Paylaş
Ankara’daki “kozmik oda”da ya da bir tanımlama ile “Türkiye’nin kirli tarihinin en karanlık merkezi”nde gece gündüz süren ve toplumla paylaşılmayan bir arama-tarama çalışması yapılırken, komşumuz İran’ın başındaki “karanlık yönetim”, başta başkent Tahran, belli başlı şehirlerin Isfahan, Meşhed, Arak, Necefabad sokaklara fırlayan halkın büyük kitle gösterileriyle sarsılıyor.
Pazar günü Muharrem ayının 10. Günü yani “Aşure Günü” idi. İslam Devrimi’nin ilk dönemlerinde Irak’taki Saddam’ın zalim-kanlı saldırılarına hedef olan İran’da “Her gün Aşura-Her yer Kerbela” sloganını öğrenmiştim. Arapçası Farsçasından daha tumturaklı gelirdi, İranlılar da öyle bağırırdı: “Kullu yovman Aşura-Kullu ardan Kerbela”...
Rumi 2009 yılında “Muharrem’in 10’u”nda Tahran sokaklarını dolduran binlerce kişi “Bu kan ayıdır; Yezid yıkılacaktır” diye haykırdı. Yezid’den kasıt, ülkenin dini rehberi Seyyid Ali Khamenei.
Tahran’da Enghelab (Inkılap yani Devrim) Caddesi ile Firdevsi (bizim Sefaret oradadır) Meydanı ile İmam Hüseyin Meydanı, gösterilerin merkezi olmuş. Enghelab Caddesi, eski havaalanından gelip, Üniversite önünden geçerek şehri batıdan doğuya yatay keser. Şah’ı deviren en büyük gösteriler orada yapılmıştı. Firdevsi ile İmam Hüseyin meydanları, şehrin yoksul Güney kesimlerinin başlangıcıdır.
Aşure Günü’nün ilk resmi açıklamalara göre 15 canın alındığı kanlı bilançosundan bir hafta önce, dini merkez Kum şehrinde Büyük Ayetullah Hüseyin Ali Montazeri’nin muazzam cenaze töreninde “Diktatöre Ölüm” ve “Başımızdakiler Utancımızdır” diye haykırılmıştı.
Şii töresine göre ölüler, ölümlerinin 3., 10, ve 40. günlerinde anılıyorlar. Montazeri’nin ölümünün ardından anmalar büyük protesto gösterileri halini alarak ve Kerbela’nın yıldönümü “Aşure Günü”nde doruğa ulaşarak, bir zincir halinde devam edecek.
Şah da 1979’da böyle gitmişti. Şimdiki rejim de aynı yolla, aynı şekilde sallanmaya başladı.
*** *** ***
İki yıl önce Tahran’dayken, büyük ve çok etkili düşünür Abdülkerim Soruş’un yanısıra ülkenin en popüler ve üstelik genç din adamlarının başında Hüccetülislam Muhsin Kadivar’ın geldiğini duymuştum. O sırada Kum’daydı ve Büyük Ayetullah Montazeri’nin sağ koluydu. Kadivar, aradan geçen süre için “Ayetullah” unvanı kazanmış, şu sırada geçici olarak Duke Üniversitesi’nde ders veriyormuş.
Montazeri’nin ölümünün ardından ve 10 Muharrem’den önce onunla yapılan ve Der Spiegel’de önceki gün yayımlanan bir mülakatı okudum. Muhalefetin hem dindar ve hem de laik kesimlerini birleştiren bir kişilik olan Montazeri’nin ölümünün muhalefet hareketini zayıflatacak olması ihtimaline ilişkin bir soruya “Tam tersi geçerlidir” diye cevap veriyordu, “Şii Aşure günü simgesel olarak adalet hakkındadır ve bu da protestoya daha büyük bir güç kazandıracaktır. Montazeri’nin ölümünün 7. Gününe tesadüf eden Aşure günü törenlerini yetkililerin yasaklayabilmeleri mümkün değildir.”
Muhsin Kadivar, “Muhalefet hareketinin ulaşacağı gelecekteki aşamanın açık ayaklanma olacağını”, ancak henüz oraya varılmadığını belirtiyor ve “devletin hala barışçıl bir reformdan geçmesi şansı bulunduğuna” değiniyor.
Der Spiegel muhabiri “Gerçekten mi?” diye hayretle soruyor, “İran’ın dini görüntülü bir askeri diktatörlük olma yolunda uzun süredir yürüdüğünü düşünmüyor musunuz?”
İran’ın en aydın, en liberal fikirli din adamlarının başında gelen Kadivar’ın buna cevabı açık: “Şii teokrasisinin mevcut biçimiyle iflas ettiğinde haklısınız... Bu devlet bizim rüyasını gördüğümüz ve kurmak için çalıştığımızdan çok farklı. Yine de, iflas eden İslam değil, İslam’ın bir tür yorumudur. Bunun yanısıra, henüz İran’da bir devrim olmadığını ifade etmeliyim. Muhalefet amaçlarını belirlemekte artan ölçüde açık ve daha gözüpek oluyor. Yine de, sabırlı olmak zorundayız. Tam olarak ne zaman bilmiyorum ama rejimin çökeceğinden eminim.”
Batı, “demokratik reform süreci”ni desteklemek için birşeyler yapabilir mi?
Kadivar, bu konuda da gayet açık: “Yaptırımları sertleştirmek önümüzdeki doğru yol değildir. Yaptırımlar halkı hükümetten daha fazla etkiliyor. Bir askeri saldırı ise benim kesinlikle reddettiğim bir şey. Belki Batılı ülkeler Ahmedinejad hükümetine İran’ın meşru hükümeti gibi davranmayı keserler. Sanıyorum, reformlara ülkenin içinden güç verilmesi daha doğru...”
*** *** ***
İran’da adalet duygusunun tetiklediği onmilyonlar, gidereksadece “Devrim Muhafızları” ve “Besiç” gibi güvenlik örgütlerine dayanmakta olan ve İslami olmaktan ziyade tipik bir “polis rejimi”ne dönüşme yolundaki Khamenei-Ahmedinejad rejimini sallamaya başlıyorlar.
Biz bu filmi daha önce Şah’ın başına gelenlerde seyrettik.
İslam Devrimi’nin önde gelen kadroları, bu arada Humeyni’nin aile fertleri bile “muhalefet” saflarındalar. İran muhalefeti, dar bir çevreye sıkışan iktidara karşı tıpkı Şah’a karşı İslam Devrimi’nin gerçekleştirildiği “simgeler” üzerinden yürüyorlar. O nedenle, rejimin muhalefete karşı kullanmak istediği “İslam karşıtı”, “karşı devrimci”, “ABD, Batı yanlısı” vs. gibi propaganda araçları çalışmıyor.
Türkiye’deki hükümetin İran’da olup-biteni dikkatle izlemesinde ve kendisini Ahmedinejad’ın kollarına bırakmamasında yarar var. İran’a karşı Batı’dan farklı bir tavır takınmanın bin haklı gerekçesinin elbette farkındayız ama ipin ucunu kaçırıp İran halkına karşı tavır alıyor görüntüsü vermenin yarın-öbürgün izahı çok zor olur.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın, İran’ın mevcut devrimci çalkalanmaya yol açan hileli seçim sonuçlarının resmi açıklamasını bile beklemeden aceleyle Ahmedinejad’ı tebrike koşmaları pek basiretli bir davranış sayılmazdı.
Basiret bundan sonra gösterilebilir yine de. Gösterilmesi gerekli de.
Ne de olsa, Türkiye ve İran, eş zamanlı biçimde “derin devlet”le mücadele ediyor...
Paylaş