Paylaş
Arınç’ın açıklamalarına da bu nedenle değinmedim. Basmakalıp bir cümleyle ifade etmek gerekirse, “malı görelim”; yani “yapın da inanalım”.
Bülent Arınç’ın açıklamasını destekler mahiyetteki “ikinci vaat salvosu”, bir diğer Başbakan Yardımcısı, üstelik “Demokratik Açılım Koordinatörü” sıfatı taşıyan Beşir Atalay’dan geldi. Sabah gazetesinin dün manşetinden Beşir Atalay’a dayanarak verdiği habere göre, “Demokratik Açılım’da ikinci dönem başlıyor”.
Haberin giriş paragrafında şu cümle dikkat çekici:
“Kürt sorununun ‘güvenlik’ sorunu olmadığı düşüncesinden yola çıkarak, Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nda ağır, sert ve insan hakları ihlallerine neden olacak maddeler ayıklanacak.”
Bu “düşünce”yi savunmaktan ve dolayısıyla ne yapılması gerektiğini söylemekten dilimizde tüy, yazmaktan kalemimizde mürekkep tükendi bunca zamandır.
Başbakanlık, Adalet ve İçişleri Bakanlıkları ile Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’nın bir süredir birlikte yürüttüğü çalışmalar sonucunda anlamlı ve içerikli bir “paket” hazırlandığı iddialarından haberdardık. AB Komisyonu’nun Genişlemeden sorumlu üyesi Stefan Füle’ye son ziyaretinde Aralık 2011 ya da Ocak 2012 itibarıyla TCK ve TMK’daönemli değişiklikler ve ayıklamalar yapıldığı sözlerinin verildiğini öğrenmiştik.
Sabah gazetesindeki habere bakılırsa, TMK’nın 7. Ve TCK’nın 220. Maddesi üzerinde “ince ayar” yapılacakmış. TCK 220/8’de “terör örgütünün veya amacının propagandasını yapmak suç”, ayrıca “TCK 220/7’de “örgüt üyesi olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi”nin “örgüt üyesi olarak cezalandırılması” öngörülüyor.
Bu maddeler ve söz konusu fıkraların geniş –hatta keyfi- yorumu nedeniyle, binlerce kişi ağır hapis istemleriyle tutuklu ve yargılama sürecinde.
“Şiddet içermeyen her tür düşüncenin serbest olması” ilkesinden hareket edilecekse, “ince ayar”ın ne olacağı meraka değer. Göreceğiz. Eğer, iddia edildiği gibi, gerçekten TCK, TMK ve CMK’da esaslı değişiklikler yapılırsa, “iklim” bir hayli değişir; KCK’dan tutuklu olanların birçoğu için dava düşer.
Bu yapılabilir mi?
Ortadaki fotoğraf –şimdilik- böyle bir görüntü sunmuyor. Dalga dalga devam eden ve BDP’ye –milletvekilleri ve partinin tüzel kişiliğine- doğru yol aldığı izleniminin yaygınlaştığı KCK operasyonlar söz konusu. Ayrıca, önceki gün Diyarbakır’daki KCK duruşması, hiç Beşir Atalay’ın uyandırdığı iyimserliğe uygun bir görüntüde cereyan etmedi.
İnce ayar-Kaba dil
Kaldı ki, TCK ile TMK’nın geniş yorumla birçok kişiyi içeri attıran maddelerinin “ayıklanması”ndan ve “ince ayar”dan söz edildiği bir sırada, İçişleri Bakanı, ancak Hitler’in ünlü propaganda bakanı Goebbels ile karşılaştırılabilecek türden şu sözleri sarfediyor:
“Terör örgütünün... bir başka ayağı daha var.Bilimsel terör var... Resim yaparak, tuvale yansıtarak, şiir yazarak, şiire yansıtıyor, günlük, makale yazarak... Terörle mücadele edenle bir şekilde mücadele ediliyor. Arka bahçe İstanbul’dur, İzmir’dir, Bursa’dır, Viyana’dır, Londra’dır, Washington’dur, üniversitede kürsüdür, dernektir, sivil toplum kuruluşudur...”
KCK operasyonlarının halkaları genişleyerek, doğrudan Kürt siyasi hareketinin merkezinin çok ötesine geçerek, üniversitelere, medyaya uzanırken, böyle bir “dil”le konuşan bir İçişleri Bakanı var Türkiye’de.
Beşir Atalay’ın “halefi”nin bu kadar “kaba ayar” ile konuştuğu bir ortamda “ince ayar” nasıl yapılacak? Kim yapacak?
Hükümet, hangi “dil”in hükümeti? Arınç ve Atalay’ın mı; İçişleri Bakanı’nın mı?
Yoksa, kimilerinin ileri sürdüğü gibi, hükümette “iyi polis-kötü polis” oyunu oynanıyor ve buna uygun “görev dağılımı” mı söz konusu? Yoksa, bu hükümet, iş Kürt konusuna gelince, Beşir Atalay ile İdris Naim Şahin’i barındıran bir “koalisyon” mu?
Bu arada, “stratejik devlet kararı”nı da iyi algılamakta yarar var. Bu karar, PKK’nın baştan aşağı yanlış ve sakat bir bölge ve Türkiye değerlendirmesinden yola çıkarak aldığı ve birkaç ay içinde iflas eden “devrimci halk savaşı-Serhildanlar-Demokratik Özerkliği fiiliyata geçirme” kararına karşılık “devletin gücünü göstermek” anlamına geliyor.
Buna göre, PKK’ya askeri alanda ağır hasar verilirken –ki, veriliyor- sivil siyaset alanında nefes borularının ve onunla birlikte oksijeninin kesilmesine dayanıyor. Bu yönde de epey mesafe alındığı bir gerçek.
Bu “strateji”, “müzakere yoluyla çözüm”ü dışlamıyor; o gün geldiğinde kolu-kanadı kırık bir Kürt siyasi hareketini karşısında bulmayı öngörüyor.
Ancak, ulaşılacak böyle bir dönemin “çözüm” getirebileceği kuşkulu. Zira, çözüm, tarafların “kaybedeni olmadığı”na inandıkları bir “uzlaşma” zemininde gerçekleşirse adı “çözüm” olabilir. Aksi, güçlü tarafın zayıf ya da zayıflatılmış tarafa şartlarını “dikte etmesi”dir, ki, bunun sonuç veremeyeceğini, çok yakın geçmişte,“Kuzey İrlanda çözüm deneyi”nden geçmiş tüm taraflar altını kalın çizgilerle çizerek naklettiler.
Irak ve Suriye boyutu
Bir de Türkiye’de bu işleri daha da girift hale sokan bölgesel gelişmeler mevcut. Suriye’deki kaos ve yakın gelecek açısından belirsizliğe, son bir hafta içinde bir de Irak eklendi. Irak’taki gelişmeler, Türkiye gündeminde Suriye’nin bile önüne geçebilir. Irak, 2003 yılında savaş patladığı vakit bile “bölünme”ye bugün olduğu kadar yakın mesafede durmuyordu.
Türkiye’nin Kürt sorununu, “bölgesel siyasi konjonktür”ün oluşturduğu çerçeve dışında göremez, anlayamayız. Kürt siyasi hareketinin “operasyonel alanı” ve “varlığı” da söz konusu çerçevenin içinde.
Onların kullandığı dil ve yaklaşım tarzı da, Türkiye’nin İçişleri Bakanı’yla özü itibarıyla pek fark göstermiyor.
Bütün bu nedenlerden ötürü, “iyimser” olmak ve “iyi bir noktaya” ulaştığımızı söylemek için “ihtiyatlı” olmakta yarar var.
Paylaş