Sen yakın tarihin en başarılı seçimini gerçekleştir, yüzde 87’lik bir katılım olsun, seçmenin yüzde 95’i parlamentoya yansımış olsun ve TBMM’ye tarihinde görülmemiş bir açılışla yüzyüze bırak.
Bu, bir “kriz” halidir. Böyle açılan, daha doğrusu “doğuştan sakat” duruma düşmüş bir parlamento yasama görevini yerine getirebilir mi? Bu parlamento, anayasa yapabilir mi? Sayısal olarak mümkün. Ama, demokrasi toplama-çıkarmadan oluşan bir “aritmetik” mi demektir? Ülkenin en önemli sorununun doğrudan tarafı ve temsilcisi konumunda olan 36 kişi yok; boykotta. Dahası, dün açıkladılar haftada bir Diyarbakır’da toplanacaklarmış. Böylece Diyarbakır’da bir “ayrı parlamento” oluşuyor sanki. Kürt sorununda dağı boşaltacak, TBMM’ye yolları açacak, istikamet olarak Kandil yerine Ankara’yı gösterecek bir gelişmeyi başlatmak yerine, Ankara yollarını kesip “Diyarbakır’da ayrı Kürt parlamentosu” oluşumu çağrısını yapmak demek, TBMM yerine dağ yollarına sevkiyatın başlayacağı anlamına gelir. BDP, yemin törenine gelmedi. Ana muhalefet partisi ise geldi, içeri girdi, yemin etmedi. Yani, parlamento çalışmalarında yer almayacak. BDP ve CHP, önü kesilen milletvekillerinin durumu düzelene kadar “boykot”ta ısrar edecekler. Zincirleme yanlışlıklar Bu “kriz”de, bu “kriz”in oluşmasında tüm partiler –Ak Parti dahil- yanlış yaptılar. Şu anda en büyük yanlış CHP’de gözüküyor. Ancak, CHP’nin yanlışı, Ak Parti’nin yanlışını iptal etmiyor. Yüzde 50’lik bir oy oranını arkasına almış olan iktidar partisi o. “Kriz” ona yaramaz. Ama, Ak Parti “kriz çözmeyi” ve “kriz yönetmeyi” bilmiyor ne yazık ki. Tabii ki, bu “kriz”, Türkiye’nin köhnemiş yargısının bir parçasından, “vesayet rejimi”nin bir kalıntısı olan YSK’nın yüzünden çıktı ilk başta. Ama, Ak Parti, “siyasi etik” ile, “helalleşme” çağrısıyla hiç uyuşmayacak bir tavırla YSK’nın kararını kendisi için bir “siyasi oportünizm”e dönüştürmedi mi? Diyarbakır gibi ülkenin en hassas, en kırılgan noktasında –hırsızlık demesek bile- “milletvekilliği arsızlığı” içine girmedi mi? Kendisine verilmeyen milletvekilliğini alıp cebine koymadı mı? CHP’nin durumu, BDP’ninkinden farklı. “Kriz”i başlatan Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin YSK tarafından düşürülmesi oldu. Hatip Dicle’nin milletvekilliği, dalgalanmalı bir süreçte, YSK’dan “olur” alması üzerine söz konusu olan adaylığının sonunda gerçekleşmişti. CHP’nin (ve de MHP’nin) gösterdiği milletvekili adayı Ergenekon ve Balyoz tutukluları “darbecilik” suçundan, yani “TBMM’yi devre dışında bırakmak” suçlamasıyla yargılanıyorlar. Bu tür isimleri TBMM’ye parti listesinden göndermeye kalkmanın savunulacak yanı var mı? Hatip Dicle, 80 bin oy aldı, “bağımsız” seçildi. İki “CHP”li ile bir “MHP”li (Engin Alan) “parti listesi koruması” altına alınmadan seçilebilirler miydi? Kendileriyle aynı davalardan yargılanan onca kişinin “bağımsız” olarak girdikleri seçimde ne oy aldıkları ortada. Türkiye halkı, 12 Haziran 2011 seçimleriyle “Ergenekon” ve “Balyoz” davalarına karşı tavrını ortaya koymuştur. Söz konusu üç milletvekilinin seçiminin “milli irade” ile ilgisi kurulamaz. Hem, söz konusu kişiler aday gösterildiğinde, sonucu mahkemelerin tahliye kararı verip vermeyeceğinin belirleyeceği belirtilmemiş miydi? Kemal Kılıçdaroğlu, mahkemenin vereceği kararlara saygılı olacağını önceden açıklamamış mıydı? Şimdi “Onlar tahliye edilene kadar yemin etmeyiz” demek, neyin nesi oluyor? Zincirleme yanlışlıklar söz konusu. CHP, ya yaralanacak; ya intihar edecek Asıl büyük konu, BDP’ye ilişkin. Arkasına koca ve yakıcı bir sorunu almış durumda. Hal böyle olunca, CHP’nin de, hiç haklı olmadığı bir konuda “TBMM boykotu”na girerek, Ak Parti ve BDP arasında önemli bir “köprü” ya da “tampon” rolü oynayarak, ülkenin iç barışına siyaset üzerinden yapabileceği ve yapmasının çok değerli olduğu katkı da kayboluyor. CHP, “Ergenekon avukatlığı” gibi gereksiz ve kötü bir role soyunarak, kendisini siyasetin kıyısına yönlendirme yanlışını şimdi katmerlendiriyor ve, siyasetin CHP’ye en fazla ihtiyacı bulunacağı bir dönemde, kendisini “siyasetin dışına” düşürüyor. Bu “kriz”in aşılması lazım. Ak Parti ve CHP’nin bugün görüşecek olmaları, CHP’nin aklını başına toplaması ve “Ergenekonculuğu zorlamaması için” bir fırsat. “Geri dönüş”ten siyasi yara alacakları kesin. Ama hiç dönmemeleri ise “intihar” ve “yok oluş” anlamına geliyor. “Geri dönerek” sarabilecekleri başka yaralar var hiç değilse. Ak Parti ile BDP arasında da “el altından” temas arandığından haberdarız. “Kriz”in aşılmasına ilişkin umutlarımızı, o nedenle, tüketmedik. BDP’nin “esneklik marjı”nı kaybetmemesi şart. Daha doğrusu, Öcalan’ın belli şartlar yerine getirildiğinde, önceki örneklerinden, bunu yapabileceğini gayet iyi bilebiliyoruz. BDP de, oradan gelecek telkine elbette ki uyar. Yüzde 50 oy ve 327 milletvekili yetmeyebilir Asıl önemli olan Ak Parti. Ülkenin selameti için, kendi iktidarının güvencesi için, gerçekten yeni-demokratik bir anayasanın yapımına başlanabilmesi için, yüzde 50 destekle özgüveni pekişmiş olan Ak Parti’nin kibirden uzak durması ve toparlayıcı olması gerekiyor. Öyle “Hakkari formülü” filan olmaz. Hatip Dicle’yi ara seçimle seçtirebilmek için, Hakkari’de 3’te 3 yapmış Bağımsızların tümünün istifasını önermeyi düşünenler var. Hakkari yerine 11 milletvekili çıkaran Diyarbakır’ın 11 milletvekili istifa etsin, ara seçim için. Var mısınız? “Tamam da, bütün bunları konuşmak için BDP’liler önce Meclis’e gelsin” diyorlar. Hakkari yerine “Diyarbakır istifası” formülünü ve hangi yasal değişiklikleri yapabileceğini açıkça ilan edin; gelsinler. Aksi halde? Aksi halde, 327 milletvekili yüzde 50 seçmen desteği ile bile Türkiye’yi idare edemezsiniz. Oysa etmelisiniz. Şu dönemde sizin yönetmediğiniz Türkiye’ye de, size de yazık olur.