Çin'den bakınca 'beyin' ve 'yürek' sorunlarımız

İnsan Çin'de olunca, sadece boyut değiştirmiyor; dünyaya bakış açısı da etkileniyor ve değişiklik gösterebiliyor.

Haberin Devamı

Zira Çin başlıbaşına bir dünya. Dünyadaki her dört kişiden birinin bu ülkede yaşadığı, toprakları Avrupa kıtasının toplamı dolayında, 9 milyon kilometrekareden daha büyük bir ülkeden söz ediyoruz.

Çin, dünyaya bir yandan en açık, çılgın bir hızla büyüyen, gelişen ve ABD'nin 21. yüzyılda bir "hipergüç"  olarak en büyük rakibi haline dönüşen ama aynı zamanda da müthiş "etnosantrik" bir ülke. Ne de olsa kendi başına bir dünya ve bu ülke ve toplum, bir yandan da binlerce yıllık büyük bir uygarlık ve kültür birikimini barındırıyor.

Geleneksel Çin tıbbı bu bakımdan da hâlâ çok önemli. Bir Şanghay gazetesinde dün Çin tıp adamlarının "insan beyninin neden ve nasıl beslenmesi gerektiği"ne ilişkin ilginç bir yazı okudum. Zhang Qian imzalı yazıda "en yüksek performansı gerektiren rekabet toplumunda mütemadiyen çalışmanın sağlıklı bir yaşam tarzı olmadığına" işaret ediyor ve bunun için "keskin bir zihin gerektiğini" vurguluyordu.

Yazıdan bölümler:
"Çok eski ve hem de günümüz Çin tıp uygulamacıları, zihni ve duygusal akımdan ilimliliği, beyin gücünü beslemeyi ve dinlendirmeyi tavsiye ediyorlar.

Birçok geleneksel Çin tıp klasiği kalbin kan dolaşımını ve düşünce süreçlerini yönettiğini söyler. Aa Ming hanedanı (1348-1644) dönemindeki tıp bilgini Li Shizen aklı kalpten ayırdı ve onu beyne devretti. Li, beynin, Batı'daki ‘ruh' anlamında ‘yuan shen'in evi' (hükmetmenin başlangıç noktası) olduğunu belirtti.

Beyinde akan kan ve enerji, ‘hükmetmenin başlangıcı'na yardım ederek gözler, kulaklar, burun, ağız ve dokunma duyusu sayesinde görmemizi, işitmemizi, koklamamızı ve dünyayı hissetmemizi sağlar. Böylece öğrenir, bilir ve dünyayı tahlil edebiliriz.

Geleneksel Çin tıbbına göre beyin bir makine gibidir ve yaş artışı ve fazla çalışmayla yaşlanır ve donuklaşır.

Durup dinlenmeksizin zihin çalışması beyin için ve vücudun geri kalan bölümü için çok kötüdür. Zihne fazla yüklenmek yaşlanmayı hızlandırır. Dinlenme ve uyku, iyileşmek için gereklidir.

Sağlıklı bir beyin, mutlu bir beyindir. Beyin servisi için hayati olan istikrarlı, enerjik, iyimser bir ruh haline kavuşmaya çalışın. Depresyon ve öfke, beyni herhangi bir zihni zorlanmadan daha fazla yıpratır.

Arzularınızı azaltın ve çevrenizdekilere karşı dostane davranın ve ruh halinizi kontrol edin. İşler kötü giderse çok üzgün ya da çok öfkeli olmayın. İşler iyi gittiği vakit ise kendinizden geçmeyin. İfrattan kaçının. Olumsuz zihniyet enerji akışını bozar ve düzensizleştirir; beyin ve diğer organlara zarar verir."

Beyni beslemek için nasıl gıdalar alınması gerektiğine ilişkin uyarılar da var ama konumuz bu değil. Bu "bilgiler"in beni Türkiye'den binlerce kilometre uzakta sevk ettiği düşünceler başka.
 
***
Türkiye'de uzunca bir süredir, geliÅŸme ve deÄŸiÅŸmeye yönelik her düşünce ve davranıştan dehÅŸetle ürken ve öfkelenen, "vatan elden gidiyor" derdine kapılan, "Biz bu memleketi sokakta bulmadık" tripleri içine girenleri düşündüm. Bunları ve "laiklik gidiyor; ÅŸeriat devleti geliyor" depresyonu çekerek azgınlaÅŸan ve "yasakçılık"Âyanlısı kesilenleri düşündüm.
Böylelerine, "ideolojik" ve "siyasi" açıdan mı yaklaşmak doğrudur; yoksa böyleleri "Çin tıbbı"nın mı konusudur?

Bilemedim.

Karar veremedim.

Zira, Türkiye'de sözünü ettiklerimizin bir bölümü yaşlı, çok yaşlı. Beyinleri yaşlanmış ya da Çinlilerin öngördüğü anlamda beyinlerine iyi bakmadıkları için beyinleri hasar görmüş olabilir. Ne var ki önemli bir bölümü de genç.

Çin tıbbı açısından "konu"ya yaklaştığımızda, "bizdekiler" söz konusu olduğunda onun da işin içinden çıkamayacağı bir yön olabilir. Şöyle ki: Çin tıbbı, beynin fazla yorulmamasına vurgu yapıyor ama Türkiye'dekiler açısından böyle bir sorun yok.

Evet, "Sağlıklı bir beyin mutlu bir beyindir"  prensibinden yola çıkarsak, ülkenin sürekli tehlike altında bulunduğu kaygısıyla kıvrananların mutlu olmadığı, dolayısıyla "sağlıklı" beyinleri bulunmadığı belli.

Depresyon ve öfkenin tutsağı oldukları, çevrelerindekilere yani kendi "halk"larına dostane davranamamak gibi bir özellikleri olduğu ve tüm bunların "beyinleri"ni yıprattığı da doğru. Ancak 1920'ler ve 1930'lara ait sloganları tekrarlamaktan öteye gitmeyerek zihinlerine "aşırı yük" bindirmeleri ve bu yönden beyinlerine zarar verdikleri doğru olmaz.
 
***

Her neyse, bugünün konusu Euro 2008'de Almanya ile oynayacağımız final maçı. Türkiye, futbol tarihinde tırmandığı en yüksek noktaya (evet, Avrupa şampiyonaları, tek bir Avrupa takımıyla oynamadan 2002'de üçüncülük elde ettiğimiz dünya kupalarından daha dişli) çok yıpranmış şekilde geldi.

Beş sakat ve dört cezalı ile kaleci hariç üç oyuncu değiştiremeyecek durumdayız. Milli takımımızın ideal kadrosunun üçte birini sahaya sürebiliyoruz. Hem de Almanya adındaki futbol makinesine karşı.

Çin tıbbı açısından baktığımızda, başarı ve mutluluk için kalbin değil beynin esas olması söz konusu. Ama Türkiye, buraya beyinleri dumura uğratacak biçimde, esas olarak, "yüreği"yle geldi.

Milli takımımız ile 70 milyonun çok üzerlerine ulaşan sayılarla "tek yürek"iz bugün. Bunun bizler için nasıl bir şey ne demek olduğunu Fenerbahçe'nin eski teknik direktörlerinden, Almanya milli takımının başındaki Joachim Loew doğru sezmiş; taraftarlarının Fenerbahçe ile nasıl bütünleştiklerini sevgiyle hatırlayarak, "Şimdi bütün bir ulus Türk milli takımını tüm kalpleriyle destekliyor" diyerek "empati" yapıyor.
Ve ekliyor: "Oyunun kendisi ve seyretmek, barışçıl biçimde olacak. Nihayetinde bu futbol. Türk halkını çok iyi tanıyorum. Harika bir halktır."

Milli takımımız, Euro 2008'de şimdiye dek harikalar yarattı.

Ülkemizin sıkıntılı bir döneminde toplumumuzu mutlu etti. Bugünkü maçın sonucu ne olursa olsun onlara şimdiden çok teşekkür etmeliyiz.

Hak ettiler...

Yazarın Tüm Yazıları