Paylaş
Bu karara ilişkin olarak, bunun bir “provokasyon” olduğu konusunda adeta bir “konsansüs” var. Ama, “provokasyon”un birinci dereceden muhatapları, “provokasyon”a ilişkin olarak birbirlerini suçluyorlar ve işi, içinden daha da çıkılmaz hale getiriyorlar.
Ak Parti çevreleriyle özel konuşmalar yapar ve onlara sorarsanız, “YSK’nın kararı Ak Parti’ye karşı, onu zayıflatmak amacıyla alınmıştır ve söz konusu ‘komplo’ya BDP ekseni doğrudan taraf olarak, o ‘komplo’nun bir parçası haline gelmiştir.
“BDP ekseni”nin neler dediğini izler ve dinlerseniz, “Bu, Kürtlere yasal yolları tıkamak ve Kürt siyasi hareketini tasfiye etmek amacıyla girişilmiş bir devlet-hükümet provokasyonudur. Bu provokasyonun uygulayıcıları, başta Başbakan Tayyip Erdoğan ve Ak Parti ile YSK’dır.”
Yani, Ak Parti ile YSK, kötü ünlü 1925 tarihli “Şark Islahat Planı”nı yeniden yürürlüğe koymak için, üzerinde önceden kararlaştırılmış ve 24 Şubat tarihinde tartışılmış “devlet planı”nı uygulamak konusunda ortak ve birbirlerinden haberli davranmaktadırlar.
BDP çevrelerinin zihin yapısı...
BDP ekseninin –PKK’yı içeren anlamda- yayın organlarında yer verilen şu görüş, Kandil ile onun nüfuzu altındaki “kadrolar”ın ortak zihniyetini yansıttığı anlamda dikkat çekicidir. İzleyelim:
“... Olayı hukuki göstermek, yok efendim ‘AKP’ye karşı provokasyon’ olarak sunmak aymazlıktır. AKP’yi, onun ırkçı liderini aklamaktır. YSK veya şu an başka bir kurum AKP’nin ve onun liderinin haberi olmadan böylesine bir karar alamaz, bu mümkün değil.
Bu mevzuat darbesi filan değildir. Bu Kürtlere karşı siyasi bir darbedir. Mimarı ve uygulayıcısı da 9 yıldır Türkiye’yi yöneten AKP’dir. Erdoğan’ın ‘tek devlet, tek millet, tek vatan, tek dil’ hezeyanlarıyla AKP’nin aday tanıtımı toplantısında ‘Güneydoğu Anadolu’da istismar kokan politikaları ancak biz çözebiliriz. Bu ülkede Kürt sorunu yok, Kürt kardeşlerimin sorunları vardır. Onlar da bu oyunu bozacaklar’ demesi ve ardından YSK kararının gelmesi bir mevzuat sorunu değildir. Açıkçası Kürtlere karşı yeni bir savaş ilanıdır... Ancak şimdi durum çok farklı. Erdoğan’ın boyunun ölçüsünü ona hatırlatacak, onun karizmasını çizecek bir güç var. Kürt ve demokrasi güçlerinin ittifakı var. Daha da ötesi Kürtler açısından artık bir dağ silsilesinin ve Kürdistan’da bir bölgenin adından çok siyasi iradesi ve geleceği konusunda stratejik karar merkezi olan Kandil var.”
Bu bakış açısı ve seçilen bu sözcükler, “Kürtlere karşı savaş ilanı”na karşı, “Kandil”den gelecek bir “savaş ilanı”dır.
Kime karşı?
Tayyip Erdoğan’a ve Ak Parti’ye karşı.
İmralı faktörü ve Ak Parti’ye kurulan tuzak...
Bu durumda, Ak Parti çevrelerinin, YSK kararını “Ak Parti hükümetini hedef alan bir komplo ve bunun baş aktörlüğünü BDP’nin üstlendiği” şeklindeki yaklaşımları ve yorumları doğrulanmış olmuyor mu?
İlk bakışta öyle. Ama işin biraz “perde arkası”na yönelince ve ayrıntısına girildiğinde öyle değil. Aralarında YSK’nın veto ettiği –kararın hukukiliği de hayli tartışmalı- BDP’lilerin de bulunduğu bağımsız adayların “geniş cepheli” oluşumunun İmralı’daki Abdullah Öcalan tarafından aylar öncesinden istendiği ve listenin büyük ölçüde Öcalan’ın bakış açısına göre oluşturulduğu da bir sır değil.
İmralı –Kandil’in vurgusundan farklı olarak- Kürtlerin ‘”meşru siyasal kulvarlarda, tabii en başta TBMM’de” yasal zeminde siyaset yapmasından yana.
Öte yandan, Türkiye’nin karmaşık “iktidar denklemi”ni bir nebze süzebilen ve sezebilen birisi, YSK’nın yüksek yargı organları arasında Ak Parti’nin etkisinin sıfır olduğu tek kurum olduğunu biliyorlar.
YSK, söz konusu kararla, esas olarak Ak Parti’yi ve tümden “Kürtleri” vurmuştur. Bu “olgu”dan yola çıkarak, Ak Parti’nin bu “kaotik durum” karşısında elmalarla armutları birbirinden ayırması ve serinkanlı davranması gerekiyor.
Bunun için durumun, “karşı taraf” aksine teşne olsa bile, bir “Ak Parti ile BDP-PKK çekişmesi”ne dönüşmesine izin vermemesi zorunlu.
Çünkü, nereden baksanız, 2011 seçimi YSK kararı ile lekelenmiştir ve bu seçimden Ak Parti tek başına iktidar çıksa bile, “demokratik açıdan malul” bir iktidar haline gelecektir.
“Arap baharı”nın tetiklediği, yanıbaşımızdaki Suriye’nin bir türlü durulamadığı bir coğrafyada, YSK kararı düzeltilmeden girilecek bir seçimden sonra Güneydoğu’yu baskı ve şiddet kullanmak dışında yönetemez hale gelmesi kuvvetle muhtemeldir.
Çıkış yolu...
O nedenle, Ak Parti liderliğinin, içine sürüklendiğimiz krizde MHP’ye kaç puan gider, CHP bundan ne şekilde yararlanır gibisinden “aritmetik hesaplar”a kendisini kaptırmaması ve durumun “siyasi ciddiyeti”ni görmesi şarttır.
Dolayısıyla:
1.YSK’nın kararını bir kez daha gözden geçirmesi şarttır;
2. Gözden geçirse de geçirmese de, Ak Parti’nin, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM’nin olağanüstü toplanarak, seçim tarihini koruyarak, ama mevcut krizi aşmak için yasal değişikliklerin yapılmasını sağlamak gerekçesiyle yaptığı “yapıcı” öneriyi ciddiye alması ve buna olumlu katkı vermesi çok isabet olur.
Kılıçdaroğlu, doğru ve yararlı bir öneri getirmiştir.
YSK kararı ile Türkiye’nin önüne serilen “tehlike potansiyeli”, güncel, küçük seçim hesaplarının üzerine çıkmayı gerektiriyor.
Türkiye’de hiçbir parti varlığını ve bekasını Ak Parti kadar demokrasiye borçlu değildir. Bu bakımdan, demokrasiye kim nasıl, hangi kurum aracılığıyla kastederse kastetsin, “demokratik katılım yolları”nı açık tutmak ve “demokrasiye yönelik komploları” boşa çıkartmak da, herkesten önce Ak Parti’nin yararınadır.
Karşılıklı suçlamayla vakit kaybetmeyin. “Çıkış yolu” zamanındayız...
(Ay sonuna kadar yazılara ara. Çok yakında görüşmek üzere.)
Paylaş