İktidar partisinin yani Ak Parti’nin kongresi, Tayyip Erdoğan gibi bir ismin “genel başkan” sıfatıyla gireceği son kongre olunca, haliyle, Tayyip Erdoğan’ın konuşması, kongre salonundaki konuklar, semboller, gelecek yönünde kestirim yapabilmek için büyük önem ve anlam taşır.
Aynı zamanda da “büyük beklentiler”e yol açar. Ki, bizzat Tayyip Erdoğan, kongre öncesi hafta boyunca her gece bir başta televizyon kanalına çıkıp uzun soru-cevap seanslarıyla dünkü kongre için kamuoyuna bir güzel ısındırdı. Tayyip Erdoğan’ın yapacağı konuşmada en merak çekici husus ise, şüphesiz, Kürt meselesine ilişkin “yeni” ne söyleyeceği idi. Ülkenin ufkunu karartan, her gün “bölge”de can almaya devam eden bir sorunun çözümüne ilişkin “umut yeşertecek” sinyaller de son günlerde ortaya çıkmıştı. Ya da, dün de belirttiğimiz gibi, “umutsuzluk hali” öylesine derinleşmiş durumdaydı ki, insan “umut ışığı” bir yana “umut ışığı hüzmeleri” görmeye kendilerini şartlandırmışlardı. Ve, Tayyip Erdoğan dün iki buçuk saat konuştu. “Yeni” ve “umut besleyici, heyecan verici” ne söyledi? Çeşitli televizyon kanallarında, kongre sonrasında çok sayıdaki meslektaşımızın yorumlarını dikkatle dinledim. Çoğunlukla “deveye hendek atlatma” çabası içinde, Başbakan’ın (Ak Parti Genel Başkanı) konuşmasından önemli anlamlar çıkartmaya uğraşıyorlardı. Bu “uğraşı”nın kendisi, Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının öyle “yeni” ve “heyecan uyandırıcı” unsurlar taşımadığının utangaç bir itirafı gibiydi. Kestirmeden söyleyelim ve kimse kusura bakmasın ama; Tayyip Erdoğan’ın dünkü kongre konuşmasında –sadece konuşma ele alınacak ve dağıtılan “Siyasi Vizyon” kitapçığı esas alınmayacak ise- üzerinde uzun uzun durmayı ve yorumlamayı gerektirecek “yeni” bir şey yoktu! En çok merak çeken Kürt meselesi konusunda ağzından çıkmış olanları bir görelim: “Tüm muhalefet tarafından yalnız bırakılmamıza rağmen bu mücadeleye devam edeceğiz… Kürt kardeşlerime sesleniyorum. Terör örgütünün propagandasının etkisi altında kalmadan, uzantısının etkisi altında kalmadan vicdanları ile başbaşa kalıp düşünmelerini istiyorum? Cumhuriyet tarihi boyunca kim bu kadar cesur adım atmıştır. Hangi dönemde kardeşlik için bu kadar çaba gösterilmiştir? Ak Parti Kürt kardeşlerimin sorunlarının çözümü için kararlı samimi adımlar atmıştır. Hiçbir engele boyun eğmemiştir. Bugünden itibaren yeni sayfa açmak ve o sayfayı Kürt kardeşlerimizle doldurmak istiyoruz. Biz, 10 yıldır yaptıklarımızı Kürt kardeşlerimizin kafasına kakacak değiliz. Biz, Kürt kardeşlerimizin adım atmasını bekliyoruz. Teröre karşı cesaretle seslerini yükseltmelerini bekliyoruz. Yeniden Kürt kardeşlerimizle birlikte yol haritasını çizmek istiyoruz. Gelin bu sorunları birlikte çözelim. Bu sorunları şiddete teslim olarak değil, bu sorunları teröristlerle kucaklaşma suretiyle değil; sizinle kucaklaşanlarla birlikte çözelim. Bugün usanmadan söylüyorum: İnadına demokrasi, barış, kucaklaşma, kardeşlik diyorum.” Bu sözcüklere bakıldığında daha önce söylenmemiş, hiç telaffuz edilmemiş bir şey var mı? Daha önce olmayan, bu konuşmada söz konusu olan bir “nüans” görülüyor mu? Hayır. Tayyip Erdoğan’ın kongre konuşmasında Kürt sorununa değinen bölümünde, sorunu ele alacağı, üzerine gideceği bir “muhatap” bulunmuyor. Ya da şöyle söylenebilir: “Muhatap” doğrudan doğruya, tanımı ve içeriği son derece belirsiz “Kürt kardeşleri”. Vurgulara bakılırsa, PKK-BDP etkisinden “kurtarılabilmelerinden” umutlar tam olarak kesilmemiş kim varsa, onlar. Tabii ki, bu “belirsizliği” daha da arttırıyor. “Kürt kardeşlerim”e ulaşmak ve onları “ikna etmek” için kullanılacak “araçlar” ve “yöntemler”den de ima yoluyla bile söz etmedi Tayyip Erdoğan. “Biz, Kürt kardeşlerimizin adım atmasını bekliyoruz. Teröre karşı cesaretle seslerini yükseltmelerini bekliyoruz” diyerek “girişimi” adeta o belirsiz tanım içindeki “Kürt kardeşler”den bekliyor. Bu, yakın gelecekte “şapkadan tavşan çıkarılmayacak” ise, Kürt meselesinde “çözümsüzlük siyaseti”ne devamdan başka bir anlama gelmiyor. Bununla birlikte, Tayyip Erdoğan’ın belki de gereksiz biçimde beklenti çıtası yükseğe çekilerek merak uyandırmış olan dünkü konuşmasının “Kürt konusu”na değinen bölümünün “olumlu” bir yanından da söz etmek mümkündür. O da, kendisini, Ak Parti’yi ve geleceği bağlayacak cinsten, yeterince açık biçimde bir “çözümsüzlük deklarasyonu”nu ilan etmemiş olmasıdır. Hiç “yeni” olmayan, “heyecan uyandırmayan” cümleler kullanmasının, yani aslında “somut bir şey söylememesi”nin “hayırlı” yönü mevcut. Olmayacak, yürümeyecek, ağzı kapatılmış, dört tarafı bağlanmış bir “proje” ortaya koymamıştır. “Geleceğin önü açık bırakılmıştır” yorumuyla umut pompalamayı sürdürebiliriz belki. Mesut Barzani’nın sıfatından söz ederken “Kürt” sözcüğü kullanmaması da, bu arada, dikkat çekiciydi. “Irak Bölge Yönetimi Başkanı” diye tanıttı konuğunu. Bir buçuk yıl önce ilk kez ayak bastığı Erbil’de “ev sahibi”nden “Irak Kürt Bölge Yönetimi Başkanı” olarak söz etmişti. Her ikisi de Mesut Barzani’nin sıfatı değil. Doğrusu, “Irak Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı.” Barzani’nin temsil ettiği ülkenin, anayasal adından yani “Kürdistan”dan vazgeçtik, kendisi için “Kürt” sözcüğünün kullanılmasında sıkıntı çeken insanların, Türkiye’de “Kürt sorunu”nun çözümünde adım atabilmesi, elbette, zordur. Böyle bir durumda, “Kürt kardeşlerim” kulağa en hoş gelen tercih oluyor. (Yine de Tayyip Erdoğan’ın Mesut Barzani’nin konuşmasını tamamlamasından sonra ta kürsüye gelerek onu kucaklaştığını kaydedelim. “Bizim” sorunun “çözüm ihalesi” galiba onun üzerine kalacak.) Dışarıdan gelen konuklar çarpıcıydı, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya önemli ölçüde temsil edilmişti. Başta Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Tunus’taki yeni yönetimin lider ismi Gannuşi, Irak’ın Sünni Meclis Başkanı Nuceyfi, Türkiye’ye sığınmış olan Sünni Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi ve gök gürültüsü gibi bir tezahürata muhatap olan Hamas lideri Halid Meşal. Türkiye’nin 4 milyon insanının yaşadığı, ticaretinin toplamının yarısından fazlasını yaptığı Avrupa’yı temsil eden bir şahsiyet yoktu. Schroeder’i saymazsanız. Saymamak gerekir zaten. Yukarıdaki isimlerin Nuceyfi hariç, tümünün ortak noktası, “Müslüman Kardeşler” çizgisinde buluşmuş olmaları. Yanlış anlaşılmasın, bu, Ak Parti’nin “zayıf” yanı değil. Tersine, günümüz uluslararası-bölge (Ortadoğu-Kuzey Afrika) konjonktüründe “ABD ekseni”ni ve Trkiye’nin –herşeye rağmen- Ak Parti iktidarı altında bir “güç merkezi” oluşturduğunu ifade ediyor. Gelgelelim, Ak Parti kongre salonuna yansıdığı kadarıyla, Türkiye’nin “Batı ayağı” ciddi biçimde aksıyor. Ak Parti, bu durumu toparlamadığı takdirde, işte o zaman ama “ABD şemsiyesi” altında bir “eksen kayması” Türkiye’nin geleceğine damgasını vurabilir. Ak Parti’nin dünkü kongresi ve Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının düşündürdükleri bunlar...