Paylaş
Bu arada, Uluslararası Kriz Grubu’nun “Irak ve Kürtler: Tetik Hattında Sıkıntı” ( Iraq and the Kurds: Trouble Along The Trigger Line) başlıklı 8 Temmuz tarihli son raporunda, “Iraklı Kürtlerin Türkiye’ye katılmak istedikleri”ne ilişkin satırlar Türk medyasına düşüverdi.
Türkiye ile Irak Kürtleri arasında son dönemde ilişkilerin hayli yakınlaştığına işaret edildikten sonra, şu “bilgiler” bizim basında yer aldı:
"Tüm bu gelişmelerin, Osmanlı sonrası Türkiye’nin hak iddia ettiği ’Musul vilayeti’ fikrini yeniden canlandırdığı" kaydedilen raporda, "şaşırtıcı bir şekilde bu kez isteğin Türk milliyetçi çevrelerinden değil, üst düzeydekiler dahil Kürt tarafından geldiği" ifade edildi.
Raporda, isim verilmeden Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimden ve Türkiye’den üst düzey yetkililerin Uluslararası Kriz Grubuna yaptığı açıklamalara da yer verildi.
Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin adı açıklanmayan bir yetkilisi, "Bağımsız olmak hakkımız, fakat bu olmazsa ben Türkiye ile olmayı Irak’la birlikteliğe tercih ederim. Çünkü Irak demokratik değil" diyerek, tek çıkış yolunun bölgenin "Musul vilayeti" adıyla Türkiye’ye, Türkiye’nin de kendi içindeki Kürtlerin durumuna çözüm olarak AB’ye katılması" olduğunu ifade etti.
Buna karşın Ankara’nın Iraklı Kürtlerle "resmi birliktelik" seçeneğine sıcak bakmadığı kaydedilen raporda, adı açıklanmayan üst düzey bir Türk yetkilinin şu görüşlerine yer verildi:
"Iraklı Kürtlerle ekonomik birliktelik gelecekte mümkün. Fakat bu resmi değil, fiili bir birliktelik olmalı. Biz Irak’ın bütünlüğünü korumasından yanayız. Irak, bölgedeki etnik ve mezhepsel dengenin barometresi gibi. Fakat ekonomik teşvikler mümkün. Bağdat’la anlaşarak Kürt bölgesiyle sınırımızı esnek hale getirip ekonomik (serbest) bölge oluşturabiliriz."
Tam öyle değil.
*** *** ***
Söz konusu raporu kaleme alan Uluslararası Kriz Grubu’nun (ICG) Irak ve Ortadoğu sorumlusu Joost Hilterman ile dün birlikteydim. Türkiye’de yankılanan sözleri hangi “Kürt yetkili”nin söylediğini ondan öğrendim. Şu kadarını söyleyebilirim, bu sözleri söyleyen ne Celâl Talabani, ne Mesut Barzani, ne Neçirvan Barzani ne de bir ay içinde onun yerini alması beklenen Barham Salih. Üstelik o atıf yapılan sözler, yaklaşık bir yıl önceki bir görüşmede bir “fikir eksersizi” bağlamında söylenmiş. Dolayısıyla, ortada “Iraklı Kürtler Türkiye’ye katılmak istiyor” gibisinden özel bir heyecana vesile olması gereken bir durum yok.
Ancak şu var; Kürtler, özellikle Barzani kanadı, ABD’nin Irak’tan çekilmesinden sonra Irak’ın “bitebileceği” gibi bir kaygıya sahipler ve gelecek senaryoları arasında kendilerine en yakın “ittifak ekseni” olarak Türkiye’yi görüyorlar. PKK’nın Kuzey Irak topraklarında varlığını zora sokan nedenlerin başında, Iraklı Kürtlerin Amerika’nın Irak’tan çekilmesinden sonrasına ilişkin böyle bir “strateji vizyonu” yatıyor.
Ayrıca, “Musul vilayeti”nin Türkiye’ye katılması gibi fantastik bir gelecek vizyonuna biraz daha yakından eğilindiğinde, Kürtlerin zihnindeki eski Musul vilayetinin “Musul’suz” bir Musul vilayeti olduğu anlaşılabiliyor. Zira Musul şehri Arap (Sünni) çoğunluklu ve Kürtlerin gelecek ufkunda “Kürdistan’ın bir parçası” olarak yer almıyor.
Buna karşılık, Musul şehri olmadan düşünülecek bir Musul vilayeti, Kerkük’ü de içine alarak, Suriye sınırı yakınlarındaki Sincar’dan diyagonal bir çizgi halinde Bağdat’ın doğusundaki Hanekin’e kadar uzanıyor ki, Kürtlerin “Kürdistan” diye tanımladıkları ve Erbil ile Bağdat arasındaki “ihtilaflı toprakları” içeren alan burası.
Bu bakımdan, Türkiye’ye armağan edilecek gibi görünen Musul vilayeti aslında Kürtler nezdinde “Kürdistan coğrafyası”nı altındaki petrol zenginliğiyle birlikte garanti altına almayı ifade ediyor.
Bununla birlikte, yukarıda da değindiğimiz gibi, bu, görünebilir bir gelecekte uygulanma şansı hemen hiç gözükmeyen, sıfıra yakın ihtimalli bir “fantastik” düşünce olmaktan ileri gitmiyor.
Türkiye’nin siyasi karar verici zaten bu “armağan”ı elde etmeye hiç ama hiç istekli değil ve nitekim Rapor’da da belirtildiği gibi, Irak’ın kuzeyindeki Kürtlerle “fiili” bir “ekonomik entegrasyon” öngörülüyor ki, bunun ilk adımları atılmakta ve altyapısı da oluşuyor.
Bunun ötesinde, bir “entegrasyon” söz konusu değil.
*** *** ***
Bütün bunlar bir yana, Türkiye ile Irak Kürtleri arasında dışarıya pek yansımayan ciddi “siyasi sıkıntılar” gündemde. Birkaç gün önce Erbil’deki Kürt Parlamentosu, “Kürdistan Bölge Yönetimi Anayasası”nı kabul etti. Anayasa’da eski “Musul Vilayeti”nin kapsadığı tüm topraklar –ki, bunlar Erbil ile Bağdat arasındaki “ihtilaflı topraklar”- Kürdistan toprakları olarak tanımlanıyor.
Türkiye, bundan öylesine rahatsızlık duyuyor ki, bir söylentiye göre Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, geçtiğimiz Pazar günü Amerikan Başkanı Obama ile bir telefon görüşmesi yapıp bu “rahatsızlığı” aktardı.
Kürt Anayasası, 25 Temmuz’da Kürdistan Bölge Yönetimi için Erbil, Süleymaniye ve Dohuk illerinde yapılacak seçimlerde referanduma sunulacak. Mesut Barzani, Bağdat’taki merkezi yönetimin, dahası Washington’un ve Ankara’nın buna karşı olmasına rağmen Anayasa referandumunda kararlı görünüyor.
Amerikalılar, Irak’taki durumun ciddiyetinin o kadar farkında ki, Başkan Obama bizzat Başkan Yardımcısı Joseph Biden’ın “Irak Özel Temsilcisi” olarak görevlendirdi ve Irak’taki sorunların çözümü için yakın geçmişte Irak’a gönderdi. Biden, bir potansiyel Arap-Kürt çatışmasının önüne geçmek için “Petrol Yasası” üzerinde tarafların uzlaşmasına çaba gösteriyor.
Biden’ın Irak ziyareti, Erbil’de Celâl Talabani ve Mesut Barzani ile yapması gereken görüşme yapılamadan sona erdi. Kum fırtınası, Biden’ın helikopterinin Bağdat’tan Erbil’e uçmasını engelledi.
Joe Biden’ı yakında Irak’ta “mekik diplomasisi” izlerken görmek şaşırtıcı olmayacak.
Herşey, önce 25 Ocak’ta yapılacak Kürt seçimlerinin ve daha da önemlisi Irak’taki “güçler dengesi”ni yansıtacak olan 30 Ocak 2010 tarihli genel seçimlerin sonuçlarına bağlı.
Çok yakında bol bol Irak konuşmaya yeniden başlayacağız…
Paylaş