Paylaş
Bir gece önce Davutoğlu’yla Manama’ya gideceğimizi, ardından rotayı Bosna-Hersek’e, Saraybosna’ya çevirdikten sonra Türkiye’ye döneceğimizi biliyorduk. Gece yarısı, turun Bosna ayağının iptal edildiğini öğrendik. İstikamet Bahreyn’di.
Gelgelelim, uçağa binmemize dakikalar kala, Bahreyn’den Suriye’ye, Şam’a geçeceğimizi öğrendik. TRT-Arapça’nın yöneticisi Sefer Turan ve Zaman’dan Abdülhamit Bilici ve benden oluşan üçlünün Manama-Şam seferine çıkmak üzereyken öğrendiğimizden, Suriye Devlet Başkanı Başşar Esad haberi olmamıştı!
Davutoğlu, kulağında telefon geldi; Başbakan Tayyip Erdoğan ile konuşuyordu. Konuşmasını bitirdi ve uçağa bindik, Dışişleri mensuplarına “Şam’la temas sağlayın, Başşar Esad ile baş başa görüşeceğim, Şam’da ise Manama’dan Şam’a geçeceğim” diye talimat veriyordu. Yani, bizim uçağım motorları çalıştığı sırada, Esad, Türkiye Dışişleri Bakanı’nın kendisine geleceğinden haberdar değildi.
Manama’ya indik. Davutoğlu, doğru Bahreyn Başbakanı’na gitti, bizler de gece Şam’da olacağımızı, orada geceleyeceğimizi öğrenerek, gecelemeyeceğimiz otelimize bu yazıyı yazmak üzere ulaştık.
‘Büyük Ortadoğu’da Mekik Diplomasisi
Körfez yoluna koyulmak üzere havalandığımızda Doğu Akdeniz’i konuştuk Davutoğlu ile, Libya’yı.
Ankara’da arkamızda, Libya lideri Kaddafi’nin Erdoğan’a Trablus’tan mesaj getiren özel temsilcisini bıraktığımızda, Türkiye’nin eski Libya Büyükelçisi Ömür Şölendil’in Bingazi’ye, oradaki muhalif Konsey’in başındaki Abdülcelil’e Başbakan’ın özel mesajını götürmek üzere yola çıkacağını öğrendik. (Bu arada gece saat 22.15 ve ben bu notu uçaktan yazıyorum. Ahmet Davutoğlu bize bir sürpriz yaptı. Bahreyn’den Suriye’ye gitmeden önce uçağın yönünü Katar’a çevirdi.
Katar’ın başkenti Doha’da Libyalı muhaliflerin lideri Cibril ile görüşmeye gitti.)
2011 Arap Devrimi, Türkiye’yi “eski Osmanlı coğrafyası”nda “mekik diplomasisi”ne taşımış durumda.
Devrim alevlerinin, yerkürenin en krizli bölgesini yakıp kavurmasının önüne geçmek için “gönüllü” ve “iyi niyetli itfaiyecisi” ise, Türkiye’nin yeni Ortadoğu politikasının mimarı sayılan Davutoğlu’nun kendisi.
“Komşularla sıfır sorun” politikasının isim babası, şu ara, ‘tüm taraflarla ilişkide bulunmak” şeklinde ifade edilebilecek politika üzerinden, “2011 Arap Devrim süreci”ni ve bunun ortaya çıkarabileceği “krizleri yönetme” girişimlerini, katmerli zorluklarla yüklü bir ortamda gerçekleştirmeye çalışıyor.
Davutoğlu, “Türkiye’nin Ortadoğu’da değişimden yana” olduğunu gayet net biçimde vurguladı. Ancak, bunu “değişim” ile “Realpolitik” ve elbette “ulusal çıkar” arasında hassas ve “ince ayar” ile yapmaya gayret gösteriyor.
Türkiye, bunu, örneğin Akdeniz havzasında, Akdeniz politikasının tekelini elinde tutmak isteyen Avrupa’nın ve dünyanın iddialı ülkelerinden Fransa’nın önünü keserek yapmaya çalışıyor. Kesti de.
Donanma ve F-16’lar Akdeniz’de
Davutoğlu, Türkiye’nin Akdeniz kıyıları ile Bingazi arasındaki alanı Türk donanmasının adeta iç sefer yapar kullanmasının gereği üzerinde durmuş ve şimdi yapılan bu. Libya-Mısır kıyıları arasında gidip gelen, hatta Bingazi-Trablus hattında Misurata önlerini de kontrole alarak hareket halinde olan Türk Deniz Kuvvetleri. Türk Deniz Kuvvetleri’ne, havadan Türk F-16’ları eşlik ediyor.
Bu, tam anlamıyla, Doğu Akdeniz’de bir “güç projeksiyonu” ve gerek Donanma’nın, gerekse Hava Kuvvetleri’nin bu “asli görevleri”ne dönüşten pek memnun olduğunu öğreniyorum.
Bunu işittiğimde ben de memnuniyetimi, “Çok iyi. Varoluş amaçları budur. Bugüne dek, Ergenekon’dan ve Darbe Günlükleri’nden fışkıran Deniz Kuvvetleri ve de Hava Kuvvetleri, Türkiye’nin ulusal amaçları için gerçek görevlerini etkin biçimde yapıyorlar. Bundan böyle, o tür işlerle uğraşmazlar artık” diyerek dile getirdim.
Yarı-şaka, yarı-ciddi bu gözlem bir yana Misurata’da 475 yaralının çıkartılmasını sağlayan operasyon baştanbaşa bir başarı öyküsü. Feribot, Deniz ve Hava Kuvvetleri eşliğinde Misurata’dan çıkmak isteyen perişan durumdaki 1500 Mısırlıyı almak için tekrar yola çıkıyor. Kuzey Afrika kıyılarının önemli bir bölümü, Türkiye’nin diplomatik ve insani yardım alanı haline dönüşmüş durumda.
Türkiye’nin Libya amacı
Türkiye, Libya’da ne yapmak istiyor.
Öncelikle ateşkesi sağlamak ve ardından çatışan taraflar arasında siyasi diyalog kurularak, Libya’nın yeni yapısının oluşturulmasını istiyor. Libyalı her iki tarafın, birbirine askeri üstünlük sağlayabilmesi mümkün görünmüyor. Kaddafi güçleri, Ras Lanuf’u ve ardından Brega’yı da aldı ama Bingazi’yi düşürmeleri, mevcut NATO operasyonu karşısında imkansıza yakın ihtimal.
Muhalif güçlerin de, Ras Lanuf’u tekrar alıp, Sirte’yi düşürmeleri ve Trablus üzerine yürümeleri de, imkansıza yakın.
Libya’yı bölünmüş bir ülke haline getirmemek ve iç savaşa süreklilik kazandırmamak için, iki tarafın biraraya gelip, ülkelerinin geleceğini konuşmaları ve uzlaşmaları şart gibi. Diyaloga oturmaları ise, savaşa devam ederek mümkün değil.
İki ucunda Türkiye ve Fransa’nın bulunduğu hat üzerinde, Amerika, Türkiye’nin pozisyonuna hayli yakın bir noktada; İngiltere ise Londra toplantısının ardından Paris toplantısına oranla Fransa ile mesafesi açılmış, ABD ile mesafesi daha kısalmış bir yerde duruyor.
Bahreyn’den Suriye’ye
Libya’da Türkiye’nin rol almayacağı bir çözüm görünmez iken, Davutoğlu, bir Körfez Krizi’ne dönüşme potansiyeli taşıyan Bahreyn’de. Bahreyn, arkasında İran parmağının bulunduğunu öne süren karışıklıkların önünü almak gerekçesiyle, üyesi olduğu Körfez İşbirliği Konseyi’ni yardıma çağırdı ve ülkeye Suudi ve BAE askerlerinin girişiyle “dış askeri müdahale”ye sahne olmuş durumda.
Hem içerde “yeni yapılanma”ya yardımcı olmak ve hem de potansiyel bir İran-S.Arabistan çatışmasının önüne geçmek amacıyla Türkiye devreye girdi. Geçen hafta Irak Şii liderleri de, Türkiye’den Bahreyn’de bir rol talebinde bulunmuşlardı. Davutoğlu, bunun için Manama’da. Gelmeden önce, İran Dışişleri Bakanı ile de görüştü.
Türkiye’de yapılacak, Türkiye-İran-Bahreyn üçlü teması ile “Körfez’de yangının önüne geçebilmek”, Davutoğlu’nun Manama’ya getirdiği öneriler arasında.
Peki, Suriye’de Esad ile ne konuşacak?
Manama’dan elinde ne ile çıktı, Suriye’ye ne götürüyor; ne ile Türkiye’ye dönecek? Bunu, Manama-Şam yolunda ve Şam’a vardığımız zaman göreceğiz.
Şimdilik bildiğimiz ve söyleyebileceğimiz şu: Türkiye, Akdeniz-Körfez ekseninde ve 2011 Arap Devrimi ortamında, uluslararası sahnenin en hareketli ve görünen aktörlerinden biri.
Yakışıklı bir aktör...
Paylaş