılmadan Dersim’e gelemeyiz. Dersim’den geçmeden bugünün Kürt sorununun kilitlerini açamayız. Dersim dosyasının kapağı yeni aralandı. Bu dosyalar açılacak, “Türkiye’nin şifreleri” yazılacak. Aksi halde, geçmişin yükü ile geleceğe doğru yol alamayız.
Türkiye, Almanya’nın geçtiği yollardan geçmeye başladı. Henüz ulaşmadığı “menzil”, Willy Brandt’ın 1970’de Polonya’daki “tarihi jesti”...
*** *** ***
Sözü tekrar Günter Grass’a bırakalım:
“Geçmişi çok tartıştık, artık yeter. Artık ileriye bakalım’ diyenler de oldu Almanya’da. Böyle bir yaklaşıma çok temkinli bakmak gerekiyor. Şöyle bir olayı hatırlatmak istiyorum. Sene 1970; Willy Brandt Almanya Başbakanı olarak Varşova’ya gitmişti. O seyahatte kendisine ben de eşlik etmiştim. Willy Brandt, binlerce Polonyalının, binlerce kişinin ölüm kamplarında götürüldükleri noktada diz çöktü ve özür dildi. Bu diz çökme jesti Almanya’da büyük tepkilere yol açtı, ama diğer tarafta Polonya’da büyük bir rahatlamayla kabul gördü. İlk kez bir Alman, resmi bir şekilde Polonyalılardan özür diliyordu. Türkiye ve Ermenistan yakınlaşmasına yardım edecek olan jestin, Türkiye’deki en yüksek siyasi merciler açısından Ermenistan’dan ve Türkiye’de yaşayan Ermenilerden özür dilemenin zamanı geldi diye düşünüyorum.”
Siyasetçi ile devlet adamı arasındaki fark, işte ismi “tarihe geçiren” bu tür jestlerde yatar. Willy Brandt, “iyi bir siyasetçi” olarak değil, “büyük bir devlet adamı” olarak 1970’le birlikte tarihe geçti.
24 Nisan’a şunun şurasında bir hafta kaldı. Tarihten silmemiz mümkün olmayan bir büyük bir trajediye ilişkin herhangi bir “özür jesti” –isim koymak ya da Diaspora’da benimsenen ismi kabul etmek hiç gerekli değil, önemli olan vicdandan gelen, içten bir “özür” jesti- on yıllardır ve son aylarda harcanan ve yıllarca harcanacak olan diplomatik girişimlerden çok daha etkili olacak ve olumlu sonuç verecektir.
İyi siyasetçiler tarihe geçmiyor. Uluslarının üzerinden “tarih yükü”nü kaldıranlara “devlet adamı” deniyor ve onlar tarihe geçiyorlar.
Paylaş