Bazı insanlar vardır, milletvekili sıfatı onlara bir şey katmaz. Onlar, milletvekili sıfatına anlam kazandırırlar. Öyle insanlardan biri, Haşim Haşimi’dir.
Şiddet ortamının bölgeyi kasıp kavurduğu, oluk gibi kan aktığı bir dönemde, bu ortamında ta kalbinde yer alan Cizre’de 1989’dan 1995’e kadar Refah Partisi’nden seçilerek Belediye Başkanlığı yapmıştır. Öyle bir dönemde, muhafazakar ve Kürt kimliğini meczederek, bir toplumsal barış ve başarı öyküsüne imza atmıştır. 1995’ten itibaren 2002’ye kadar önce Refah Partisi, Refah Partisi’nin kapatılması üzerine Fazilet Partisi, Fazilet Partisi’nin de kapatılmasından sonra, kısa bir dönem ANAP Milletvekili olarak TBMM’de yer almıştır. Haşim Haşimi, Türkiye ile Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetimi ile köprülerin kurulmasında da, gösterişsiz ama çok etkili bir rol oynamıştır. Barzani ailesi nezdinde büyük itibarı vardır, kendisine başta Mesut Barzani tarafından nasıl saygı gösterildiğini bizzat gözlerimle defalarca gördüm. Haşim Haşimi, aile kökeninden ötürü –kendisi Seyyid’dir- bölgede son derece geniş bir seçmen tabanına sahip olduğu gibi, kendisiyle aynı siyasi hatta bulunmayan Kürt siyasi çevrelerinde de saygınlığa sahiptir. Aday listeleri yayınlandığı vakit, en büyük şaşkınlığı Haşim Haşimi’nin adını Ak Parti Diyarbakır listesinde görmediği vakit yaşadım. Çok kişinin aynı şaşkınlığı yaşadığını biliyorum. Kendi kendime, “Herhalde” dedim, “Başbakan, önümüzdeki dönemde Haşim Haşimi’ye çok özel bir misyon yükleyecek. Yüzlerce milletvekilinden biri olmaktan çok daha önemli bir misyon.” Ak Parti, bölgeyi BDP’ye terketti görüntüsü Bu bir tür “kendini aldatma” çabası mı, bilmiyorum. Önümüzdeki dönemde göreceğiz. Ancak, Haşim Haşimi eksikliğinin de ötesinde, Ak Parti’nin Güneydoğu ve Doğu illerindeki milletvekili adaylarına baktığım vakit, aklıma hemen gelen düşünce, “Ak Parti, bölgeyi BDP’ye terketti” oldu. Bu düşünceden yola çıkarak, “Böyle bir Güneydoğu listesi tercihinde, Başbakan’ın seçim sonrası Kürt sorununa yaklaşım konusunda hiçbirimizin farkında olmadığı ince bir oyun planı olmalı” ihtimalini zihnimden geçirdim. Bu da bir “kendini aldatma” mı, onu da bilmiyorum. Ne var ki, “yandaş” diye nitelenen kimi kalemler, Ak Parti Güneydoğu listesini ne kadar “rasyonalize” etmeye ve “isimsizler” ya da bölgede esen rüzgarlara hayli “ters” isimlerden oluşan listeden keramet üretmeye çalışırlarsa çalışsınlar, şu haliyle Ak Parti bölge listesinin, partinin seçim başarısına katkı yapması pek mümkün görünmüyor. Diyarbakır’ın çok tanınmış siyasi figürlerinden birine, geçen gün, “Diyarbakır listesinde Galip Ensarioğlu’nun altındaki isimlerden hiçbirini tanımıyorum” dediğimde, “Ben Diyarbakırlıyım. Diyarbakır’da yaşıyorum, ben de tanımıyorum” dedi. Kürtleri kim temsil ediyor? Başbakan, BDP’nin –bunu esas olarak PKK hattı diye de tercüme edebilirsiniz; PKK yasallaşsa ve seçimlere katılmasına imkan verilirse, ona oy vereceklerin BDP’ye oy verdiği bir sır değil- “Kürtleri temsil etmediği”ni vurgulamak amacıyla, “benim partimde 75 Kürt milletvekili var” demeyi alışkanlık edinmişti. Bu konuda daha önce de defalarca yazdım; “Kürt olmak ile Kürt kökenli olmak aynı şey değil. Ak Parti’nin milletvekilleri ‘Kürt kökenli’, Kürt değil” diye. 2007-2011 arasında, sözü edilen “75 milletvekili”nden tek bir tanesinin, TBMM kürsüsünde “Kürt” sözcüğünü kullandığını, Kürt sorununu dile getirdiğini işiten var mı? Bu 75 milletvekilinden sadece birkaçı, medyada arada bir Kürt sorunu çevresindeki tartışmalarda göründüler, onlara da “Açılım” başladığında “konuşma yasağı” konduğunu, onların da “yasağa” uyduğunu herkes biliyor. Ak Parti’nin 2011 seçimleri listesinde onlar da yok. Çok muhtemeldir ki, 12 Haziran’dan sonra Başbakan, “Benim partimde 75 Kürt milletvekili var” da diyemeyecek. BDP’lilerin tüm Kürtleri temsil etmediği, kuşkusuz, doğru. Bununla birlikte, yine birkaç kez yazdığım ve konuştuğum gibi, onların “Kürt sorununa taraf” olan Kürtleri temsil ettikleri tartışma götürmez. BDP’liler, Kürt sorununa taraf olan Kürtleri temsil etmekten başka hiçbir şeyi temsil etmedikleri, Türkiye’nin diğer gündem maddelerinde görünmedikleri, tümüyle “Türkiyelileşmedikleri” için eleştiri alıyorlar. Kürtleri temsil etmediklerini söylemek, mantıklı olmaz. Seçim barajı yüzde 10’un altına inse... Üstelik, bu kez, dostları-düşmanları, çok akıllı ve iyi bir seçim listesi çıkardıkları konusunda hemfikirler. En muhafazakar tahminler bile, TBMM’deki temsil oranlarını, en yüzde 50 oranında arttıracakları üzerinde duruyor. Seçim barajının yüzde 10’da kalması, “yönetimde istikrarı” sağlayarak, Türkiye’nin çok dilinin yanmasına, “yönetemeyen demokrasi” olmasına ve “askeri müdahalelere” yol açmasına yol açan koalisyon hükümetlerini engelliyor ama “temsilde adalet”i de aynı oranda etkiler hale geldi. Yüzde 10 barajının inmesi halinde, BDP’nin çok daha büyük sayıda milletvekili ile TBMM’de temsil edileceğine kuşku yok. BDP –hatırlayalım, esas olarak, PKK hattı- TBMM’de ne kadar büyük ve bir anlamda gerçek gücü oranında temsil edilirse, o ölçüde “Kürt sorunu”nun şiddetten arındırılarak, siyasi çözümü kolaylaşacak ve partinin, kastedilen anlamda “Türkiyelileşmesi” de mümkün olacak. Bugünkü durumda, Ak Parti’nin Güneydoğu’dan “siyasi ricatı” ve alanın BDP’ye bırakılması da, aynı sürecin taşlarının döşenmesine yardımcı olabilir. Yani, Güneydoğu (ve Doğu’nun bir bölümdi) BDP’nin güçlü ve yasal bir siyasi aktör olarak çıkması, iyidir, hayırlıdır ve sorunun siyasi çözümü için yararlıdır. Tayyip Erdoğan, bütün bunları düşünerek, gelecek için ince bir oyun mu kurmaktadır acaba? Açık söyleyeyim, böyle olduğundan hiç emin değilim. Ama, keşke öyle olsa...