Paylaş
Her ikisinin kaynağı da aynı; 22 Temmuz seçim sonuçlarını kabullenmeye yanaşmayanlar. 22 Temmuz’da kaybedenler safında yer alanlar.
Abdullah Gül’e, “sen, sen ol; çekil”, “büyüklük göster, fedakar ol, şövalyelik yap” filan cinsinden “rica”yla da karışık bir baskı yürütülüyor. Yeter ki, çekilsin, o olmasın.
Tayyip Erdoğan’a yapılan “baskı”ya, bir ölçüde Başbakan’ın seçim gecesi yaptığı konuşmadaki vurgusu yol açtı. “Abdullah Gül olmasın” diyenler, ona, “seçim gecesi yaptığın konuşmada verdiğin sözü tut” demeye getiriyorlar; yani “uzlaş”.
Uzlaşma sözcüğü, bir süredir Türkçe’deki anlamından saptırıldı ve sözcüğün anlamıyla ilişkisi bulunmayan bir “siyasi anlam”a kavuşturuldu. CHP’nin ağır seçim bozgununa uğramış lider kadrosunun “kabul edebileceği” bir isme yönelirse, bu “uzlaşma” olacak. Aksi halde, “dayatma”.
Oysa, “uzlaşma” diye “dayatma” yapan CHP ve bunu yaparak “halkın tercihi”yle “uzlaşma”yı reddederek, “devlet kurumları” diye tanımladığı namına “dayatma”da bulunuyor. “Devlet kurumları”ndan kastedilen ise, Türk Silahlı Kuvvetleri.
Böylece, Cumhurbaşkanı seçme işinin, “halk iradesi” mi, yoksa “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin beğenisi”yle mi olacağını belirleme noktasına gelip dayanmış durumdayız. Tayyip Erdoğan’ı sıkıştıran husus da bu.
Bu “sorunsal”a ilişkin Tayyip Erdoğan’ın takınacağı tutum, bir bakıma kendisi için bir “sınav” niteliği kazandı.
*** *** ***
Herkes, Tayyip Erdoğan’a “açık mektup”, Abdullah Gül’e “sessiz dilekçe” yayınladığına göre, biz de Başbakan’a başvurup şu kanaatimizi iletelim:
Tam bir yıl boyunca, Cumhurbaşkanlığının bir numaralı adayının Tayyip Erdoğan olduğunu cümle alem biliyordu. Belirli baskılar sonucunda, geri adım attınız ve Abdullah Gül’ü aday gösterdiniz. Kendinizi geri çekip, Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı adayı göstermeniz ise, “askeri müdahale”ye ve 367 kararına yol açtı. Bunun üzerine, seçime gittiniz ve “halkın hakemliği”ne başvurdunuz.
Bu halk, size yüzde 47 ile görülmemiş bir destek ve yetki verdi. Bu desteği hiçe sayamazsınız ve yetkinizi, 22 Temmuz öncesinin ölçülerine göre kullanamazsınız. 22 Temmuz olmamış gibi davranamazsınız.
Halkın büyük çoğunluğunun tercihine gözünüzü kapatıp, size bunca zamandır düşmanca davranmış ve bu nedenle yenilgiye uğramış kesim ile “uz-la-şa-maz-sı-nız”!
Ve, uzlaşmamalısınız.
Uzlaşacağınız, “müflis siyasiler” ve “her daim yanılmış, size karşı olmaktan hiçbir zaman geri kalmayacak köşe yazarları” değil, toplumun katmanları.
Efendim, “yüzde 47’ye karşı, yüzde 53 var” imiş. Hayır. Böyle bir şey yok. Çünkü, böyle bir hesap olmaz.Seçimler, “Ak Parti’yi destekleyenler-desteklemeyenler” diye bir “referandum” değildi. İktidar yarışı idi. Yüzde 47’lik Ak Parti’nin karşısında yüzde 53 yok. Yüzde 20’lik CHP, yüzde 14’lük MHP var. Yüzde 5’lik DP ve ayrıca yüzde 5’lik DTP var. DTP seçmen tabanı, ne zamandan beri ve ne hakla CHP ve MHP ile aynı kulvarda mütalaa ediliyor da, yüzde 53 telaffuz ediliyor. Saçmalamayalım. Geçiniz.
*** *** ***
“Baskı”, “tehdit” boyutlarına da ulaşıyor. Bunun en açık örneğini, Perihan Mağden’in “bizim gazetenin askerlik şubesi” diye nitelediği M.Ali Kışlalı’nın Radikal’de önceki günkü yazısında görüyoruz. Kışlalı, “Artık seçilecek cumhurbaşkanının kişiliğinde bulunması gerekecek temel unsurlar hakkında, ülke çapında bir ortak görüş belirmiş gibi. Ama Erdoğan'ı sergilediği sağlıklı ve sağduyulu yaklaşımından uzaklaştırmak isteyen bir çevre gayretlerine devam ediyor. Arzuları Çankaya'ya, sadece AKP'ye oy verenlerin değil, vermeyen geniş bir kitlenin de içine sindireceği bir aday yerine, son aylardaki gerginliklere sebep olmuş kişiliği ile Gül'ün çıkması” diyor ve Erdoğan’ı böyle bir düşünceye kapılmaması konusunda uyarıyor:
“Böyle bir düşünce değişikliğine uğramasının, hem kendisi, hem AKP iktidarı, hem de tüm ülke için hayırlara vesile olmayacağını değerlendirmesi umut edilir. Gül için, ayrıntılara girmeden ve kendisini rahatsız edecek konuları gündeme getirmeden kolayca söylenebilecek en kısa değerlendirmenin bu olacağı kanısındayım.
Aksi görüşte olan meslektaşlarımın, dinlediğim ve okuduğum değerlendirmelerinin, demokrasi kurallarından ziyade, artık sınırları ve eğilimleri iyice belirlenmiş çevrelere duydukları kinleri üzerine kurulmakta olduğunu görüyorum. Bu hedefler arasında TSK'nın önde gelmekte oluşu sorunu daha hassas ve önemli boyutlara sahip kılıyor...”
TSK’nın arkasına saklanılarak yapılan tespit, yanlış ve yersiz ama Başbakan’a uyarı açık:
“Gül seçilirse, iktidarın ve ülke için hayırlı olmaz.”
Ne olur?
Cevabı yok.
Peki, Gül, niye olamazmış?
Çünkü, Gül’ün “son aylarda gerginliğe sebep olmuş bir kişiliği” var imiş. Gerginliği Gül çıkartmadı kı, ona karşı siz çıkarttınız. Bu halkın ezici çoğunluğu ise, çıkarttınız “gerginliği” reddetti; Abdullah Gül’ü içine düşürdüğünü durumu reddetti.
Tayyip Erdoğan, kalkıp, “Cumhurbaşkanı adayı ben oluyorum” dese kabullenecek misiniz? Daha düne kadar, sizin nazarınızda,sahibi asıl oydu.
Türkiye halkının, 22 Temmuz’da “ulusal lider” konumuna getirdiği kişi, sizin tahammül edemediğiniz Tayyip Erdoğan. Cumhurbaşkanı adayı değil diye şimdi onu bağrınıza basıp, onun üzerinden Abdullah Gül’ü vurmayı deniyorsunuz.
Peki, Abdullah Gül kim?
Beş yıl önceki Başbakan, son 5 yılda, Türkiye’nin Batı’ya en fazla yaklaştığı dönemin Dışişleri Bakanı. Bu özellikleriyle nasıl oluyor da, Cumhurbaşkanı olamaz? Buna kim karar vermeli?
Halk mı, “devlet kurumları” mı? İkincisi ise, 22 Temmuz’da seçim niçin yapıldı?Sonuçları hiçbir anlam taşımayacak ise, bu seçim niçin yapıldı?
Tayyip Erdoğan’ın asıl “sınavı” burada?
22 Temmuz sonuçlarına kabullenecek mi? Kabul ettirebilecek mi? Yani, halkın verdiği “iktidar yetkisi”ne sahip çıkacak mı; yoksa onu “uzlaşma” namına, halkın paylaşmasını istemedikleriyle paylaşacak mı?
“Abdullah Gül mü?” sorusunun cevabı da burada.
Paylaş