Paylaş
2007 yılında seçime yaklaşık bir ay kala, bir Haziran akşamı dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile uluslararası bir toplantının ardından İstanbul’da Çırağan Oteli’nin bahçesinde gecenin çok geç vaktinde başbaşa sohbet ediyordum. Hrant Dink öldürülmüştü. Birçoğumuzun üzerine can güvenliği kaygısı karabasan gibi çökmüştü. Abdullah Gül’ün kişiliği de, müdahale edilen Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde ağır saldırılar altında kalmıştı.
Gül’e kaygılarımı aktardığımda ve 22 Temmuz seçimlerinin gerçekleşebilmesi konusunda birçoğumuzun ortak kaygısını aktardığımda, yüzüme hayretle bakmış ve Umraniye’de bulunan silahlar ve bombalar ile ilgili başlayan soruşturmaya atıf yapmıştı. “Derin devlet”in üzerine gidildiği imasında bulunmuştu.
Ona Şemdinli Savcısı’nın başına gelenleri hatırlattığımda da, “Bu kez olmayacak” diye kestirip atmıştı. Neye güvendiğini söylemedi, ben de sormadım.
Onun özgüveni doğrulandı. Çok geçmeden Zekeriya Öz ismiyle tanıştık. Zekeriya Öz, “Ergenekon dosyası”nı eline aldıktan sonra, yerli-yabancı bir çok kişiye söylediğim gibi evimize girip çıkarken, omzumuzun üzerinden arkamıza bakma tedirginliğini terkettik.
Bugün tüm aksaklıklara rağmen, herşeye rağmen, çevremizdeki hiçbir ülkeyle kıyaslanmayacak güvenli bir ülkede yaşıyorsak, iki ay sonra 12 Haziran’da bu ülkede seçim olacağından hiçbir kuşkumuz bulunmuyorsa, bunun “arslan payı” Zekeriya Öz’e aittir.
Adaletin önünde resmigeçit
Hukukun parmaklarını “derin devlet”e geçirdiği, “dokunulmazlar”a dokunmaya cesaret ettiği ve azimle tutturduğu “hukuk yolu”nda yürüdüğü için.
“Hukukun üstünlüğü”nün anlamı, sıfatlarına bakılmaksızın ülke vatandaşlarının tümünün hukuk önünde eşit olmasıdır. Zekeriya Öz’ün önünde muvazzaf, emekli generaller, subaylar, polis şefleri, akademisyenler, basın mensupları yürüttüğü soruşturma kapsamında adaletin önünde “resmigeçit” yaptılar.
Türkiye’nin önüne sunduğu fotoğraf, “hukukun üstünlüğü” kavramına yapılabilecek en büyük katkıdır.
Kendi payıma “Ergenekon davası”nın rayından çıktığına hiçbir vakit inanmadım. Hukuki hatalar, usul yanlışları olmamış mıdır? Olabilir. Ancak, bunların hiçbiri Zekeriya Öz’ün üstlendiği olağanüstü rolü gölgeleyemez.
“Ergenekon dosyası” ondan alınmış olmakla birlikte, başına Şemdinli Savcısı’nın gelen gelmedi. Rütbesi yükseltildi. Ayrıca, “Ergenekon dosyası” da, onunla birlikte aynı yükün altına girmiş olan ve kıdemli Cumhuriyet Başsavcı Vekili sıfatını taşıyan Fikret Seçen’in ellerinin altında.
Özellikle seçim sonuçlarından sonra, yani Ergenekon sanıklarının aday adayı olarak başvurduğu listelerin mukadder akıbetini takiben, “Ergenekon davası”nın daha da güçlü bir kamusal destek ile devam edeceğinden benim hiçbir kuşkum yok.
2007 yazı ile 2011 baharı arasındaki bu olumlu ruh haleti farklılığı bile Zekeriya Öz’e çok şey borçludur.
Wikileaks’teki Hrant
Burada bir “es” verip, Türkiye medyasının tavrına dönmek istiyorum. Wikileaks’e ilk çıktığı vakit pek merak salan bizim medya, her nedense, Wikileaks’in Türkiye ile ilgili bölümleri Taraf’ta yayımlanmaya başlayalıberi ilgisini kaybetti. Oysa, her gün, Türkiye’yi günlerce işgal etmesi gereken ilginç bilgiler yayımlanıyor.
Bunlardan biri Hrant Dink ile ilgili. Hrant, çok çevrenin “etinden sütünden” siyasi rant için yararlanmak istediği bir isim. Ergenekon ile irtibatlı soruşturma kapsamında gözaltına alınanlar bile polis aracına binerken “Hrant için, adalet için” diye bağırmayı ihmal etmiyorlar.
Ama bakın Hrant, 29 Mart salı günü Taraf’ta yayımlanan 30 Ocak 2007 tarihli Wikileaks belgesinde 14 Kasım 2006 tarihinde ABD İstanbul Konsolosluk yetkililerine neler demiş:
“Aşırılığın her çeşidi ‘derin devlet’ tarafından kontrol edilebilir. Otuz yıl öncesinin Türkiye’si arasında büyük fark var... ‘Türkiye’de hngi siyasi partinin ‘gerçek laikliği’ temsil ettiği sorulduğunda, Dink ‘AKP’ cevabını verdi. Bir dini azınlık mensubu olarak, İslam eğilimli bir partinin gücünü arttırmasından korkup korkmadığı sorulduğunda ise ‘Hayır’ dedi... Kemalizmden vazgeçmenin Şeriat düzenine yol açmayacağından neden bu kadar emin olduğu sorulunca, Dink’in cevabı, ‘Bunun bizi Şerita düzenine değil ama demokrasiye götüreceğine inanıyorum’ oldu. Buna niye inandığı sorulduğunda ise, Dink, ‘Kemalistler demokratik değil. Ben Ermeni olduğumu söylediğim için Kemalist bir devlet tarafından yargılandım. İslami bir yönetimle böyle bir tecrübem hiç olmadı’ dedi.”
Hrant, Ergenekon’un farkındaydı
Aslında Hrant’ı yaşarken izlemiş olanlar için şaşırtıcı olmamalı bu değerlendirmeleri. Zekeriya Öz’ün el atıp, gerçek boyutlarını yakaladığı 2006’daki Danıştay saldırısından sonraki “Kayıtsız Kalmayın” başlıklı yazısında “Son olayların hiçbirini münferit vakalar olarak görmüyorum. Türkiye’deki o derin mühendisliğin harekete geçip önümüzdeki siyaseti –bu siyasetin içerisinde cumhurbaşkanlığı seçimi var; genel seçimler de var- dizayn ettiğini rahatlıkla söylebiliriz. Ben bunları bir alternatif iktidar ya da AKP’siz bir siyasi düzen yaratma çabası olarak değerlendiriyorum” diye yazmıştı.
Hrant, Ergenekon’u çok kimse görmezken, ta 2006’da, adının ne olduğunu bilmeden, görmüştü. Zekeriya Öz, bir yıl sonra –ne yazık ki, Hrant yoktu- Ergenekon’a el attı, gözler önüne serdi, bugünlere getirdi.
Türkiye, Zekeriya Öz ismiyle tanışmasından bir yıl önce tanışabilseydi, Hrant Dink, bugün belki de yaşıyor olacaktı.
Zekeriya Öz’e teşekkür etmek için, bu bile yeterli neden...
Paylaş