Çıkmaz sokağa mayın döşemek

Sorunun silahsız çözümü için aktif rol aldığım süre 30 yılı aştı. Bu 30 yıl içinde soruna ve çözüm yollarına ilişkin yazdığım yazıların istatistiğini tutmam imkansız.

Haberin Devamı

Bir yandan, PKK’nın “devrimci halk savaşı” sıfatını taktığı yararsız ve yanlış silahlı mücadeleden vazgeçmemesi, diğer yandan hükümetin –aksine ne denirse densin- “güvenlik öncelikli” stratejiye geri dönmesive “askeri çözüm”ü öne çıkarması üzerine, bu konu üzerine bilinen, ezberlenmiş görüşleri yazmaya ara vermiştim.

Zira, mitolojideki Sisyphus Efsanesi’e benziyor halimiz. Hani bir kayayı dağın tepesine taşımaya mahkum edilen Kral Sisyphus’un koca kayayı tam zirveye ulaştıracağı sırada, kayanın dağın dibine yuvarlanması ve Sisyphus’un sil baştan aşağı inip, kayayı tepeye tekrar taşımaya başlaması gibi.

Bu konuda yazılmadık, söylenmedik ne kaldı? Gelinen noktada, ne yazsak, onlarca yıldır yazıp söylediklerimizi tekrar etmekten başka ne yapacağız?

Gelgelelim, dünkü yeni KCK dalgasını nasıl görmezden geleceğiz? İstanbul’dan Van’a, Ankara’dan Diyarbakır’a, İzmir’den Siirt’e, Adana’dan Mardin’e,  Urfa’yı, Muş’u, Bingöl’ü kapsayan geniş bir dalga ve bir dizi gözaltı.

Girilen ve araştırma yapılan binaların büyük çoğunluğu BDP il ve ilçe binaları, BDP’li belediyeler, sendikalar. Adı “KCK operasyonu” ama somut olarak vurduğu hedefler BDP tabelaları. Gözaltına alınanların hemen tümü BDP üyeleri.

Televizyon ekranlarında operasyonu şaşırtıcı bir arka plan bilgisiyle anlatan ve savunan profesör sıfatı taşıyan kişiler, “Bunun BDP’ye karşı olmadığını, bazı BDP’lileri hedefe aldığını, bu operasyon sayesinde PKK’nın KCK üzerinden BDP üzerindeki baskısının ortada kaldırılarak BDP’nin rahatlatılacağını” söylüyorlar. İnsan zekasıyla daha kaba biçimde alay edilmesi zor olmalı.

Hangi BDP’liler rahatlatılıyor meraka değer. BDP’liler “sanal şahsiyetler” mi? Kamuoyunun bildiği tüm BDP’liler, Ahmet Türk’ten (hukuki nedenlerle şimdilik bağımsız) Gültan Kışanak’a, Leyla Zana’dan Hasip Kaplan’a, hepsi ateş püskürüyorlar. Açık açık, olan-biteni “faşizm” olarak niteliyorlar. Belli ki, PKK baskısının kalkmasını ve önlerinin açılmasını sağlayan bir “demokratik” girişim olarak algılamıyorlar olan-biteni. Bu “kötü” BDP’lilerden gayrı, KCK yüzünden nefes alamayan, kimsenin tanımadığı ama devlet kurumlarının bildiği “iyi” BDP’liler mi var yoksa?

BDP’ye baskının maliyeti

İşin ironisi bir yana, bu operasyonların devam edeceği anlaşılıyor. Bundan sonraki operasyonların da BDP’yi hedef alacağı besbelli. İktidar partisi yetkilileri PKK ile BDP arasında bir fark gözetmeyen açıklamaları yaptığına ve PKK’yi Kürt sorununda “denklem dışına çıkartmak” amaçlı kararlı bir çizgi izlendiğine göre, bundan sonraki KCK operasyonlarının gelip BDP’ye çarpması kaçınılmaz.

Bunda ne sakınca olabilir?

Kürt sorunu bu yolla ve Kürtlerin kabul edeceği biçimde çözülebilecekse, bir sakıncası yok.

Ama, geçmiş tecrübe, bu sorunun “güvenlik öncelikli” bir stratejiyle, “askeri çözüm” esas alınarak çözülemeyeceğini sayısız örneğiyle ortaya koydu. Türkiye, her seferinde sorunu çözme adresi olarak “çıkmaz sokak”a girip ilerlemekte ısrar ediyor.

Bu son KCK operasyonu da, bir bakıma zaten çıkışı olmayan “çıkmaz sokak”a girip, bir de üzerine o çıkmaz sokağı mayınlamaya benziyor. Bu tür operasyonlara ses çıkaranlar, karşı çıkanlar “mayına basmış” olacaklar. Ortalık süt-liman, medya duyarsız ya da olan-biteni olağan karşılar hale gelecek.
Bu hesap tutmaz ama bu tür gelişmelerin yol açtığı sorun başka.

Parlamentoda 30 milletvekili ile temsil edilen, 3 milyona yakın oy ile 36 milletvekili seçtirebilmiş, Diyarbakır, Van, Mardin, Batman, Şırnak, Hakkari, Siirt ve Muş’ta seçmenlerin yarısından fazlasının desteğiyle birinci parti konumundaki bir siyasi partinin 17 ilde 123 noktasında operasyona hedef olduğu bir ülkede, “demokratik parlamenter düzen”in normal ve olağan bir seyirde işlediği düşünülebilir mi?

Böyle bir partiyle, “Anayasa Uzlaşma Komisyonu”nda verimli bir çalışma yapılabilir mi? Böyle bir “siyasi iklim”de Kürt sorununa hukuki çözüm çerçevesi sunacak bir “yeni, demokratik, sivil anayasa” çıkar mı?

Mantıklı olalım.

Bu çizgide ısrar edilirse, kim boyun eğer? Kim siner?

Leyla Zana, ömrünün en verimli 10 yılını adalet duygusunun ayaklar altına alındığı şartlarda cezaevinde geçirdi. Diyarbakır hapishanesinin 12 Eylül dönemindeki işkence odalarından geçmiş olanlar dahil, cezaevlerine yıllarını bırakmayan pek az BDP’li var. Bu gözaltı ve tutuklama dalgalarının BDP’nin üzerinde hareket ettiği siyasi zeminin ortadan kaldırılması sonucu vermesinden ziyade, o siyasi zemini daha da kökleştirdiğini, köklerin daha da derinlere salındığını görememek için ciddi bir “siyasi körlük” gerekiyor.

Orhan Miroğlu’nu da ikna edemezseniz...

BDP’nin selefi DTP’de genel başkan yardımcılığı yapmış, bugün BDP’ye en ağır eleştirileri yöneltenlerden biri olan Orhan Miroğlu, birkaç gün önce “Silahları Gömmek” adlı olağanüstü çarpıcı, çok içerikli, önemli ve değerli bir kitap yayımladı. Kürt siyasi ortamında, Orhan Miroğlu kadar PKK’ye ağır eleştiriler yönelten, bu yüzden tehdit alan ve silahlara ve şiddete karşı sesini yükselten birini bulmak nadir.

İşte o Orhan Miroğlu, “Silahları Gömmek” kitabı üzerine Taraf’ta dün yayımlanan söyleşisinde “KCK tutuklamaları ve devletin barış konusundaki yaklaşımı”na ilişkin bir soruyu bakın nasıl cevaplıyor:

“Devlet sorunu erteliyor ve demokratik zeminden giderek uzaklaşıyor. Bunun AKP’ye de bir faydası olduğunu düşünmüyorum. Özellikle Ortadoğu’da bu büyüklükte alt-üst oluşlar yaşanıyorken kendi Kürt sorununu halletmemiş ve hala bu sorunla meşgul olan bir AKP’nin dünyanın ona biçtiği rolleri üstlenebilmesinin olanaksız olduğunu düşünüyorum.”

PKK’nın “Kürt çoğulculuğu”na izin vermediği ileri sürülüyor. Temelsiz bir iddia değil bu. Başbakan, BDP’yi “Ankara’da demokrat, bölgede faşist” olmakla suçlayacak kadar dilini sertleştirdi. Dolayısıyla, PKK’nın, KCK’nın ve hatta BDP’nin etkisini kırmak, bir anlamda, Orhan Miroğlu gibilere alan açmak demek.
Ama, KCK tutuklamaları ve izlenen çizgiyle Orhan Miroğlu’nun bile muhalefetine yol açıyorsanız ve böyle yaparak onu ve onun gibileri Kürt ortamında hiç varolamaz, toptan etkisiz hale getiriyorsanız; durup düşünmenizde yarar var.

Asıl amacınız Kürt sorununu çözüyormuş gibi göstererek, çözümsüzlüğü devam ettirmek ise, o başka.

Ama, o da “çıkmaz sokak”ta seyahat etmek demek. “Çıkmaz sokak”ta yol alarak bir yere varılmaz. Üstelik, orada kendi döşediğiniz mayınların üzerine siz de basabilirsiniz...

Yazarın Tüm Yazıları