Paylaş
Şimdi Amerikan vatandaşı. Profesör. Washington siyasi elitinde tanınan bir isim. Hrant Dink için yapılan törende Kilise’de, tabutun yerleştirildiği katafalkın bir yanında ben duruyordum, karşı koridorda aynı hizada o. Bir ara gözlerimiz buluştu. Ertesi gün bana, ilginç şeyler anlattı.
Dedi ki, “Hrant Dink’i tanımıyordum. O gün Kilise’ye gelmem, içeri girmem de bir rastlantı oldu. Ama, benim için çok çarpıcı bir anı olarak kaldı. Sürekli Ermenilerin gözlerini taradı gözlerim. O gözlerde ben, ‘Bizim için artık burası bitti’ ifadesini okudum. Ben de bir azınlık olduğum için, sizden farklı okudum o gözlerdeki ifadeleri. Biz, azınlıklar için burasının bittiği gündü o gün...”
İnanamadım. On binlerce kişinin “Biz Ermeniyiz” sloganı ve pankartlarıyla yürüdüğü o gün, nasıl böyle bir duyguya varılabilirdi? “Ermeniler, o sesi duymadılar” dedi, “Biz çocukluğumuzda Yahudiler, Rumlar, Ermeniler, Müslüman Türkler hep birlikteydik. Birlikte oynardık. Şakalaşırdık. Biz azınlıklar kimliğimizin farkındaydık ama ayrı gayrı yoktu. Çok güzel bir kozmopolitizm vardı. Sizler, bizlerin farklılığının farkında değildiniz belki ama sorun yoktu. Bugün, durum değişik. Burası, artık bizim için bitti duygusu hakim. Varlık Vergisi, 6-7 Eylül onca olayın yapamadığını, Hrant Dink’in ölümü yaptı galiba...”
Bu, bir “durum okuma”. Öyle mi okunmalı; gerçekten bilmiyorum.
*** *** ***
Bu sözleri işittikten ve üzerinde derin derin düşündükten bir gün sonra, dün, Hrant’ın evine uğradım. Rakel, bana yanında yer açtı. Koca salonda tek erkek olarak kalmanın garabetiyle nereye ilişeceğimi bilemeden rahatsız biçimde yerleşmeye çalışırken, taziyeye gelen bir bayan, kendisini ve yanındaki arkadaşlarını tanıttı. “Trabzon Anneler Derneği” Başkanı ve dernek üyeleri imişler. Ta Trabzon’dan kalkmış, İstanbul Bakırköy’e Rakel’e taziyeye gelmişler. “Bilemezsiniz tüm Trabzon nasıl bir acı ve utanç içinde. Çocuklarımızı niçin iyi yetiştirmedik diye düşünüp duruyoruz” diye anlatıyordu. “Yoksulluk ve cahilliğin” sonuçlarından dem vuruyordu. Hrant’ı Trabzon’un da bağrına bastığını anlatmaya çalışıyordu. Ve, çok içtendi. Rakel’le birlikte anı fotoğrafı bile çektirdiler.
Sonra bir gazetede, cenaze töreni için İstanbul’a ve Türkiye’ye ilk kez gelen Fransa’daki Diaspora Ermenilerinin bazılarının Fransız basınında da yer alan açıklamalarını okudum. Aralarından biri,"Görebileceğim en tuhaf, en çılgın rüyalarda bile 'Türklerin hepimiz Hrant'ız hepimiz Ermeni'yiz' diyebileceğini göremezdim ama gerçekte gördüm. Bu bir mucize. Arkadaşlar ben inançlı biriyim, yıllardır dua ediyorum bir mucize olsun. 1989'da Ermenistan'daki depremle SSCB'nin demir perdesi yıkılmıştı. İşte Allah şer'den hayır çıkarır. Türklerin dostluğunu niçin reddedeceğiz ki? Aynı görüşte olmadığımız Ermeniler de var neticede. İstanbul'daki Ermeni Patriği bana dedi ki 'Türkler iyi insanlardır ve Ermenilere çok benzerler.' Türkiye'deki Ermeniler denizdeki balık gibidir, o kadar bütünleşmiştir toplumla. Türk devletiyle, Türk milletini ayıralım" demiş.
Bir başkası, “Dünyanın her yanından Diaspora’nın temsilcileri gelmişlerdi. Ben İstanbul’a indiğimde şaşırdım. Herkes şaşırdı. Ve, tahmin ediyorum, Diaspora’nın bir kısmında ön yargılar yıkıldı”...
Bana en ilginç gelen Ara Toranyan’ın sözleri oldu. Ara Toranyan’ı Fransa’daki Asala cinayet davaları sırasında görmüştüm. 1980’li yıllarda Fransız Ermenilerinin en militan lideri olarak temayüz etmişti. O nedenle, onun şu sözleri çok çarpıcıydı:
"Bu Türk halkının çok güzel bir reaksiyonu. Ben bir şeyler bekliyordum ama bu kadarını beklemiyordum. Buna karşılık Türkiye'de çok demokratik ve gönül insanları olduğundan hiç kuşku duymadım, hiçbir zaman ümitsizliğe düşmedim. Bu ülkede olağanüstü güçler var, çok güç durumlarda bile direnen bir şeyleri değiştirmek isteyen. Bu tören olağanüstü bir ümit mesajıdır, yaşadığımız acının Türkiye'de hissedileceğini, anlaşılacağını ümit ediyorum. Türklerin gönüllerinin açıklığı ispatlandı. 1915'te yaşananlara milisler, ordunun bir kısmı, devlet ve aşiretler katılmıştı. Türk halkından çok az katılım oldu. Hiçbir zaman Türk halkına ne kin, ne kötü hisler duydum."
Bütün bu sözler de bir “durum okuma”. Bunlara bakılırsa, belki de bundan sonra, Türkiye, azınlıklarının “Burası bizim için bitti artık” duygusundan çıkabilecekleri bir “olgunlaşma” evresine adım attı.
*** *** ***
Hafta başında, Etyen Mahçupyan, Zaman gazetesinde “Türkler” başlıklı, yüreğindeki kurşun gibi ağırlığı yazıya döktüğü makalesinde şu satırlara yer vermişti:
“Hrant'ı hazmedemeyen, onun varlığına bile tahammül edemeyen öteki Türk'ün cinayete uzanan elini tutacak, onu anlayacak halimiz yok. Katil henüz reşit değilmiş... Hrant olsa "tam da bu işte" derdi, "Türkler reşit mi ki?" Olgunlaşması engellenmiş bir toplumda yaşadığımızın farkındaydık zaten, ama belki şu soruyu da sorma zamanı geldi: Yoksa kendi kimlik sorununu ötekine yönelen bir şiddet eylemine dönüştürerek ayinleştiren, bu işler için 'yaşı küçültülmüş' bir toplum mu bu? Benim Türklerimin önündeki mesele artık açık... Toplu patolojiye doğru hızla kaydırılmak istenen toplumun intiharını engellemek, herkesin kendisini 'insan' hissedeceği bir var olma halini ortaya koymak...”
Belki de, bir cinayetin yol açtığı “toplum ruhundaki deprem”le, “yaşı küçültülmek istenen” toplumumuz “reşit” oldu artık. Öyle olmasını istiyoruz, en azından.
Ancak, bu “toplumsal ruh halimiz”in, “toplu utanç duygusu”ndan sıyrılarak iyiye yönelmesi için, siyasete tercümesi gerekiyor. Öncelikle şöyle: 301 sorununu aşmak, Vakıflar Kanunu’nu bir an önce adam gibi çıkartmak, ders kitaplarını nefret duyguları uyandırıcı içerikten arındırmak, “suç üreten toplumsal atölyeler”in, tehdit ve ölüm mangaları gibi çalışan internet sitelerinin üzerine güvenlik güçleri ve adli mekanizmayla ama kararlılıkla gitmek, “ırkçılık”a karşı toplumu sürekli beslemek.
Bütün bunlar, yürütmenin yani hükümetin elinde. Onun artık asla savsaklanamaz görev tanımı içinde. Toplumumuz ve bireylerimiz için, bugün birinci haftasını dolduracağımız Hrant Dink cinayeti bir “katharsis”, bir toplu ve bireysel arınma haline geldi bile.
Ancak, bir yandan da bunun, “ırkçı-milliyetçiazgın bir bumerang” halinde geri dönmesine yol açacak bir “toplumsal mazoşizm” haline gelmemesi gerek.
O yüzden, hükümet, savsaklamadan, daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük yolunda adım atmaya mecbur. Kopenhag ya da Ankara kriterleri, neyse ne.
Kimbilir; belki de, “İlahi güç” Hrant’ı tarihin altarına yatırmak suretiyle, 2007 Türkiye’sinden yeni bir “Osmanlı hoşgörü toplumu” ve 21.yüzyıl için “Avrupalı çağdaş Türkiye mozayiği” üretebilmek amacıyla, hepimizi sınava çekti.
Bu sınavda çakmayalım bari...
Paylaş