Paylaş
En sola ben geçtim. Yanımda Osman Baydemir, onun yanında Leyla Zana, ortada Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Yüksel Genç, Barış ve Demokrasi Partisi’nin genel başkan yardımcılarından Avukat Meral Danış ve Prof. Büşra Ersanlı. Üç saat boyunca “Sonuç Bildirgesi” üzerinde çalışan “Yazım Komisyonu” üyelerinden Osman Kavala’ya masada yer kalmadı, Prof. Doğu Ergil ise o sırada Diyarbakır’dan ayrılmak üzere havaalanına gitmişti. Yazıma katkıda bulunmak için görüşlerine başvurulan, BM eski Genel Sekreter Yardımcısı Von Spoleck, Nelson Mandela’nın Afrika Ulusal Konseyi’nin yöneticilerinden Hasan İbrahim ve bir Belçikalı da masada yer almadılar. Kürt-Türk bir Türkiyeli heyet olarak dizildik.
Yüksel Genç ağır ağır okudu, sonuç bildirisini. 1999’da Türkiye’ye “barış jesti” amacıyla dönen silahlı unsurlardan; gelişinin ardından beş yıl hapis yatmış genç kadın okumayı bitirdikten sonra, itiraz ya da ekleme yapacak kimse çıkacak mı diye kısa bir süre beklemeyi düşünüyordu. Salondan aniden alkışlar yükseldi. Diyarbakır’da 2010 Şubat ayının son iki günü sabahtan akşama dek süren “Uluslararası Müzakere ve Çözüm Deneyimleri Konferansı”nın üç saat emek harcayarak, her sözcük ve virgül üzerinde durarak, uzlaşma sağlayarak kaleme aldığımız “Sonuç Bildirgesi” tüm katılımcıların tartışmasız onayını almış, Konferans “başarı” ile sonuçlanmıştı.
Kapanış konuşmasını yapmak için bizim dizildiğimiz masanın yanıbaşındaki kürsüye gelen BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, toplantının birlikçi ruhuna uygun bir konuşma yaptı. Kimileri, 1 Şubat’taki BDP Kongresi konuşmasına oranla çok daha esnek ve “ılımlı” olduğunu söylediler. Demirtaş’ın “çözümü böylesine tartışmaya başlamış olduğumuza göre, zaten çözüm süreci içine girmişiz demektir” mealindeki sözü dikkatimi özellikle çekti.
“Açılım”a mersiye okuyanlara inat, “Açılım”, Türkiye’nin Kürt nüfusunun siyasi yüreği, Güneydoğu’nun merkezinde Diyarbakır’da şimdiler yeni bir ivme kazanarak yoluna devam edeceğini kararlılıkla ortaya koymuş oldu.
*** *** ***
Türkiye’nin iki yakasının, -“Fırat’ın Batısı ile Doğusu” diye tanımlarsak- ritmi ve nefes alış-verişi birbirinden çok farklı olduğu için, Diyarbakır’da 27-28 Şubat’ta başlatılan “yolculuk”un önemi ve değerinin, “Batı”da anlaşılması ve bunun “karşılığının bulunması” için zaman geçecek. 27 Şubat sabahına İstanbul’da uyanıp, öğle vaktinden önce Diyarbakır’da Türkiye’nin o anki gündeminden çok farklı ama “tarihi gündemi”nin bir numaralı konusunun olanca yoğunluğuyla tartışıldığı ortamına düşüveren benim gibi birisi, bunun böyle olduğunu kavrayabilir.
Diyarbakır’ın tüm Türkiye’de ismi gayet iyi bilinen sivil toplum kuruluşu yöneticilerinden biri önemli bir tespit yaptı. Olan-biten herşeye, yaşanılan tüm acılara karşılık Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) 27-28 Şubat 2010 tarihlerinde dikkate değer bir uluslararası katılımla “Uluslararası Müzakere ve Çözüm Deneyimleri Konferansı” toplamış olmasını, “Kürt siyasi hareketinin bundan sonra barışçıl çözüme odaklanmasına dair bir stratejik karar” olarak tanımladı.
Toplantıya katılanlar arasında İngilizler, Lordlar Kamarası’nın bir üyesi, Galler’den bir siyasetçi, bir İrlandalı, İspanya’nın Bask, Katalan ve Navarrolu şahsiyetleri, Güney Afrika’dan ANC Temsilcisi ve Anayasa Yürütme Kurulu’nun bir üyesinin ve eski BM Genel Sekreter Yardımcısı, Yunanistan’dan Papandreu hükümetinin bir danışmanının, İsveçli ve Alman Sol Parti temsilcilerinin ve birçok şahsiyetin bulunması ilginçti. Zira, Kuzey İrlanda, İspanya’da Katalunya ve Bask bölgesi’ne ve bu arada en önemlisi Güney Afrika’da apartheid rejiminden şimdiki döneme geçişin deneyimleri nakledildi, uluslararası deneyimler tartışıldı. Türkiye’de Kürt sorununun bunlardan ne ölçüde yararlanabileceği, nasıl özgün yönleri bulunduğu üzerinde duruldu.
Bütün bunlar ne anlama geliyor?
Çok basit: Türkiye’de Kürt siyaset sahnesinin en önemli aktörleri, tüm zihni enerjilerini, tüm siyasi irtibatlarını ve tüm bakış açılarını “silahlı mücadele”nin nasıl yürütüleceği ve bunun dünyadaki başarılı örneklerinden esinlenmeye değil; tam tersine Kürt sorununun diyalog ve müzakere yoluyla barışçı bir şekilde Türkiye’de nasıl çözüleceğine yöneltmiş durumdalar.
Diyarbakır Toplantısı işte bu açıdan çok çarpıcıydı.
Türkiye’nin bu yönde çok önemli ve olumlu katkılar yapabilecek bazı Kürt şahsiyetlerinin bizim toplandığımız yerin az ötesinde, hoyratça kelepçelenerek cezaevinde tutulmalarına rağmen, Kürtlerin diyalog, müzakere ve çözüm ısrarını önemle not etmek gerek.
Benim gözüm iki gün boyunca o salonda Fırat Anlı’yı aradı. En aklı başında, yaşı daha 40’a varmamış, yarının köprüsünü kuracak isimlerinden biri orada olmalıydı. Birçok belediye başkanı o salondaydı ama kimileri de hapisteki belediye başkanlarının vekilleriydi. Biz orada toplantıdayken, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, düzayak 15-20 dakika ötemizde Türkiye’de Fırat’ın doğusundaki en büyük kilise olan Surp Giragos’un restorasyonunun başlamasının törenine gelmişti. Surp Giragos, Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş sayesinde yok olmaktan kurtuldu. Abdullah Demirbaş da hapis, onu ve orada bulunması gereken daha nicelerini gözler aradı. Yokluklarını ve bıraktıkları hüzünlü boşluğu hissettim.
Diyarbakır ve Kürtlerin omurgası, diyalog, müzakere ve çözüm aramak için yola koyulmuş iken, bunu en iyi becerecek kişilerin hapise atılması ve hapiste tutulması kabullenilecek bir durum değil.
Konferans’ın “Sonuç Bildirgesi”nde üzerinde durulan hususlar, onların özgürlüğe kavuşması ve barışçıl-siyasi çözüme değerli katkılarının sağlanması için de önemliydi.
*** *** ***
Niye mi?
Çünkü, bu “Sonuç Bildirgesi”nin öyle bir bölümü var ki, benzer toplantılarda ilk kez dile getiriliyor ve vurgulanıyor. “PKK’da dahil olmak üzere, Kürt siyasi hareketinin geçmişi tartışma açması ve yeniden değerlendirmesinin Kürt sorununun çözümüne çok olumlu bir katkı yapacağı”na ilişkin sözcüklerini taşıyan bölümü.
Bunu Kürt sorununa ilişkin olarak “devletin geçmişteki uygulamalarına ilişkin olarak süregelen ve Türk kamuoyunda tarihle yüzleşmek” konusundaki çabalarla, hemen altındaki bir cümleyle birlikte ele almak gerekiyor. Ama ilk kez öncelikli olarak üstü kapalı biçimde “PKK’ya özeleştiri süreci”ne girmesi davetiyesi çıkıyor. Bölgenin önemli kanaat önderlerinden biri bana, “PKK’nın 1980 öncesi Kürtlere, 1980 sonrası Türklere yönelik şiddetinin yükünden kurtulamazsak, önümüzü açamayız. Bu yükten Kürtlerin kurtarılmasına PKK önayak olmalıdır” demişti.
Söz konusu “özeleştiri süreci” gereğinin vurgulanmasına PKK’ya çok yakın bilinen isimlerden hiçbir itiraz gelmemesi ve hatta bunun öneminin altının onlar tarafından çizilmesi, yakın geleceğe ilişkin çok önemli, çok olumlu sinyaller veriyor.
Konferans’ta bir konuşma yapan ve konuşma metni dünkü Radikal’de yayımlanan Cevat Öneş’in şu değerlendirmesinin üzerinde durmak gerekiyor: “Meşru, demokratik siyasete dönüş mesajları veren Öcalan ve PKK liderliği de, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu ‘güven’ yaratıcı adımların atılmasında oynayabilecekleri rollerin yaratabileceği sonuçları, daha da gecikmeden değerlendirmek durumundadırlar.
Yakın geçmişte “MİT Müsteşar Yardımcısı” etiketi taşımış olan Cevat Öneş, dün Diyarbakır’da birlikte kahvaltı ederken bana, “Kürt siyasi hareketi bu yönde evrilirse, Türkiye’de demokratikleşmenin motor gücü olabilir” dedi.
Bu görüşünü Diyarbakır’da çok kişiye de açıklamış. Kürt siyasi hareketi dendiğinde, bunun içinde özellikle PKK’nın yer aldığı kimse için bir sır değil.
Ancak, bu hareketin şu an ana gövdesini, tümüyle legal zeminde kalacak, herhangi bir illegal örgüt ve faaliyetten uzak, o anlamda özerk ve ayrıca meşru bir siyasi parti olarak Barış ve Demokrasi Partisi oluşturmak zorunda.
İktidar partisinin de mutlaka ama mutlaka BDP ile işbirliği yapması şart. Bölgedeki seçmen üzerindeki rekabete kendini kaptırmadan, Anayasa değişiklik paketlerinde işbirliği için, Kürt sorununda muhataplık sorununu çözmek ve sorunun çözümünde eşgüdüm sağlamak için şart.
Bu konuya döneceğiz ve devam edeceğiz. Konu, önemli. Öyle önemli ki, bu konu üzerinden Türkiye’nin önü kapanabilir veya açılabilir.
İkincisi için iyimserliğimiz artmış biçimde Diyarbakır’daydık...
Paylaş